Jodaeiye Nader az Simin: Dostoyevskiyan Bir Ayrılık

Dikkat: Filmle ilgili spoilerlar (sürprizbozan) içerir.

“Son 20 yılda izlediğim en iyi film”
Zeki Demirkubuz

Asghar Farhadi’nin alamet-i farikası Jodaeiye Nader az Simin / A Separation geçtiğimiz zaman diliminde dünya sinemasına damga vuran ve üzerine birkaç cümle kurmayı hak eden bir film. Fakat bu cümleleri kurmaya geçmeden önce Rus edebiyat kuramcısı Bakhtin’in Dostoyevski poetikasını Dostoyevski poetikası yapan temel belirleyici özelliklerini görmekte fayda var:

1. Çok-seslilik
2. Yazardan bağımsız kişilik oluşturma
3. Karakterin fikir taşıyıcı olarak görülmesi
4. Anlatının diyalojik yönteme göre düzenlenmesi
5. Eşanlılık
6. Kapitalist düzeni yansıtma
7. Oturmamış kişilik yapısı
8. Nedenselliğin olmaması
9. Birincil bakışa mutlaka bir yan-bakışın eşlik etmesi
10. Açık fikirlilik
11. Bireysel psikolojik imgeler yoluyla toplumsal düşünebilme
12. Çift-seslilik
13. Yarı ciddi-yarı komiklik ⁱ

Durduk yere bir edebiyat kuramcısının büyük bir edebiyatçıyı belirlerken çizdiği çizgilere vurgu yapacak değilim tabi ki. A Separation’ı izlerken yıllar evvel Dostoyevski okurken aldığım hazzın bir benzerini daha farklı bir biçimde aldığım için bu kriterlere bir göz atmakta fayda olduğunu düşündüm.

Öncelikle filmin din, sınıf ve ahlak çekirdeğinden olgunlaştığını söylemekte fayda var. Çok seslilik, bu farklı ama birbiri ile bağıntılı(İran ekseninde) öğelerin metin/görsel içerisinde akmasıyla öne çıkıyor. Filmin ana kahramanları Nader ve Simin üst orta/burjuva sınıfa mensup eğitimli iki insan. Gitmek ve kalmak düzleminde anlaşamıyor ve ayrılmaya karar veriyorlar. Aslında bu karakterleri modern-muhafazakar bir alegori ile de inceleyebiliriz ama çok fazla okuma ve alıntı gerektireceği için bu konuda tembellik edip hiç bulaşmıyorum.

Öte yandan yukarıda alıntı yaptığım Dostoyevski dinamikleri; din, sınıf ve ahlak eksenine öyle bir biçimde yayılıyor ki, Dostoyevski’den etkilenen bir eser değil de hiç gün ışığına çıkmamış bir uyarlamasını mı izliyorum şüphesi duyulabiliyor. Çünkü kapitalist ahlakın ve sınıf çatışmasının beraberinde gelen detaylar, küçük hatalar, insan olmak ile kaynaşıyor. Bireysel psikolojik imgeler, hikayeyi toplumsal bütüne doğru götürüyor. Bu yolculuk esnasında karakterlerin kendi fikirlerinin taşıyıcısı olduğunu net bir şekilde hissediyoruz. Sonunda izleyici açık bir alanda, bir sürü problem karşısında kendi kararını vermek zorunda kalıyor. Kim haklı, kim haksız hiçbiri hakkında tahakküm sahibi olmayan ama gerçekleri çırılçıplak önümüze süren bir film ile karşı karşıya kalıyoruz. Bu açıdan batı usulü(özellikle Hollywood menşeili) muadillerinden ayrıldığını belirtmekte fayda var. Farhadi bir dolu açmaz ve ahlak çelişkileri önümüze sürerken hiçbirine karşı sempati duymamıza izin vermiyor. “Al sana sorun bu, peki çözüm ne?” diyerek izleyenleri bir tür yargılayıcı veya kendi fikirlerini edinecek bir pozisyona sürüklüyor. -spoiler – Filmin son sahnesinde çiftin kızları Termeh’in ayrılık sonrası kimde kalacağının bilinmez olarak kalması bu açıdan önemli –spoiler-

Filmle ilgili kişisel olarak hoşuma giden bir başka unsur da İran üst orta/burjuva sınıfa mensup eğitimli bir ailenin yaşamına göz atmak oldu. Batılı ekseninde sayılabilecek bir aile ile doğulu ve din ekseninde yaşayan alt sınıfa ait bir ailenin çatışmasını izlemek yeni bir deneyimdi. Altında toplumsal anlamda birçok antropolojik kısıt bulunan bu çatışma İran sinemasında daha önce kişisel olarak tecrübe edinmediğim bir portre yansıtıyor. Haklılıklar ve haksızlıklar kaotik bir sis ile sarılmış durumda olsa da yaşamın belirleyici unsurları bütün kararlarda etkin rol oynuyor. Statü sahibi olmak ve olmamak ile beraber hakkaniyet ekseni tersyüz olabiliyor. Haklı iken haksız duruma düşmek deyimine indirgeyebileceğimiz insani davranışlar fakir koca ile Nader’in çatışmasında etkin rol oynuyor. Prensipleri belirleyen kararların hepsinin yaşam çevresi ile bağıntılı olduğunu söylemeye gerek yok. Bütün karakterler kendi adına haklı ve bu konuda inatçı. Bu yüzden basit bir sinema formülü işletmek yerine hikaye örgüsü Dostoyevski kriterlerine göre gelişiyor.

Ayrılık demişken Nader ve Simin’in ayrılığına ayrıca bakmakta da fayda var. Yukarıda bir yerde derinlemesine açamayacağımı söylediğim ikilem aslında ileri mi yoksa geri mi sorusunda tıkanıyor. Batıya giderek kızını modern bir şekilde yetiştirmek isteyen anne Simin ile Alzheimer hastası babasını bırakamayacağı için bu göçe karşı çıkan Nader; kendi içinde modernite ve muhafazakarlık çizgilerini belirliyor. Bu bakımdan filmdeki bu çatışma merkezi ve anlatım filmi İran’dan alıp küresel anlamda anlamlı hale getiriyor. Yapısal akrabaları Bergman’ın Scenes from a Marriage ve Benton’un Kramer vs. Kramer’i ile bu çiftin uzlaşmazlıkları arasında ortak noktalar bulmak mümkün olmakla beraber toplumsal ayrıt ve Farhadi’nin mahareti filmi daha eşsiz bir noktaya çıkarmaya yetiyor.

Teknik anlamda ise film akıyor. Durağanlık neredeyse yok gibi. Çok söz söylemeyen çok fazla laf var ama gevezelik yok. Bir sürü cümle var ama yargı veya hüküm yok. Konusunun ağırlığına ve hikaye ilerledikçe üzerine daha fazla ahlaki ve vicdani yük almasına rağmen şişmeyen bir metin var. İzleyicinin bir an bile sıkılmasına müsaade etmeyen ağır bir konu ancak bu denli ustaca ortaya konabilir. Nader’i oynayan Peyman Moadi, Simin’i oynayan Leila Hatami oyunculuk adına hayat boyu övgü alacakları performansları bir filme sığdırıyorlar. Birçok uluslararası ödül de bu durumu taçlandırdı zaten. Kızları Termeh’i oynayan aynı zamanda Asghar Farhadi’nin kızı Sarina Farhadi babasının yüzünü kara çıkarmayacak bir oyunla yükünün altından başarı ile kalkıyor. Benim takıldığım oyunculuk ise Nader’in babasını oynayan Ali-Asghar Shahbazi oluyor. İzlerken uzunca bir süre gerçekten Alzheimer’dan mustarip biri mi yoksa büyük bir oyunculuk gösterisi mi emin olamadım. Genelde abartılı bir biçimde oyunculuk yapılan bu hastalığı o kadar yalın ve güçlü bir biçimde sergilemiş ki şaşırdım kaldım. Bir de hasta bakıcı fakir kadın rolünde Sareh Bayat; bir oyuncu gözleriyle suçu, masumiyeti, vicdanı ve çaresizliği bu kadar mı güzel verir? Hayran kaldım.

İran Sineması Abbas Kiorastami, Amir Naderi, Mohsen Makhmalbaf, Jafar Panahi ve Majid Majidi’den sonra yeni kahramanını bulmuş görünüyor. Baskının sonucu simgesel veya pastoral anlatımlarla güçlenen İran sineması adına daha başka bir şekilde bakabilmeyi başaran bir damar var Farhadi’de. Eminim büyük bir okuyucu ve entelektüel düzeyi yüksek bir kişi olmasının da sinemasına katkısı büyüktür. Başka türlü nasıl böyle bir film çekilir bilemem.

ⁱ Dostoyevski Poetikasının Sorunları – Mikhail Bakhtin


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Yorumlar

Bir cevap yazın