Konuk Yazar: Can Güzel
Christopher Nolan’ı sinematografisinin temel taşları olan Memento(2000) sonrasında The Prestige(2006) ve son olarak da The Dark Knight (2008) filmleri ile tanımıştık. Dünyaca üne kavuşan Nolan’ın sadece 40 yaşında (1970) oluşu;sinema endüstrisine göre genç sayılabilecek yaşlarda önemli filmlere imza atması,yeni filmi İnception’a artan bir ilgiyle bakmamızı sağlıyor. Nolan, filmlerini sadece yazıp yönetmiyor adeta yaşıyor. İnception’ın bir kitaptan alınma olmadığını,filmde orjinal bir senaryo yaratıldığını özellikle vurgulamamız gerekiyor. Nolan’ın İnception’ın senaryosunu yazmasının on yıla yakın bir süre aldığı ifade ediliyor.Bu süre boyunca filmi en ince detaylarına kadar tasarlayan Nolan,daha oluşum aşamasında Cobb karakterini oynaması için Leanardo Dicaprio’yu düşünmüş, yıllar sonrasında filmin ince detayları/diğer başrol oyuncuları değiştiği halde Di Caprio‘yu değiştirmemiş. Film öncesi prodüksiyon aşamasını tüm inceliğiyle işliyor Nolan…
Nolan ; düş gezgini kahramanımızın ailesel trajedisiyle dünya çapında bir soygun öyküsünü birleştirip rüya sahneleriyle filmimizi bir başyapıta çevirmeyi başarıyor. Bunu yaparken gayet uzun belki de 5-6 sezonluk bir dizi hikayesi olabilecek senaryoyu -2,5 saatte- gayet başarılı bir şekilde şekillendiriyor. Filmi Memento(2000) ile beraber düşündüğümüzde Nolan’ın hatıralar, bilinçaltının su yüzüne çıkması gibi olgulara saplantısının bu filmde de su yüzüne çıktığını görüyoruz. Nolan bu kadar orjinal ve ucu açık bir konuyu hayal ederken, konuyu en ufak bir biçimde zedelemiyor; her bir sahneyi daha öncekilerle mantık dahilinde harmanlayıp seyircide heyecan duygusunu giderek arttırabilmeyi başarıyor.
Öykümüz ; belirsiz bir zaman diliminde, ‘rüya hırsızlığı’ yapan ve bu yüzden ABD girişi yasaklanan Dom Cobb ekseninde geçiyor. Cobb, japon işadamı Saito ‘nun dünya üzerindeki ekonomik hâkimiyetine engel olan Avustralya kökenli bir şirket çökertmek için çalışıyor. Bunun için de şirketin başındaki yaşlı patron Maurice Fischer’in yerini alacak genç işadamı Robert Fischer’in ‘rüyalarını’ ele geçirmeyi hedefliyor. Cobb ekibiyle birlikte 10 saat sürecek bir uçak yolculuğunda da hedefine varmayı düşünüyor. Filmin teması rüya alemi çok da yeni bir fikir değil, ancak filmde yapılan“rüya içinde rüya” kurgusu hepimizde oldukça etkili bir alan açıyor ve bunu görece derin bir felsefeyle aksiyonu birleştiriyor.
Rüyaya girme mantığı filmde şu şekilde açıklanıyor; öncelikle bir kişi rüyaya dalıyor ve bu işlem için bir sakinleştirici kullanılıyor. Daha sonra rüyaya “hedef” getiriliyor.Aynı şekilde ona da bir sakinleştirici verilip icat edilen bir makine yardımıyla bu makineye bağlanan herkes aynı rüyayı paylaşır hale geliyor. Amaç “hedef’ten bir fikir çalmak veya aslında filme konu olan ama yapılması çok güç olduğu belirtilen “Inception” yapmak ,yani bir fikir yerleştirmek.
Filmin temelini oluşturan “rüya” gerçekliğinin bazı kuralları var; öncelikle rüyaların başlangıç’ı hatırlanmıyor.Rüyalarda hissedilen acı gerçekten hissedilir, çünkü her şey beyindedir ve insan beynine acı çektiği sinyalini gönderirse, acı çeker. Rüyalarda ölenler ise, gerçek hayatta uyanır. Bir uyanma yolu da “kick” yani düşüş hissi. Ancak bir fikir yerleştirmek için, hem hedefin, hem de ekibin saatlerce uyuşturulması gerekiyor, bu da karakterlerimizin damarlarında çok ağır sakinleştiricilerin gezinmesi demek. Bu durumda önceden ayarlanmış süre dolmadan ölürlerse, uyanmak yerine “limbo”ya(rüya içinde rüyalarda dolaşırken bilinçaltında sıkışma)düşüyorlar, rüyalarda zamanın daha yavaş geçtiği de göz önüne alındığında (ne kadar derine inilirse, zaman o kadar yavaşlıyor), aslında gerçek hayatta birkaç saat uyuduktan sonra uyandıklarında, limbo halinde on yıllar geçirmiş ve psikolojik olarak çökmüş vaziyette olmaları mümkün. Bu durumda kıssadan hisse: rüyada ölmemek gerekiyor.
Rüyalarda gördüğümüz yerleri ise bir “mimar” tasarlıyor. Mimar, rüyayı görecek kişiye tasarladığı dünyayı anlatıp, ayrıntılarıyla öğretiyor. Cobb kendisi eskiden mimarlık görevi yaparken, Mal’ın ölümü sonrasında zihninden Mal’ı atamadığı için mimarlık yapamaz hale geliyor ve bu yüzden Ariadne’yi buluyor.
Filmin ortalarına -aksiyon baslayana- kadar sistemin nasil isledigi anlatiliyor. Aksiyon basladiginda da basta Nolan’in belirledigi kurallar ne ise hikaye orgusu ona gore hiç fire vermeden nakış gibi isleniyor. Nolan başlarda da bahsettiğimiz gibi hayal evrenini kendi içinde tutarlı biçinde betimliyor. İşte burada filmi özgün kılan unsurlarlardan birini görüyoruz ; harika bir kurgu müthiş bir sadelikle anlatılıyor. İzleyiciyi filmdeki karakterlerle aynı yere koyarak, sürekli rüyanın nerede bittiğini, gerçekliğin nerede başladığını sorgulatıyor.Nolan, rüya katmanları arası geçişleri, “totem” kavramını , Hans Zimmer’in müthis müzikleri eşliğinde bir başyapıta dönüştürmeyi başarıyor.Hafıza –zihin –rüya katmanında seyirci şaşırtmayı başarıyor Nolan.İnception bu anlamda tam anlamıyla bir yönetmen filmidir. İnception inceliğini anlamak aslında Nolan’ı anlamak demek..
Oyuncu seçimleri gayet yerinde olan filmde , Dicaprio Cobb karakterinin psikolojik derinliğini(Shutter Island’taki gibi) ve yaşadığı bunalımı ekrana çarpıcı şekilde yansıtmayı başarıyor. Öte yandan yan karakterlerin derinleştirilemediğini görüyoruz.Filmin bir yönetmen filmi olduğunu oyunculuk anlamında ikinci planda kaldığını söyleyebiliriz.
Sonuç olarak yakın zamanda böylesine özgün bir senaryoyu izlememiştik.Hatta son yıllarda azalan başarılı sinema senaryolarının yerini diziler almaya başlamıştı. İngiliz yönetmen Peter Greenaway ““Sinema icat edileli yüz yıl oldu, biz hâlâ sinema izlemedik” demiş, “Bugüne kadar yapılanlar tiyatrodan, edebiyattan, müzikten ve diğer sanatlardan alınanların sentezinden ibaret”.Greenaway gerçek sinemayı başlatacak kişilerin rüyacılar olduğunu iddia ediyordu.Kimbilir seyirciyi düşünmeye zorlayan bu film belki de sinema alanında yeni bir ufuk açacak; sinema endüstrisine özgün“ fikirler” yerleştirecektir. Yıllar sonra bile hatırlanacak modern kült filmi-İnception’ı mutlaka izleyiniz…
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.