Into The Night: Distopik Sineklerin Tanrısı

Into The Night, Narcos’un yapımcılarından, Hakan Muhafız’ın da farklı sezonlarında katkısı bulunan Jason George’un bir dizisi… Fransa/Belçika ortak yapımı dizi, Avrupa’nın en azından kendi içinde sınırlarının kalkması ve göçmen akınlarıyla değişen popülasyonunu da kullanarak farklı milletlerden oyuncuları ve onların canlandırdığı karakterleri kullanarak hikayesini kurmuş. Birbirinden farklı ve renkli olmaya özen gösteren Netflix yapımlarına değişik ve yeni bir tat katmayı başarmış.

Yazının bundan sonrası spoiler içerir…

Into The Night, ortaya çıkan felaket üzerinden bir mesaj vermeye çalışmamış. “Bak ekolojik dengeyle çok oynadık, doğa intikamını alıyor” gibi bir felaket değil yaşanan… Kozmik bir dengesizlik sonucunda, evrenin herhangi bir köşesinde yaşanabilecek bir değişim, dünyanın başına geliyor. Dünyaya hayat veren güneş ışıkları, ölüm saçmaya başlıyor. İnsanlığın günahlarının bedelini ödemesi gibi bir durum değil yaşanan. Göktaşının dünyaya çarpıp, dinozorların yeryüzünden silinmesi gibi saf bir hayatta kalma mücadelesi izliyoruz. Dizinin sonlarına doğru Dominik’in kendisinin tanımlayamadığı ama gine domuzu olduğunu düşündüğümüz bir canlıyla karşılaşması, yaşamın ve evrimin rotasının yeniden çizildiği anlamına gelebilir, dizi onay alırsa gelecek sezonlarda göreceğiz.

Into The Night’ın gözlerimize çok sokmadan aktarmaya çalıştığı alt metin daha çok “survival instinct” yani hayatta kalma içgüdüsüyle alakalı… Klişe söylemiyle “İnsanın sosyal bir hayvan” olduğunu, doğa karşısında tek başına savaşmaya kalkarsa çaresiz kaldığını, zor durumlardan çıkmak için birlikte hareket etmenin önemini aktarıyor. Kritik kararları alma konusunda grup hiyerarşisinin oluşmasını modern bir Sineklerin Tanrısı yorumuyla izlediğimiz hissine kapılıyoruz. Adanın yerini sonsuz bir ıssızlıkta yolculuğuna devam etmek zorunda kalan bir uçak alıyor.

Karakterlerimizin tamamı sorunlu, hayatları acılarla ve hayal kırıklıklarıyla yoğrulmuş, yaşam yorgunu… Belirli amaçları olsa da başarısızlıklarla hedefleri sekteye uğramış insanlarla karşılaşıyoruz. İnsanlığın yüzde 99’unun hayatını güneş ışınlanıyla kaybettiği bir ortamda geçmiş acıların anlamsızlığı, hayallerin ve hedeflerin geçersiz hale gelmesi sıkça irdeleniyor. Yasadışı işlerle uğraşırken kendini uçakta bulan Ayaz, instagramdaki takipçilerini arttırarak hayatını kazanan Inez, hasta çocuğunu yaşatmak için uğraşan Zara, bir anda tüm insanlığın sorumluluğunu sırtına yüklenen Mathieu ya da intiharın eşiğindeki Sylvie’nin bambaşka kişiliklere dönüştüğünü görüyoruz.

Daha önceki yaşamlarında yaşadıkları zorluklar ve hayatta kalma yöntemleri, bu yeni durumdaki içgüdüleriyle birleşiyor ve dönüşümleri kendilerine ve gruba dayanma gücü veriyor. Horst, Jakub ve Rik karakterleri felaketi bilimsel veya dini varoluş biçimleriyle yorumlamaya çalışıyor. Terenzio uçakta mutlak kötülüğü, Laura da koşulsuz iyiliği temsil ederek öykünün kutuplarını oluşturuyorlar. Mehmet Kurtuluş ve Pauline Etienne başta olmak üzere Laurent Capelluto, Stefano Cassetti, Babetida Sadjo, Jan Bijvoet, Nabil Mallat, Ksawery Szlenkier ve Vincent Londez zor karakterleri canlandırma işinin altından başarıyla kalkıyor.

Senaristlerin yarattıkları mikrokozmosta insan davranışlarıyla ilgili doğru çıkarımlar oluşturduğunu ve iyi bir analiz ortaya çıkardığını söyleyebiliriz. Süper kahraman filmlerinde rastladığımız alfa karakterlerin dünyayı kurtardığı bir öykü yok. Grup olarak herkesin katkı verdiği bir kurtuluş öyküsü izliyoruz.

Senaryonun belli bölümlerindeki mantıksızlıklar dikkat çekse de hikayenin bütünü içinde “Olur o kadar” diye göz yumulabilecek iki-üç olay var sadece… Dünyanın çevresinde tur atarken başlarına sayısız felaketin gelmesi, aksiyon dozunun en üst düzeyde kalmasına neden oluyor. İnsanlığı yok eden felaketin nasıl yaşandığını son sahneler dışında görmüyoruz bile, güneşin insanların canını nasıl aldığına tanık olmuyoruz, sadece arkasında bıraktığı yıkımı izliyoruz. Zombi dalgalarıyla, büyük depremlerle, tsunamilerle karşılaşacağınız bir yapım değil… Yıkımın yarattığı ıssızlığın trajedisiyle karşılaşıyoruz.

Kısacası yüksek aksiyon, karantina günlerinde belki evlerimizde de yaşadığımız sosyal değişimler, grup hiyerarşisinin oluşumu ve kurtuluşun nasıl anlık kararlara bağlı olduğunu görebilmeniz açısından mutlaka izlemeniz gereken bir aksiyon. Netflix’in çok girmediği aksiyon janrında, devam ettirmesini merakla beklediğimiz bir yapım.

Yorumlar

Bir cevap yazın