Jupiter Ascending: Büyük Bütçeli B Filmleri Kuşağı…


2000li yılların başlarında sinemaya damga vuran filmler üzerine düşündüğümüzde aklımıza ister istemez The Matrix geliyordu. Şu an bile bilimkurgu filmleri söz konusu olduğunda The Matrix‘i anmadan edemiyoruz. Filmin çıtası o kadar yüksekti ki, Hollywood dünyasında bir aksiyon filminden beklenmeyecek derinlikte bir felsefeye sahipti. Sonrasında The Matrix‘in açtığı kapıdan çok film girmeyi denese de, kapı aralığında sıkışarak kayboldular. Filmin yönetmenleri Wachowski Kardeşler bir anda A kategori yönetmenler sınıfına geçiş yapmışlardı.

Ancak Matrix serüveni bittiğinde bu ikilinin neler yapabileceği hakkında kimsenin fikri yoktu. Tıpkı Peter Jackson’ın Yüzüklerin Efendisi’nden sonra düştüğü duruma benzer bir duruma düşmüşlerdi. Nitekim bu baskıya dayanamadılar ve Matrix üçlemesinden sonra çektikleri ilk  film olan Speed Racer ile inanılmaz kötü eleştirilere maruz kaldılar. Belli ki hem seyirciler hem de eleştirmenlere göre çıta o kadar yükselmişti ki, eğlenceli bir çocuk filmi gibi duran animeden bozma Speed Racer sınıfta kaldı. Wachowskiler ise bunun üzerine sessizliğe büründüler. Yeni maceraları, roman uyarlaması olarak zorlayıcı bir yapımdı. Cloud Atlas içinde barındırdığı altı farklı hikâyeyi karışık bir kurguyla anlatmaya çalışıyordu. Filmi sevenler kadar sevmeyenler de çoktu. Ben sevenlerden yana olduğumdan, Wachowskiler’in Matrix’ten sonra ilk isabetlerinin bu film olduğunu düşündüm. Şimdiyse yeni filmleri sorunlu bir vizyon stratejisinden sonra izleyicilerin karşısına çıkmaya hazırlanıyor. Bakalım Wachowskiler bu sefer seyirciyi tatmin edebilecekler mi?

jupiter2

Filmin konusuna kısaca değinirsek… Jupiter Ascending kendi içinde bir mit yaratmaya çalışıyor. Dünya bildiğimiz dünya değildir. Gezegenlerin yöneticileri vardır. Her gezegenin sahibi, kaynakları kullanarak kendi doğal yaşam ihtiyaçlarını karşılamaya çalışır. Dünya da gezegenler arasında en verimli olanlarından biridir. Bu yüzden de çok değerlidir. Abrasax galaksi hanedanın üç varisi de bu gezegeni işletip zenginliğin tadını çıkarmayı hedeflemektedir. Bu yüzden de annelerinin reenkarnasyonu Jupiter adlı kadını bulup Dünya’nın kime ait olduğunu kararlaştıracaklardır. Tabii her varisin farklı bir karakteri olduğundan hepsi farklı yöntemler uygularlar. Balem acımasız ve gaddardır, bu yüzden yaratıklarını yollayıp suikastla işi bitirmek ister. Ancak diğer varislerden Titus, Jupiter’i kurtarmak için Caine adında eski asker-mahkûm bir adamı yollar. Bundan böyle Caine, ne olursa olsun Jupiter’i korumaya çalışır.

Dikkatli bakarsanız hikâye biraz tanıdık geliyor değil mi? Wachowskiler Matrix filminde yaptıkları gibi biraz Yunan mitolojisinden referans alarak tanrılar ve onların hizmetkârları arasında bir bağlantı kuruyorlar. Tabii bunu yaparken karakterleri birazcık değiştiriyorlar. Ancak temeline baktığımızda Balem, Kalique ve Titus; Zeus, Poseidon ve Hades’ten çok da farklı değiller. Bir nevi Herkül’leri çağırırcasına Jupiter’e yoğunlaşıyorlar. Tabii bu sefer savaşçıdan çok bir kraliçe olarak bilinen miti farklılaştırıyorlar. Sonuç olarak Dünya tanrıların biraz çiftliği, biraz da oyun alanı haline geliyor.

Üstelik insanlık tarihi bu kurmaca hikâyenin içinde açıklardan yararlanılarak değiştiriliyor. Böylece film kendi ütopyasında bildiği kurallarla ilerlemeye çalışıyor. Dinozorlara, arılara ve bunun gibi bazı ayrıntıların başkalaştırılması sonucunda hayal gücünün farklı loblarına yeni teoriler yedirilmeye çalışılıyor. Tabii bu bağlamda bilimsel kaynaklar göstermektense, karakterlere sığ açıklamalar yaptırmakla yetiniyor.

Filmin temel klişelerinden biri de aslına bakarsanız soylular ve sıradan halk ikilemi denilebilir. Soylular kapitalizmin sembolleri olarak karşımıza çıkıyorlar. Temel olarak ticaret ve tüketme felsefesi yüzünden diğer ırkları görmezden gelen bu tanrı görünümlü farklı gezegenliler, kendi içlerinde Abrasax soyundan gelen yöneticiler ve onlara hizmet eden memur sınıfı, askerler ve sivil halktan oluşuyor. Günümüz dünyasından çok da uzak olmayan bu kavramlar filmin kendi ütopyasına çok zorlanmadan uyarlanıyorlar.

jupiter1jpg

Wachovskiler’in aynı zamanda asker sınıfını meleklere benzeterek bir nevi tanrı ve onun düşmüş melekleri konseptine bağlı kalarak dini öğelere de uzak durmadığını söyleyebiliriz. Hatta Jupiter’in koruyucusu Caine bu bağlamda yardım meleği konumunda; belli kodlara bağlı kalarak bu benzetmenin hiç de haksız olmadığını kanıtlıyor.

Film kendi içinde farklı farklı filmlere göndermeler yapıyor. Fifth Element, Back to The Future, The Matrix ve bunun gibi türün sevilen örneklerine yer yer selam çakmayı ihmal etmiyor. Üstelik bunu yaparken Wachowskiler’in kendi beyin dalgalarında geziniyorlar. Böylece bazı planlar, çekimler size bilindik kültleşmiş örnekleri hatırlatıyor.

Hikâyenin bilimkurgu kısımlarından kaynaklı farklı icatlara rastlayabiliyoruz filmde. Bunların başında uçan motorsiklet benzeri araçlar, yerçekimi botları, göğse yerleştirilen oksijen kutuları, mekânlara girmeyi kolaylaştıran ışık huzmesi şeklindeki bir nevi kara delik bozması aletler gibi çeşitlemeler hayal gücü örneklerinden bazıları olarak örneklendirilebilir.

Jupiter Ascending‘in olumsuz  yanları da yok değil. Özellikle klişelere fazlaca başvurması filmin en büyük handikapı denilebilir. Son dakikada kurtulma sahneleri, tek bir adamın kocaman orduları devirmesi, kötü adamların ilk hamlede ölmemesi vb. gibi tonla klişe filmin içinde göze fazlaca batıyor.

Geçen senenin gözde filmlerinden Guardians of the Galaxy’yi hatırlatan bazı uzaylı modellemeleri, kertenkele adam gibi karakterler, makyaj tasarımları ve buna ek olarak aksiyon-komedilerde yer alan espri anlayışı, filmdeki kasış romantizm, bir yandan filme sempati duymamıza yol açarken, diğer yandan da iğrenmemize yol açıyor.

Oyunculara baktığımızda Mila Kunis, Channing Tatum ve Eddie Redmayne gibi gözde oyunculara rastlıyoruz. Mila Kunis bir romantik komedi filmi edasında filmin mizah yükünü sırtlamaya çalışırken, Channing Tatum ise Foxcatcher’daki oyunculuğunu aratır şekilde bir aksiyon figürü olmaktan öteye gidemiyor. Aynı şeyi Eddie Redmayne için de söyleyebiliriz. Theory of Everything’te canlandırdığı ünlü bilim adamı Hawking rolünde yıldızlaşırken, bu filmde zorlama bir oyunculuğa girişmiş. Zaten boğuk olan ses tonunu daha da boğuklaştırarak, karakterin söylediklerinin zaman zaman anlaşılmaz olmasına sebep olmuş. Redmayne’in belki de filmdeki en büyük sorunu, sırf bağırmakla kötü adam olunabileceği yanılgısına yenik düşmesi de denilebilir.

jupiter3

Yan rollerde ise yine önemli isimler göze çarpıyor. Anne rolünde Orphan Black dizisinden anımsayabileceğiniz Maria Doyle Kenedy, dizideki karakterine paralel bir portre daha çiziyor. Bu seferki karakteri daha iki boyutlu ve daha az gizemli olduğundan silik bir figür olmaktan öteye gidemiyor. Douglas Booth, Titus rolünde gençlik dizilerinden fırlamış yapay oyunculara benzerken, Tuppence Middleton rolünün azlığına kurban gidiyor. Bu karakter üzerine biraz daha gidilse, son derece sürprizli bir kötü karakter yaratılabilirdi. Kimbilir belki de devam filmlerine yeşil ışık yakılırsa, bu fikrin uygulamasına da tanıklık edebiliriz.

Rinko Kikuchi, Cloud Atlas’taki gibi Wachowski’lerin yeni projesinde onları yalnız bırakmıyor. Küçücük bir rolde neredeyse jeneriğe bile dahil olmadan filmdeki yerini alıyor. Sean Bean, ara kilit karakterlerden birini oynasa da, nedense belli bilgileri verdikten sonra figuranı andıran bir karaktere dönüşmesi, filmin genel olarak karakterlerine yoğunlaşmamasından kaynaklı inandırıcılık düzeyini alt seviyeye indiriyor.

Sonuç olarak Wachowskiler sinemaya eğlencelik bir film kazandırıyorlar. Yer yer ucuz efektleri, yapay duran makyaj ve dekorları ve kimi sahnelerdeki abartılarla Jupiter Ascending büyük bütçeli bir B film olmaktan öteye gidemiyor. Ancak kurgudaki beceri sayesinde filmin süresi su gibi akıp geçiyor. Hollywood kalıplarını doğru bir şekilde uygulayarak seyircisine keyifli vakit geçirtebiliyor. Ancak içindeki yapaylık, 3 boyutlu gözlüklerle izlesek de 2 boyutlu karakterleri, klişe sahne ve diyaloglarıyla ne bir Matrix ne de yeni bir Cloud Atlas ortaya koyabiliyor. Wachowskiler kendi filmografilerinde ara bir noktaya  yerleştiriyorlar bu filmi. Her şeyi bir kenara bırakıp sinemanın iyi vakit geçirmek için olduğunu düşünürsek Jupiter Ascending‘e şans vermenizde bir sakınca olmadığını söyleyebilirim. Ama ben bir başyapıt arıyorum diyorsanız es geçin, çünkü popcorn filmi olmaktan öteye gidemiyor.

Buradan sonrası spoiler içerir.

Not 1: Wachowskiler’den Lana cinsiyetini değiştirmeden önce kullanılan Wachowski Brothers tabiri bu filmle beraber Wachowskis‘e dönüşüyor.

Not 2: Filmin belki de en devrimci ve klişe yıkan kısmı oyuncu Sean Bean’in bu filmde ölmemesi olduğu söylenebilir. Malum, ölmediği film sayısının iki elin parmaklarını geçmediğini düşünürsek, bana göre son derece devrimci bir olay sayılabilir.


Leave a Reply