Joy: Amerikan Rüyasının Süpürülüşü

Son yıllarda Hollywood’un ödül sezonlarında adı anılmaya başlayan David O. Russell, yeni filmi “Joy” ile yine ödül listerilerinde adını duyurmaya başladı. Çeşitli eleştirmen birlikleri tarafından listelerde yer bulsa da, filmin en çok öne çıkan kısmı Jennifer Lawrence’ın oyunculuğu oldu. Hatta son anda görmezden gelinmezse, ödül alamasa da adaylığı yüksek oranlı isimlerden biri olarak dikkat çekiyor.

Peki Joy genel çevreler tarafından beğenildi mi? Sektör bakımından kabul görse de, film yaptığı kritik hatalarla çoğunlukla eleştirilmeye başlandı. Bunların en başında filmin en büyük eksisi olarak savruk kurgusu öne çıkıyor. Öylesine dikkat dağıtıcı bir anlatımla başlıyor ki Joy, daha sonradan kendini toparlayan kurgu bir türlü rayına oturamıyor. Buna ek olarak senaryosundaki yenilik barındırmayan unsurlar, izleyici bakımından düz bir filme dönüşmesine neden oluyor.

Filmin konusunun bir nevi viledanın öncüsü süpürgenin mucidinin hikâyesi olması, ister istemez pazarlama sektörünün gelişiminin de filmin konusuna dahil olmasına neden oluyor. Bu bağlamda kendince Joy adlı karaktere yoğunlaşmak isteyen film, travmatik bir mizah anlayışının içinde hayatta kalmaya çalışıyor.

Amerikan banliyö hayatının elverişsizlikleri ile David O. Russell filmlerinde çokça rastladığımız antipatik karakterlerin de dahil olmasıyla son derece depresif bir filmin içinde kendimizi buluyoruz. Film cinnetin sınırlarında  çok ince bir mizah anlayışıyla ilerlerken adeta bir kâbusu andırıyor. Özellikle bir formülün parçası olduğunu bildiğimiz abartılı karakterlerini bir kenara bırakırsak; Joy karakteri olabildiğince normal olmayı başararak yer yer samimi bir havaya bürünen filmin ayakta kalan en temel direği olarak öne çıkıyor.

Russell sinemasında gizli cevher yan karakterlere rastlamamız olası olduğundan, bu filmde de bu tip bir karakterin varlığı bana kalırsa ödül listelerinde geçmese de, filminönemli kozlarından biri denilebilir. Virginia Madsen’in canlandırdığı anne karakteri, yatağından zar zor çıkan arızalı özellikleriyle filmin keşfedilmeye bekleyen noktalarından biri denilebilir. Bu karakterin sürekli izlediği pembe dizilerin içinde Joy’un yaşantısından izler bulmak, aniden patlak veren tartışmaların merkezine yerleşmesi akla gelen anektotlardan sadece bazıları olarak nitelendirilebilir.

Amerikan rüyâsının kabusa dönüşmesine çokça rastladığımızdan, bu filmde de rastlamamız büyük bir yenilik sayılmayabilir. Ancak pazarlama mantığıyla insanların ne kadar kolay sömürelebileceğini anlatan film, Amerikan toplumunun küçük bir tahlilini yaparken, toplum eleştirisi yapmayı unutmuyor. Bu bağlamda yer yer “Revolutionary Road” ile akrabalık bağları içeriyor. Mükemmel gözüken Amerikan aile yapısının aslında kendi içlerinde çok ince iplerle bağlı olmasından kaynaklı olarak dağılmaya müsait oluşu, filmin sırtını yasladığı etmenlerin başında geliyor.

screen-shot-2015-07-15-at-10-41-30-am

Ancak senaryonun gedikleri çok kolay su aldığından, batmaya müsait bir gemiyi andırıyor. Buna rağmen iyi oyunculukları ve sürükleyici anlatımıyla, şablon filmi olmasıyla Russell filmografisinde orta sıralarda kendine yer edinmeyi başarıyor. Hatta yönetmenin önceki filmleri The Fighter, American Hustle ve Silver Linnings Playbook ile kesişen noktalarını da hesaba kattığımızda, Russell’ın rotasyon yaparak bu filmleri evirip çevirip izleyiciye sunduğu gerçeğini de görmezden gelemiyoruz.

Sonuç olarak sorunlarına rağmen seyir keyfi yerinde bir film Joy… Yer yer yaptığı tespitlerle ve American Hustle’a göre daha samimi yapısıyla ortalama bir filmle karşı karşıyayız. Joy, yönetmenin filmografisinde önceki filmlerden biri olsaydı, belki de bu kadar eleştirilmeyecekti. Ancak önceki filmler referans alındığında önümüze gelen tek bir gerçek var: Bu da David O. Russell’ın sinemasını yenileme zamanının geldiği gerçeği denilebilir. Belki de Bradley Cooper ve Jennifer Lawrence ikilisini bir süre yan yana getirmemesi ve yeni oyuncularla çalışması kariyeri adına daha yararlı olacaktır.


Yayımlandı

kategorisi

yazarı: