Pride and Prejudice, Atonement, The Soloist, Hanna.. Size de bir yerlerden tanıdık geliyor değil mi bu filmler? Evet tahmin ettiğiniz üzere mevzu bahis filmlerin yönetmeni Joe Wright hakkında konuşuyoruz.
1972 yılının ılıman Ağustos ayında Londra’da dünyaya geldi. Tiyatrocu bir aileye sahip olan Wright, bunun vermiş olduğu rahatlık ile hem edebiyata hem de filmlere merak saldı.
Tam bir edebiyat kurdu olan Joe Wright’ın çok fazla sayıda olmayan filmlerine göz attığımızda zaten bunu hemen anlıyoruz. Çoğu filmi ve yönettiği bir-iki dizi ünlü İngiliz eserlerden uyarlamalar. Çocukluğunda okuduğu onlarca eseri yıllarca hayallerinde tutmuş ve onları ölümsüzleştireceği zamanı beklemiş bir adamdan bahsediyoruz. Bu süre zarfında da elindeki Super 8 kamera ile oradan oraya koşturmuş, eşi dostu çekerek birşeyler öğrenmiş.
Film alanında eğitimine Central St Martins kolejinde devam ederken son yılında BBC’ye kısa bir film yapmak için burs kazanır. Joe Wright, ilk film denemesi olan Crocodile Snap ile 1997 Chicago Uluslararası Film Festivalinde ve 1998 BAFTA’da en iyi kısa film ödülünü kazanır. Aldığı ödül sayesinde bir miktar tanınırlık kazanan Joe Wright, birkaç dizi projesi ile yönetmenlik alanında yavaştan pişmeye başlar. Herşeyini İngiltere uğruna yapan Joe Wright, Charles II: The Power and The Passion mini dizisiyle içinde bulunduğu ikinci proje ile de BAFTA ödülü kazanır. El attığı her işte bir ödül bulundurmaya başlamasıyla, hayatının nihai amacı olan uzun metrajlı film çekimlerine yönelmeye başlar.
2005 yapımı ilk uzun metrajlı filmi olan Pride and Prejudice (Aşk ve Gurur) ile ciddi anlamda yönetmenliğe harika bir başlangıç yapıyor kanımca. Zaten bu filmle birlikte Keira Knightley, Brenda Blethyn ve müzisyen Dario Marianelli ile çok uzun süre devam edecek olan dostluklarını kurar Joe Wright. Hikayeyi derinlemesine ve ağır ağır işlemesinden ziyade, yönetmenlik olarak gayet dolgun bir iş çıkarıyor. Gerek ışık, gerek plan tonlamalarını harika kullanarak tadına doyulmaz bir dram ortaya koyuyor ve kariyerine devam edebilmesi için gerekli referansları topluyor. Filmde, hemen herşeyi ile orjinaline sadık şekilde, oyuncusundan lokasyonuna, İngiliz damgası var. Jane Austen’ın yıllar boyunca en çok yorumlanmış ve tekrar tekrar çekilmiş eserlerinden biri olan Pride and Prejudice, bu filmin başarısı ve hala hatırlanması sebebi ile yönetmenler tarafından uzun süredir rahat bırakılmakta.
2007 yılında çektiği ve her anlamda kendisini zirveye taşıyan bir filmi var. Defalarca izlense de tadına doyulmuyor bir türlü Atonement’ın (Kefaret). İngiliz yazar Ian McEwan’ın eserinden uyarlama olan proje, ihanet ile sarsılan ve birbirine bir türlü kavuşamayan iki aşığın yürek burkan hikayesini anlatıyor. Çok da fazla uzatmadan acaba neresinden bahsetsem bu filmin diye düşünüyorum. Şahsımı en derinden etkileyen filmler arasında bayağı iyi bir yere sahip. Atonement’ı izlerken Joe Wright’ın ne kadar usta bir yönetmen olduğunu deyim yerindeyse ‘şak’ diye anlıyoruz. Kusursuz kurgusu, göz kamaştıran iç çekimleri, oyuncu seçimleri ile dramın dibine vuruyoruz. Wright bize hikayesini o kadar içten anlatıyor ki filmde, seyirciye kendilerini karakterler ile özdeşleştirmeyi başartıyor. Başrolde Keira Knightley ile ikide iki yaparken, Saoirse Ronan ile de ilk gösterimini yapıyor yönetmen. Daha 35 yaşındayken çektiği bu film, o senenin Venedik Film Festivalinin açılış filmi oluyor ve festivale açılış filmi koyulan en genç yönetmen oluveriyor. İkinci projesi olduğundan, filmde yönetmenin ‘trademark’ olarak adlandırılan kendine özel alameti farikalarını da keşfediyoruz ve Joe Wright’ın. Tek plan çekimlerdeki başarısını, Atonement ile efsaneleşen 5 dakikalık kesintisiz sahne ile farkediyoruz. Kendisinin de arka planda ufak bir görünüp kaybolduğu tek plan, bugün bile hala konuşulan enfes çekimlerden biri. 1000 kişiden fazla bir ekip ile çekilen bu beş dakikalık sahneyi kaydeden kamera operatörü Peter Robertson’a saygılarımızı sunuyoruz.
Joe Wright, 2009 yılındaki The Soloist (Virtüöz) filmi ile ufak bir tarz değişikliği yapıyor. Steve Lopez’in kitabından uyarlanan biyografide yönetmen ilk defa başrollerini İngiliz kökenli olmayan oyunculardan seçiyor. Ekip seçiminde çok sadık davranan Wright, diğer iki filminden ayrı bir kadro ile çalışıyor. Tek istisna ise Atonement filmine bestelediği müzikler ile Oscar kazanan başarılı müzisyen Dario Marianelli. Julliard eğitimli evsiz bir müzisyen olan Nathaniel Ayers’ın gerçek hikayesini anlatan filmde Robert Downey Jr.’a eşlik eden Jamie Foxx’un performansı ise göz dolduruyor. Teknik olarak harikalar yaratılması beklenmeyen bir film olan The Soloist hakkında Joe Wright için orta halli bir çalışma diyebiliriz.
Geride bıraktığımız 2011 yılı içerisinde vizyona girmiş olan Hanna ile aksiyondaki yeteneğini görebiliyoruz Joe Wright’ın. Açıkçası pek övgü almayan film, yönetmenin kronolojisindeki tek zayıf halka. Hikayenin çok hızlı şekilde akması ve seyircinin karakterler ile iletişim kuramaması, filmin puanını aşağı çeken faktörlerden. Fakat yine de teknik olarak filme kötü diyemiyoruz. Eric Bana, Saoirse Ronan ve Cate Blanchett’ın başrolleri paylaştığı film, öldürücü darbeyi soundtrack’leri ile yapıyor. Joe Wright’ın çıraklık dönemlerinde birkaç görsel projede beraber çalıştığı The Chemical Brothers, filmin temposuna uygun müzikler ile filmden ziyade dinlenebilir bir albüm sunuyor bize. Yönetmen yine kesintisiz tek plan bir dövüş sahnesi ile imzasını da atıyor filme.
2012 yılının sonunda vizyona girecek olan Tolstoy’un eserinden uyarlama Anna Karenina ile uzun bir süre sonra kendi uzmanlık alanına dönmüş olacak, hem de favori oyuncusu Keira Knightley ve ekranların aranan yüzü Jude Law ile.
Yaratıcı yönetmen, son olarak Chanel’in yeni reklam filmini çekti. Tahmin edebileceğiniz üzere kamera önünde yine Keira Knightley bulunuyor. Knightley’nin yüzünü kullanmaktan hiç sıkılmayan Joe Wright’ın bu üç buçuk dakikalık kısa filminde, reklam alanında 2005’ten önce edindiği tecrübeleri unutmadığını ve aslında her alana açık olduğunu anlamak güç değil.
Giderek yükselen bir profile sahip olan Joe Wright, geleceğin altın yönetmenlerinden biri olmaya aday. Eline sazı aldığında neler yapabileceğini bize göstermek için daha çok zamanı olacak. 21. yüzyıla pek ısınamayanlar için bir öncekine kaçışta son tren görevini üstlenmiş. Özellikle dramatik konuları işlemedeki başarısı ve karışık kurguların içinden kolaylıkla çıkabilmesi, diğer karakteristik özellikleri ile birleştirildiğinde, onu takip etmemiz gereken yönetmenlerden biri haline getiriyor. Bu tavsiyemizi tutun derim, pişman olmayacağınıza dair bir kuvvetli his var içimde.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.