Inglourious Basterds: İntikam Gösterişli Bir Yemektir

Not: Yazıda filmin sürpriz gelişmeleri açık edilmiştir; izlemeden okumamanız tavsiye edilir.

Quentin Tarantino Kill Bill ikilemesinden itibaren, nevi şahsına münhasır sinemasının klasik özelliklerini yitirmese de, daha ‘gösterişli’ ve daha janr odaklı filmler yapmaya başladı. Janrları birbirine karıştırma odaklı demek daha doğru olabilir aslında: matruşka bebekleri gibi janr içinden janr çıkan filmlerdi Tarantino’nunkiler, Kill Bill‘le beraber bunu daha da büyük ölçeklerde uygulamaya başladı.

2

Bu film(ler)den itibaren öne çıkan bir başka unsursa intikam. Death Proof/Ölüm Geçirmez, Inglourious Basterds/Soysuzlar Çetesi ve Django Unchained/Zincirsiz katarsis odaklı filmler. Yani kötü karakterlerin faaliyetlerini görüyoruz, onları iyice tanıyoruz, zaaflarını ve güçlü yanlarını, soğukkanlılıkla işledikleri suçları, zarar verdikleri masum insanları seyrediyoruz; sonra da başkarakterlerimiz tarafından (Inglourious Basterds’ta filme adını veren çete, Django Unchained’de yine filme adını veren Django) cezalandırılmalarını beklemeye başlıyoruz. Senaryo bu cezanın infaz edileceği ve bizim doyuma ulaşıp rahat -tabii söz konusu Tarantino’yken bu rahatlık göreceli- bir nefes alacağımız ana doğru usul usul inşa ediliyor.

İlk paragrafta da bahsettiğim gibi, bu eğilimin bir sonucu olarak Tarantino filmlerinin kötü adamları da en az kahramanları kadar dikkat çekiyor, hatta bazen daha fazla. Bu ‘daha fazla’nın en büyük örneği Hans Landa elbette: Christoph Waltz’un kusursuz performansıyla hepimizi mesteden soğukkanlı ve dahi eli kanlı Nazi albayı. Film gişede çuvallamasın diye -ve sinemada kahramandan daha ağırlıklı kötüler pek yaygın olmadığından- fragmanlarda öne çıkarılan Aldo Raine’den (Brad Pitt) daha iyi tanıyoruz Landa’yı.

4

Filmin kültleşen iki sahnesinden biri de kendisine ait zaten: filmin açılışındaki gergin mi gergin ‘kedi-fare’ avı (bir diğeri tabii ki uzun mu uzun bar sahnesi). Tarantino birbirine bağlı olduğu kadar birbirinden ayrı da düşünülebilecek sekanslara bayılır; Inglourious Basterds‘ın açılışı da buna bir örnek. Bu bir kısa film de olabilirdi ve Hans Landa karakterini neredeyse her şeyiyle tanımış olurduk (yeri gelmişken, bu mantığın Django Unchained’de bu kadar sorunsuz işlemediğini söylemem gerek). İntikam ve buna bağlı olarak katarsise geri dönersek, açılıştan itibaren seyirci Hans ve onun temsil ettiği Nazi değerlerini savunan diğer herkesin hak ettiğini bulmasını beklemeye koyuluyor. Filmin ikinci bölümü de buna hizmet ediyor aslında: Aldo Raine ve çetesi, Nazi avlarına başlıyor – bol kanlı, kelle uçurmalı ve seyirci için doyum vaat eden bir bölüm.1

Açıkçası bu Tarantino’nun son filmlerini bazı açılardan birbirine gereğinden fazla yaklaştırıyor. Reservoir Dogs‘tan Kill Bill‘e kadar çektiği filmler daha az şaaşa içerse de daha sürprizli filmler olarak değerlendirilebilir. Tabii bunun için Tarantino yine kendince önlem alıyor: Inglourious Basterds‘ta alternatif bir tarih yaratıp Hitler’i öldürerek, bunu önceden tahmin etmeyen seyirciyi tabiri caizse ‘dumur ediyor’. Hitler’e defalarca ateş ederek yüzünü tanınmaz hale getiren Basterds’ın duygu boşalması, seyircinin doyumuyla eşdeğer. Hans Landa bizzat fiziksel zarar görmese de, onu meydana getiren değerlerin ‘omurgası’ paramparça oluyor (kurunun yanında yaşın da yandığını söylemek mümkün; salondaki hiç kimse -nispeten daha masum olanlar da dahil- sağ çıkamıyor çünkü). Aynı zamanda bu sahnede Tarantino, Shosanna karakteri aracılığıyla intikamını sinema perdesinde alıyor: “Benim adım Soshanna Dreyfuss ve bu Yahudi intikamının yüzü”…  Aslında bu Tarantino’nun yıllardır yaptığı şey: tek fark, bu kez perde içinde bir perde de söz konusu. Matruşka mantığına devam…

Tüm bu sözünü ettiklerim, son Quentin Tarantino filmlerini istismar sinemasına tehlikeli ölçüde yaklaştırıyor. Inglourious Basterds romanvari, karmaşık yapısının, sinemaya saygı duruşlarının, maalesef 2010’da hayatını kaybeden Sally Menke’nin tıkır tıkır işleyen kurgusunun ve maharetle oluşturulmuş Tarantinesk 2. Dünya Savaşı atmosferinin ve bilhassa Ennio Morricone’ye ait şahane müziklerin de katkısıyla istismar sineması örneği olmaktan sıyrılmış olsa da, selefi Django Unchained bu kadar şanslı değil: hikâyesi daha düz, daha oyuncaksız, kurgusu -Fred Raskin elinden geleni yapmış olsa da- daha etkisiz.3

Filmin içindeki parçalar birbirine yeterince sağlam oturmuyor vesaire. Yani Inglourious Basterds benim fikrime göre şahane bir film olsa da, Tarantino bu ‘uyarı’nın farkına varıp daha farklı bir film çekerek kariyerini tazeleme fırsatını kaçırmış oldu. Sıradaki filmi de bu isimsiz üçlemenin son halkasını oluşturacağı için söz konusu fırsatı bir kez daha kaçırabilir. Yine de beklentileri fazla düşük tutmamak gerek; Tarantino’dan söz ediyoruz, bu durumun farkına varıp ters köşe de yapabilir.

Uzun sözün kısası, Quentin Tarantino sinemasının en ilgi çekici yanı cümbüşüdür fakat bu cümbüş her zaman büyük, gösterişli hamlelerle yapılmak zorunda değil. Yönetmeni tüm dünyaya tanıtan Reservoir Dogs ve Pulp Fiction da son derece cümbüşlü filmler, ama bu cümbüşlerini klişe tabirle de olsa ‘ruhlarından’ alıyorlar; doğrudan doğruya göz boyamak gibi bir gayeleri yok. Inglourious Basterds da, bence Tarantino sinemasının çok iyi bir örneği de olsa, kendisinden sürekli böyle şaaşalı filmler izleme taraftarı değilim; hatta sevgili Edip Can Rende dahil çoğunluğun burun kıvırdığı Death Proof’u da bu sebepten severim. Daha iyi işlenmiş olmak kaydıyla, Tarantino’dan yeni Death Proof‘lar bekliyorum.


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Yorumlar

Bir cevap yazın