Daha filme gitmeden önce bazı konularda endişe duyduğumu, bu hafta gösterime girenler kısmında anlatmaya çalışmıştım. Film bittiğinde ise oturduğum koltukta “Neden? Neden?” diye kendime sorarken, haklı çıkmış olmaktan ötürü hiç sevinmiyordum.
Iron Man, diğer süper kahraman filmlerinde bolca içine düşülen hatalara düşmemeye gayret eden bir yapımdı. Esprilerdeki incelik ve sürekli artan temposuyla heyecanlı bir seyir sunuyordu. Bu sebeptendir ki film çok beğenildi. Bunun sonucunda iki dalda Oscar adaylığı (Ses ve Görsel Efekt) elde etmeyi de başardı. Gişesiyle, aldığı yorumlarla serinin sonraki filmine dair beklentileri artırmış oldu doğal olarak. Yinelemekte yarar var, bir süper kahraman filminde şayet karakterin ortaya çıkışını seyirciyi etkileyecek ve avuca alacak biçimde veremezseniz başarılı olmanız mümkün değil. Iron Man’de ortaya çıkan yarı karanlık sayılabilecek Tony Stark’tan Iron Man’a gidiş öyküsü insanı avuçlarının içine alıp, bir güzel suyunu çıkarıyordu. Sonuç dediğim gibi ortada. Ayakları yere basan (farz-ı misal) bir karakterin üstüne ekleme yapmak kolay olmalıydı…
Beklentiler artmış, karakter oyuncusuyla özdeşleşip sevilmişti. Sonunda beklenen an geldi ve Iron Man 2 karşımızda… Karşımızdaki şey, gerçekten Demir Adam mı? Nereden başlayacağımı bilemiyorum açıkçası. Nereden tutsam elimde kalan bir yapı var önümde. Birinci olarak her zamanki gibi öyküden başlayabiliriz sanırım. Öyküsü şöyle:
Tony Stark (Robert Downey Jr.) nam-ı diğer Demir Adam, bir önceki filmde kendisinin Iron Man olduğunu açıkladığı için hükümetle kavgalı duruma düşmüştür. Hükümete göre bilgiler ve zırhlar amerikan hükümetiyle paylaşılmalı, hatta amerikan hükümetinin olmalıdır. Yetmezmiş gibi, metal parçacıklarını kalbinden uzat tutmak için tasarladığı reaktörün ham maddesi paladyum kanını zehirlemekte ve Tony’i hem hayatta tutan hem de öldüren bir şey haline gelmektedir. Diğer yanda ise bir fizikçi ve dahi olan Ivan Vanko (Mickey Rourke) babasının başına gelenlerden ötürü Stark’ı suçlamaktadır. Bu sebeple babasının da katkısı olan reaktör tasarımını kullanarak kendisini Demir Adam’ın karşısına çıkartır. Diğer yandan ise Pepper Potts (Gwyneth Paltrow) Tony’nin ardını toplamaya kaldığı yerden devam etmektedir. Stark Endüstrisi’nin bir numaralı rakibi olan Hammer Silah Endüstrisi sahibi Justin Hammer (Sam Rockwell) Tony’nin her daim bir numara olmasına içerlemektedir. Ivan Vanko’ya destek vermeye başlayan Hammer, sadece Tony Stark’ın değil tüm dünyanın başına çoraplar örerken, Tony ölümden paçasını kurtarıp Ivan Vanko’ya kafa tutabilecek midir?
Oldukça uzun bir öykü oldu farkındayım. Üstelik eksiklerle dolu! Örneğin Siyah Dul (Scarlett Johansson) ve Nick Fury (Samuel L. Jackson) gibi karakterlere hiç değinmedim. Ayrıca bir önceki filmde Terrence Howard tarafından canlandırılan bu filmde ise Don Cheadle tarafından hayat verilen Teğmen Rhodes nam-ı diğer Savaş Makinesi de boş geçtiklerim arasında. Araya bir yere onları niye sıkıştırmıyorum?
Filmin içine düştüğü bu hataya düşmek istemediğim için böyle yapıyorum yanıtı belki bir miktar içinizi rahatlatabilir. Zira filmde bu karakterler incelenmeleri gereken yerlerde kenara itilirken, görmememiz gereken yerlerde odağa yerleştiriliyor. Bunun aslında en iyi örneği Siyah Dul. Filmin başından sonuna kadar gereksiz sayılabilecek bir şekilde arz-ı endam ederken, son dakikalarda kısır pozisyonlu bir maçta forvet oyunculuğu görevi görüyor. Bunun altında yatan sorun ise şu; FİLMİN ADI IRON MAN! SİYAH DUL DEĞİL!
Böyle fevri davrandığım için kusuruma bakmayın, elimde değil oldukça kızgınım şu anda. En çok kızdığım noktaya değindikten sonra diğer elde kalan kısımlara şöyle bir bakış atalım. Birinci filmde hatırlarsanız, asıl düşmanın dışarıda değil içimizde aramamız gerektiğine bolca vurgu yapılmıştı. Hatta dışarıdaki düşmanın suni bir düşman olduğu, içimizdeki düşmanların bu suni düşmanları beslediği oldukça güzel şekilde gösterilmişti. Birinci filmde aslında tam kötü denilebilecek bir karakter yoktu. Son sahneye kadar olayların gelişimine katkıda bulunan düşman gizli kalmaktaydı. Son sahnedeki dövüşte her şey ortaya çıkmakta ve seyirci tatmin edilmekteydi.
Bu devam filminde ise düşmanımız en başından belli. Motivasyonu ise filmin yarısına gelmeden ortaya çıkıyor. Yetmiyor, yanına kötücül bir düşmandan çok şebek sınıfına sokabileceğimiz bir destekçisi ekleniyor (Sam Rockwell’in oyunculuğunu çok sevdiğimi not olarak belirtmek isterim). Onun motivasyonu nispeten daha sağlam, Tony’nin şöhretini kıskanıyor ama bu yeterli gelmiyor. Bunun yanı sıra hükümette düşmanlardan birisi olarak gösterilir gibi yapılıyor ama sonradan çark edilip aslında onlar oyuna getirilmiş zavallılar haline geliyor. “Amerikan hükümeti ve ordusunun hiç suçu olur mu Allah aşkına?” diyor. “Yapmayın”
Gelelim bunların yarattığı soruna. Bir defa dağınık, bol karakterli yapıyı kotarabilecek bir kurgusu yok filmin. Oldukça zayıf motivasyonların, kopuk şekilde ilerleyen aksiyonun bir sebebi kurgu ise diğeri yetersiz senaryosu.
Şimdi eğri oturup doğru konuşmak gerekiyor. Bir filmin iyi olabilmesi için birincil şart, o filmin yapıtaşı olan senaryodur. Şayet bu yoksa yönetmen becerilerinin müthiş olması gerekir… Iron Man’in senaryosunun da oldukça saçma bir gelişim süreci olmuştu. Elde doğru dürüst senaryo olmadan çekilen sahneler, doğaçlama replikler ve daha bir sürü şey. Buna rağmen ortaya seyir zevki yüksek bir film çıkmıştı. Öyleyse yönetmen Jon iyi iş mi çıkarmıştı? Bilemiyorum, herhalde.
Burada ise Justin Theroux (daha önce sadece Trophic Thunder isimli filmde Ben Stiller’a senaryo katkısı yapmış) geveze ama boş konuşan, konuşmayan ama karizma durmayan karakterler yaratmış. İnsan ister istemez bu kaliteli oyunculara senaryo yerine doğaçlama imkânı verilse daha iyisinin çıkacağını düşünüyor.
Senaristin hatası yalnızca karakter yaratımı ile de sınırlı değil. Bunun yanında odak noktası olmaması da var. Filmin bir odağı yok, sadece gözleri değil, tüm diğer duyuları bozuk bir köstebek gibi. Nereye gideceğini bilmiyor. Ne yapacağını da bilemediği için amaçsızca toprağı kazıp debelenip duruyor.
Bu açıdan suçu sadece senariste atmayacağım. Suça yardım ve yataklık yapan yönetmen Jon Favreau’ya bir çift laf edeceğim. Kendisi sanırım film çekilirken uyuyordu. Zira hiçbir öngörü yapamadığı gibi, iyi olması gereken sahneleri de oldukça kötü şekilde kotarmış. En basitinden Iron Man’in uçtuğu sahnelerde öyle abuk subuk kamera hareketleri yapmış ki, sayesinde hiçbir şey göremiyoruz. Yetmiyor, yetinemiyor, filmin en büyük savaş sahnesinde komik bir açıdan, oldukça komik olan kısa bir bölüm gösteriyor. Bunun yerine oldukça gereksiz kaçma kovalamaca sahnesinde pervasızca arabaları patlatıyor, binaları yok ediyor. Arada Kara Dul’a gereği olmadan dönüyor.
Peki, bu kadarla paçamızı kendisinden kurtarabiliyor muyuz? Pek tabii ki yine hayır! Üstüne daha sonrasına yatırım amaçlı çizgi roman dünyasının karanlık karakteri Nick Fury’i bir çırpıda harcıyor. Teknolojik alet ve edevatları anlamsız bir şekilde kullanıyor ve komik duruma düşmekten kendini alamıyor.
Daha çok şey sayabilirim ama yazmaya gönlüm el vermeyecek. Robert Downey Jr. gibi dönemin en iyi aktörlerinden birisini ve yanında Gwyneth Paltrow gibi sade güzelliğin baş temsilcisini görmek için sinemaya gidebilirsiniz ama beklentileriniz bu kadarla sınırlı kalmalı. Yoksa size yine hüsran, size yine hasret var…