Usta yönetmen Denis Villeneuve, Prisoners, The Enemy, Sicario, Arrival ve Blade Runner 2049 gibi filmlerle kendisini Hollywood başta olmak üzere dünya sinemasına kanıtlamıştı. Özellikle 2010’lu yılların en konuşulan, çıkış yapan ve hiç kuşkusuz en çok kazanan yönetmenlerinden biri olan Villeneuve’nin filmografisindeki güçlü filmlerin çoğunluğu malum ancak bunları anarken ben kendisinin en önemli filmi olarak gösterilen Incendies (İçimdeki Yangın)’i izlemeyi şimdiye dek hep ertelemiştim. Filmi yeni izledim ve yönetmenin en büyük filmi olduğuna kanaat getirdim. Bu yazımda sizlere bu filmin analizini yapmaya çalışacağım.
Öncelikle film kendi içinde önemli karşılıkları olan kelimelerin başlık alındığı bölümlerden oluşuyor. Her bölümde hikayenin daha da derinliklerine iniyoruz. Film aynı zamanda Wajdi Mouawad’ın aynı adlı tiyatro oyununun sinemaya uyarlaması. Filmin senaryosu tamamen Villneuve’ye ait. Filmin gücü çok büyük çoğunlukla senaryo ve kurgudan geliyor. Burada kesinlikle kurgucu Monique Dartonne’ye tebriklerimizi iletmemiz gerekiyor. Hikaye öyle kusursuz bir paralel kurguyla ilerliyor ki adeta gözümüzü kırpmamıza zaman mahal kalmıyor. Bunun dışında oyunculuklar da gayet başarılı. Lubna Azabal, Melissa Desormeaux-Poulin, Maxim Gaudette, her biri oldukça güçlü performanslar veriyorlar.
Lübnan İç Savaşı: 1975-1990
Incendies ile ilgili bir yazı yazarken Lübnan İç Savaşı’yla ilgili de birkaç şey söylemeyi açıkçası bir farz gibi görüyorum çünkü filmin üzerinde savaşın çok büyük bir etkisi var ve zaten her şey savaşın üzerine kurulu. Lübnan İç Savaşı yukarıdaki tarihlerden de belli olacağı üzere çok uzun süren bir iç savaş ve çok ta karışık bir savaş aslında. Tarafların çok fazla değiştiği, başka devletlerin katılıp çıktığı, adeta bir yakartop oyunu gibi her şeyin sürekli dönüştüğü bir savaş. Bu da elbette halkta çok derin izler bırakmış. Filmde savaşın en çok parmak basılan yönü Müslüman – Hıristiyan çatışması. Müslümanlarla Hıristiyanların çatışması aslında 60’lı yılların başlarından itibaren Lübnan’da baş göstermeye başlayan bir durum. Tarihten gelen kinlerin ve öfkelerin de gaz vermesiyle kendi aralarında neredeyse küçük çaplı bir orduya varacak milisler oluşturan Müslümanlar ve Hırisiyanlar, 70’ler ve 80’lerde de, hatta FKÖ’nün tamamen çekilmesinden sonra dahi çatışmaya devam ediyorlar.
Filmin muazzam kusursuzluktaki senaryosu da tam olarak buradan nemalanıyor aslında ve bunu çok başarılı bir şekilde, gerçekten taraf tutmadan yapıyor. Filmin birkaç sahnesinde de göreceğimiz üzere Hıristiyan militan grupların genellikle sağ ve aşırı sağda yer aldıklarını görüyoruz. Hatta filmin en önemli sahnelerinden olan otobüs katliamı sahnesindeki militanlar aşırı milliyetçi Hıristiyan gruplar olarak göze çarpmalarıyla birlikte tüfeklerinin şarjörlerinde ve kabzalarında Meryem Ana’nın yapıştırılmış fotoğraflarını görüyoruz.
Yazının buradan sonrası filmi izlemeyenler için spoiler içermektedir.
Filmimiz yıkık dökük sayılabilecek karargahvari bir yerde başlıyor. Burada küçük erkek çocukları görüyoruz ve başlarında askerler bulunuyor, sonra kamera çocuklardan birinin ayak bileğine yakınlaşıyor ve bilekte 3 nokta dövmesi görüyoruz üst üste yaptırılmış olarak. Buradan sonra film geçmişe dönüyor. Küçük bir köyde bir çiftin ormana doğru kaçmakta olduğunu görüyoruz, ancak sevgililer genç kadının abileri tarafından yakalanıyor ve birlikte olduğu kişiyi öldürerek onu aile evine geri götürüyorlar. Döndükten bir süre sonra da baş karakterlerimizden Nawal Marwan doğum yapıyor ve bir erkek çocuk doğuruyor. Bu çocuğun arka ayak bileğine de üç nokta şeklinde dövme yaptırıyor ve bu çocuk direk annesinden ceza amaçlı kopartırılarak yetimhaneye veriliyor. Burada da anlıyoruz ki açılış sekansındaki kadrajın yaklaştığı küçük çocuk burada yetimhaneye verilen çocuk. Sonrasında günümüze geliyoruz. Nawal Marval artık ölüm döşeğinde ve doğurmuş olduğu diğer iki çocuğunu yanına çağırarak onlara veda ediyor. Bu çocukların isimleri ise Jeanne Marwan ve Simon Marwan. Annelerinin kendilerine bıraktığı vasiyeti gerçekleştirmek için bir araya gelen kardeşler çok geçmeden harekete geçmeye karar veriyorlar. Vasiyet ise şu:
Annelerinin doğumdan sonra bir daha hiç görmediği kayıp oğlunu ve babalarının izlerini bulmaları. Jeanne’ye babasının izini bulma, Simon’a ise kayıp üçüncü kardeşlerini bulma görevi düşüyor. Önce Jeanne yola çıkıyor, Lübnan’a gidiyor. Annesinin doğup büyüdüğü köye geldiğinde ise akıcı Fransızcasıyla orada ne yapacağını pek bilemezken kendisine yardımcı olabilecek birilerini buluyor ve bir eve davet ediliyor. Evde savaştan sağ kalan oldukça yaşlı kadınlar var. İlk başta Jeanne’yi çok sıcak ve içten karşılıyorlar ki bunda kendisinin Fransızca konuşan bir Avrupalı olmasının elbette çok büyük bir payı var. Sonrasında Jeanne, kadınlara annesini anlatmaya başlıyor ve kadınların yüzü tek tek düşmeye başlıyor, fotoğrafını onlara tek tek gösterdiğinde ise onların annesini açık bir şekilde inkar ettiklerini ve reddettiklerini görüyoruz. Bunun sebebi de Nawal Marwan’ın abileri tarafından öldürülen sevgilisinin Hıristiyan olması. Bu nedenle Marwan ailesi buradaki halk tarafından tamamen hor görülerek dışlanmış, töreye göre de inkar edilmiş bir aileye dönüşmüş.
Buradaki sahne gerçekten çok etkileyici çünkü o teyzelerin çok cana yakınken birdenbire soğuk ve sinirli bir şekilde Jeanne’yi yanlarından kovmaları, törenin, muhafazakarlığın, bastırılmışlıkların, her şeyin Orta Doğu’da ne denli büyük yer tuttuğunun da bir kanıtı. Buradan sonra film müthiş paralel kurgusuyla ilerlemeye devam ediyor. Nawal Marwal’ın ailesinden ayrılıp Lübnan’dan kaçış sürecine eşlik ediyoruz. Çatışma bölgesinden kaçan Müslümanların bulunduğu bir minibüsü görüyor Marwal ve hemen başına bir örtü örterek minibüse binişini garanti altına alıyor. Burada da din – mezhep ikilisinin bölgedeki karşı konulmaz hegemonyasına yeniden şahit oluyoruz. Minibüs bir süre gidiyor ancak sonrasında Hıristiyan militanlar tarafından durduruluyor ve Marwal dışındaki herkez taranarak katlediliyor ve Marwal bu sefer de militanlarla Fransızca konuşarak katliamdan kurtuluyor ve aslında bu katliam, bu sahne onun gelecekteki hayatına bir bakıma yön veriyor.
Katliamdan kurtulmasının ardından Nawal Marwal, bir şekilde solcu Müslüman milislerle bağlantı kurarak onlar için çalışmaya başlıyor. Bu süreçte de son anda canlı kurtulduğu otobüs katliamının emrini veren komutanı uzun bir süreç sonunda vuruyor ve oranın en dehşet hapishanelerinden birine atılarak 15 yıl hapis yatıyor, işkence görüyor ve sistematik tecavüzlere uğruyor. Ardından yeniden Jeanne’nin bu tecavüzleri öğreniş anına dönüyoruz ve Jeanne erkek kardeşi Simon’dan yardım istiyor. Simon geldiğinde ise gerçek bir dehşeti öğreniyorlar. İkisinin de bu sistematik tecavüzlerden doğan çocuklar olduğunu, tek başına doğan kayıp kardeşlerinin adı ise Nihad olduğunu ve onun da bu sistematik tecavüzleri gerçekleştiren işkenceci olduğunu öğreniyoruz.
Sonrasında film Nihad başlığına evrilerek bize Nihad’ın hikayesini sunmaya başlıyor. Nihad’ın öyküsünde ise onun verilmiş olduğu yetimhane yıkıldıktan sonra Hıristiyan militanlar tarafından ele geçirilerek tam bir savaş makinesi gibi yetiştirildiğini ve aslında kendi insanlarına işkence etmesini sağlayan bir canavara dönüştüğünü görüyoruz, aynı zamanda da usta bir keskin nişancıya dönüştüğünü de öğreniyoruz. Bu sahnede Nihad yıkık dökük sokaklarda evlerine yemek götürmeye çalışan üç küçük Müslüman çocuğu öldürüyor ve burada kamera hemen Nihad’ın ayak bileğine detay veriyor, 3 nokta dövmesini görüyoruz.
Son olarak finale doğru geldiğimizde Nawal Marwal’ın ölmeden önce bir havuz kenarında yüzerken aslında Nihad’ı gördüğünü öğreniyoruz. Nihad’a hiçbir şey söylemiyor ancak dövmeden tanıyor onu ki zaten bu olaydan sonra da rahatsızlanarak hastaneye kaldırılıyor Nawal. Nihad’a iki tane mektup yazıyor ve sonunda Simon ile Jeanne, Nihad’ı bulup ona bu mektubu vererek korkunç gerçeği öğrenmesine neden oluyorlar. Nihad da annesinin mezarına gidiyor ve kamera uzaklaşarak ekran kararıyor.
Yönetmen Denis Villeneuve, bu muhteşem başyapıtında aslında Nihad’ın ayak bileğindeki dövmeyi bir metafor olarak alıp onu on yıllar süren bir savaşın iziyle eşdeğer bir düzeye getiriyor ve binlerce insan arasından bu 4 kişinin hayatının nasıl değiştiğine ışık tutuyor. Savaşların ve dinlerin her zaman tüm dünya halkları için aynı filmdeki gibi çıkmayan, unutulmayan, travmalar yaşatan izler bıraktığını çok iyi anlatıyor bizlere. İyi seyirler.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.