Gece yatağınız sallanmaya başlıyorsa ve deprem olmadığından eminseniz geç olmadan önleminizi almalısınız. Exorcism’de aynı yöntem, farklı kitaplar.
The Exorcist 1973 yılında ilk gösterildiğinde izleyicilerin tepkileri inanılmayacak boyutlardaydı. Filmden çıktığında bacakları taşımadığı için olduğu yere çökenler, ertesi gün terapiye başlayanlar, film esnasında sinema salonuna kusanlar ve ölümüne korkup, eşyalarını dahi almadan koşarak salonu terk edenler. Kısaca, The Exorcist o zamana kadar çekilmiş korku filmlerinin arasında en güçlü tepkileri doğurmuş ve kiliseyi bu denli karşısına alma cesareti göstermiş ilk filmdir.
Linda Blair cehennemi görüp dönen kız Regan rolünde, Max Von Sydow ise Peder Merrin rolünde olağanüstü oyunculuklar sergiler. Peder Karras rolü Jason Miller’ın üzerine tam oturur. Tüm bu isimlerin yanında Regan’ın annesi rolünde izlediğimiz Ellen Burstyn için ise yorum yapmaya bile gerek yok. Tüm bu isimler senaryodaki derinlik ve hissiyatı sonuna kadar yayarlar. Bu hissiyatta Mike Oldfield’ın aynı yıl yayınlanan müthiş şarkısının da etkisini göz ardı etmemek gerekir. Bugün birçok insan artık filmin eskidiği ve etkisini yitirdiği yönünde fikir beyan etse bile yıllar içinde çekilmiş ve hala çekilmekte olan exorcism filmleri bunun tam tersini gösteriyor.
Filmi baştan anlatmaya gerek yok, eğer hala izlemeyen varsa en kısa zamanda bu filmi görsün. Konu veya tür hoşunuza gitmese bile William Friedkin’in olağanüstü yönetmenlik dehasına şahit olun. Çarpıcı kamera kullanımı ve açılar filmin geçtiği evin konumuyla beraber tüyler ürpertici bir atmosfer yaratıyor. Regan’ın odasının karanlık köşelerinde zorlukla seçilebilen şeytan figürleri ve anlık beliriveren bazı görüntüler de cabası. Friedkin gerek duymadığı sahneleri atmakta cömert davranmış, böylece filmin tansiyonunu istediği noktada tutmayı başarmış.
Yine tam bir yıl sonra, The Exorcist hala ortalığı sallarken yurdum sinemalarında gösterime giren Şeytan filmi, o dönem sıkça başvurulan yeniden çekimlerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Senaryo birkaç yerlileştirme dışında birebir kullanılırken, Metin Erksan da filmin yönetimi için ekstra mesai harcamıyor. Kullanılan ev de dahil olmak üzere her şey orijinal filmle neredeyse bire bir. Buna rağmen filmde yazar olarak Yılmaz Tümtürk ismini görüyoruz. Regan’ın yerini alan Gül’ü Canan Perver, anneyi ise Meral Taygun canlandırıyor. Peder Karras’ın rolünde ŞEYTAN – Akıl Hastalıkları Hakkındaki Çağdaş Görüşlerin Işığı Altında Evrensel Dinlerde Şeytanın Ruh Zaptetmesi Olayı ve Şeytan Kovma Merasimi – isimli bir kitabın yazarı Tuğrul Bilge’yi canlandıran Cihan Ünal’ı izliyoruz. İsmini öğrenmeye vakıf olamadığımız exorcist’i ise Agah Hün oynuyor.
Peder Karras annesinin hastalığı ve sonrasında ölümü üzerine inancını yitirmiş, psikiyatri eğitimi almış bir rahipken; Tuğrul Bilge yekten inançsız bir din alimi, yazar, psikolog ve doktor olarak lanse ediliyor. Film dahilinde yalnızca yazarlık yaptığı konusunda da aydınlatılıyoruz. Exorcist Peder Merrin arkeolojik kazılar yapan bir rahip iken bizim filmimizde exorcist hakkında arkeolojiye olan ilgisi dışında fazla bir bilgi edinemiyoruz ve son olarak Regan’ın annesi meşhur bir aktrist iken Gül’ün annesi yüksek sosyete mensubu güzel bir kadın olarak karşımıza çıkıyor. Bunların dışında kalan tüm karakterler isim değişiklikleriyle geçiştiriliyor. Ta ki cinayet masasından Komiser Kadri Erdem, Dedektif Kinderman’ın Türk versiyonu olarak karşımıza çıkana kadar. Erol Amaç oyunculuğuyla Türk polisinin kıvraklığını hepimizin suratına tokat gibi çarpıyor. Filmimizde olması gereken kutsal su – zemzem, İncil – Kur’an değişiklikleri es geçilmezken, The Exorcist’in başı ve sonunda duyduğumuz ezan yok sayılıyor. Regan’ın yastığının altından çıkan haç ise boşluğu doldurmak adına şeytan başlı bir zarf açacağına devşiriliyor. Türkçeleşmemiş tek isim olarak Kaptan Larsen, cadı tahtasından konuşan Captain Howdy’nin yerini alıyor.
The Exorcist kendi akımını yaratırken Şeytan, gerek teknik imkansızlıkları, gerekse bire bir kopyalanmış olması sebeiyle Türk sinemasının en çok alay edilen filmlerinden biri haline geliyor. Yine de şimdilerde çokça rastladığımız gibi komedinin arkasına sığınmadan kendi ayakları üzerinde durmaya çalışması biraz olsun saygıyı hak etmesini gerektiriyor.
Türk sineması açısından filmin en önemli özelliği ise bize Cihan Ünal’ı sakalsız görme şansını tanıması oluyor.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.