Kadın Filmleri, Kadın Sinemacılar, Kadın Sineması

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde dünya sinemasında öne çıkan kadın sinemacılar, onların çektiği kadın filmleri ve genel olarak kadın sinemasında bir tur atalım dedik.
Erkek yönetmenlerin çektiği kadın filmlerinin bu turda yer almadığını baştan söyleyelim…

Alice Guy Blache

Tarihin ilk kadın yönetmeni, senaristi ve yapımcısı… Ve tüm kadın sinemacılar arasında hala en çok film çekmiş isim… 1896 ile 1922 arasında aralarında Vie Du Christ, The Great Adventure, Cupid & The Comet gibi klasiklerin de olduğu 100’den fazla film çekti. Yarattığı film grameriyle Alfred Hitchcock’a kadar uzanan yönetmenleri etkiledi.

Dorothy Arzner

1930’larda ABD’de film çekebilen belki de tek kadın yönetmen olarak mümkün olan en net feminist mesajları vermekten çekinmiyordu. “Dance, Girl, Dance”te Arzner’in sinemasının ve mesajlarının gücü pek çok sahnede kendini gösterdi.

Lotte Reiniger

Tarihin günümüze kalan en eski animasyon filmi Prens Ahmet’in maceraları farklı tekniklerle sinemasını geliştiren Lotte Reiniger’in eseridir. Her sinemaseverin izlemesi gereken bir başyapıttır.

Ida Lupino

2010’lu yılların sonuna doğru gelirken kadınların Hollywood’da yaşadığı sorunları düşünün. Ve bunun üstüne 60 yıl geri giderek 1950’li yılların durumunu hayal etmeye çalışın. Feminist ve kadın özgürlüğünü öne çıkaran hareketler 60’lı yıllar kadar güçlü değilken, kadınların bayrağını Hollywood’da dalgalandıran isim Ida Lupino’ydu. Oyunculuktan gelen Lupino, genelde gişeye yönelik filmlerini kendi yönetir, yazar, yapımcılığını da kendi üstlenirdi. Filmleri genelde popüler gibi görünse de kadınların başrol oynadığı, kadın hikayelerinin anlatıldığı, kadınların sorunlarının masaya yatırıldığı yapımlardı. Tabi ki Hollywood’un Scorsese’nin ismini koyduğu “Bir endüstri için, bir de kendim için” kuralına o da uydu ve western’den, bilim-kurguya kadar birçok film çekti.

Lupino’nun Hollywood sınırları içinde kalmak kaydıyla çektiği en başarılı kadın filmi ise The Trouble with Angels oldu. Katolik okulunda, iki kadın öğrencinin yaşadıklarını aktaran Lupino genelde erkekler üzerinden anlatılan okul hikayelerine kadın boyutunu getirdi.

Amy Heckerling

Ida Lupino 50’ler için ne ifade ediyorsa, Amy Heckerling de 80’ler için aynı şeyleri ifade ediyordu. 80’lerle birlikte yükselen kapitalizm ve tüketim alışkanlıklarıyla gerileyen feminist hareket, Hollywood’da da “sex sells” kuralının geçerli olmasını sağladı. Heckerling, bu misojenist ortamda Fast Times at Ridgemont High, European Vacation, Look Who’s Talking serisi gibi önemli gişe getiren filmlere imza attı. Kadın hikayesi anlatan ender filmlerinden biri ise, her ne kadar feminizme çok uzak bir yapım olsa da Clueless’tır. Jane Austen’ın Emma’sının modern uyarlaması olan film aptal sayılabilecek zengin bir kızın lisedeki “yarı” aydınlanma öyküsünü anlatır. Günümüzden geriye bakınca pek feminist sayılmaz belki ama dönemin şartlarında radikal bile sayılabilir.

Margarethe von Trotta

Kız Kardeşler Üçlemesi, Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru, Rosa Luxemburg, Hannah Arendt ilk akla gelen filmleri… Von Trotta ilk filmini çektiği 1975’ten beri kadın sinemasının en güçlü seslerinden biri…
Biraz zamanınız varsa 35 dakikalık bu ayrıntılı röportajı izlemenizi öneririz…

Marguerite Duras

Yazarlıktan veya başka sanat dallarından sinema yönetmenliğine geçiş zorludur. Marguerite Duras, bu zor uğraşın altından başarıyla kalktı, kısa-uzun 20’ye yakın film çekti. Romanları, oyunları sinema filmlerine çevrildi. Hiroshima Mon Amour gibi bir başyapıt onun sayesinde var oldu. Filmleriyle deneysel sinema başta olmak üzere birçok türün akışını değiştirdi.

Jane Campion

A Girl’s Own Story, Two Friends, Sweetie, An Angel at My Table, Portrait of a Lady, In the Cut, Bright Star, TV dizisi Top of the Lake ve tabi ki Piano… Kadın hikayelerini bu kadar yüksek kalitede bir sinemayla anlatan çok az isim var…

Agnès Varda

90 yaşına yaklaşan, 1955’ten beri sinemanın içinde olan, sinema tarihini değiştiren akımların içinde en yaratıcı ve özel isimlerden biri olarak yer alan, her verdiği eserle sosyal değişimlere, kadının dünyadaki yerine dair sorular yönelten çok özel bir isim…

Festivallerdeki tavırlarını, zaman zaman karşılaştığı ciddi sert açıklamalar karşısındaki duruşunu “Kadınlar kendine gülebilmeli, kendileriyle dalga geçebilmeli. Çünkü kaybedebilecekleri hiçbirşey yok” sözleriyle açıklayan, tüm sinefillerin elinden tutan ve onları büyüleyen kadın.

Maya Deren

Sinemada sonsuz form, sonsuz anlatım biçimi, izleyiciyle sonsuz farklı ilişki kurma biçimi var. Bu formları ve anlatım biçimlerini en yaratıcı şekilde arayıp bulan isimlerden biri Maya Deren oldu. Avantgarde sinemaya yön veren isimlerin başında gelen Maya Deren aramızdan genç yaşta ayrıldı.

Chantal Akerman

Chantal Akerman, sadece “Jeanne Dielman, 23 Quai du Commerce, 1080 Bruxelles”i çekip sinemayı bıraksa bile yedinci sanata ve feminizme yön vermiş olacaktı. Ama sinema yaşamını 40 yıla yaydı ve hep iyi düşünülmüş, iyi çekilmiş filmlerle karşımıza çıktı. 2015 yılında 65 yaşında kaybettiğimizde usta bir yönetmenin olgunluk dönemini göremeyeceğimizi anladık ve çok üzüldük.

https://www.youtube.com/watch?v=YSa4z6OioeY

Lucrecia Martel

Arjantin ve Güney Amerika kadın sinemacılar için zor bir alan. Bölge sinemacılarının en büyük sorunlarınan, biri hem kadın, hem de erkek izleyicilerin bu bölgeden gelen filmlerde tutku, aşk, sert, devrimci politik mesajlar aramaları. Lucrecia Martel, tutkulu latin filmleri bekleyen izleyicilere hazmı zor ama ağızda güzel tatlar bırakan filmler sunuyor. La Nina Santa, din ve cinsel tutkuları arasında kalan bir genç kızın öyküsünü anlatırken, maço latin erkeklerin zayıflıklarını aktarıyordu.

Ann Hui

Bugün Hong Kong dünya sinema haritasında bir yerdeyse bunu Ann Hui’nin de arasında olduğu Yeni Dalga sinemacılarına borçlu… Hui, sadece Hong Kong’a değil uzak doğu sinemasının yeni kuşağına da dikkatle bakılmasını sağlayan filmlerinde kadın hikayeleri anlattı, değişen toplumda kadının yerini bulma çabalarını işledi. Kadının değişen uzakdoğu kültürü içinde yaşadığı sorunları anlatan Night and Fog, ülkemize de yabancı olmayan konulara eğilen eşsiz bir yapımdır.

Bilge Olgaç

Ülkemiz sinemasının en önemli yönetmenlerinden biri olarak hep toplumsal sorunları odağına aldı. Bir Gün Mutlaka, Kaşık Düşmanı, Kurşun Adres Sormaz gibi ülkemiz sinemasında görünmeyen bir cesaretle filmler çekti. Kendisini çok erken yaşta kaybettik…

https://www.youtube.com/watch?v=54p9L2keEYI

Birsen Kaya

Sinemamızın en üretken, en çok filmde görev yapan isimlerinden biri olan Birsen Kaya senaryolarını da kendisi yazarak filmler çekti. Avantür sinema başta olmak üzere pek çok farklı türde filmler çekti.

Mary Harron

Az ama öz film çeken ustalardan Marry Harron’ı popüler sinema izleyicileri American Psycho’dan hatırlar… Ancak 1996’da yönettiği ilk film I Shot Andy Warhol’da hem yeteneklerini göstermiş, hem de iyi bir kadın öyküsü anlatmıştır. Filmin isminde Andy Warhol olması sizi yanıltmasın, bu Valerie Solanas’ın hikayesi…

https://www.youtube.com/watch?v=QsMJlhF-tPs

Lynne Ramsay

Ratcatcher, Morvern Callar ve We Need to Talk about Kevin’ı dünya sinemasına kazandıran bir yeteneği kadın sineması ve kadın filmleri konusunda bir derleme yaparken anmamak olmaz. Detaylara verdiği önem, her sahnesini sabırla ve özveriyle işlediğini sinemasever olarak hissediyor olmanız onu “Daha çok film çeksin, hep çeksin, hiç durmasın” sözleriyle anmamıza neden oluyor.

Ava DuVernay

Siyahi bir kadın yönetmen olarak her çektiği filmle ilkleri başaran, bir tabudeviren Ava DuVernay. Hollywood’un tarih kitaplarını yeniden yazmadan önce ilk adımı, çok dokunaklı ve özel bir kadın hikayesi I Will Follow ile atmıştı…

Kelly Reichardt

Bağımsız sinemanın en iyi yönetmenlerinden biri olması bir yana Wendy and Lucy’deki yönetimi her türlü övgüyü hak eden bir yönetmen… Dünya üzerinde çabalayan, yaşamaya çalışan, zor koşullarda mutlu olmaya çalışan insanlara “Anlatılan senin hikayendir” diyerek gösterilebilecek bir film…

Sally Potter

The Tango Lesson, The Man Who Cried, Ginger & Rosa gibi önemli filmlerde farklı hikayelere birbirinden farklı stillerle yaklaşan yönetmen Sally Potter’ın Orlando’su yine bu turda özel bir yeri hak ediyor. Özellikle Tilda Swinton’ın oyunuyla taçlanan Virginia Woolf öyküsü her yönüyle çarpıcı bir eser…

https://www.youtube.com/watch?v=gbDFcoXkj7U

Catherine Breillat

A Real Young Girl ile Fransa gibi özgürlükleriyle övünen bir ülkede bile yasaklanan, Romance X, Anatomy of Hell gibi filmlerinde pornografi sınırlarını zorlayan bir yönetmen Catherine Breillat… Filmlerindeki dozu arttırılmış şiddeti ve pornografiyi, “Erkeklere yakıştırılan rolleri kadına uyarlıyorum” sözleriyle anlatıyor. Fat Girl’deki başarısının üzerine çıkamadığını kendi de itiraf ediyor.

https://www.youtube.com/watch?v=rHRJRbM2EAg

Şirin Neşat

Zanan Bedun-e Mardan (Erkeksiz Kadınlar) İran’da İslam Devrimi ile başlayan değişimin 4 kadının hikayesi üzerinden anlatıldığı bir film… Aslında bir enstalasyon sanatçısı olan Neşat öyküsünü anlatırken farklı sanat dalları ve formlarından sıkça yararlandı.

Marjane Satrapi

Marjane Satrapi, kendimize çok uzak gördüğümüz ama çok da yakın olduğumuz hikayesini anlatırken kadın dayanışmasına dair söyleyecekleri de vardı.

Lina Wertmüller

Asıl ismi Arcangela Felice Assunta Wertmüller von Elgg Spañol von Braueich olan ve bu isimden de anlaşılacağı gibi aristokrat bir aileye doğan Lina Wertmüller, çocukluğundan itibaren burjuva yaşamının getirdiği herşeye isyan etti. Bu isyanını da sinemayla görselleştirdi.
Anarşist ve feminist yönetmen kendi mensup olduğu akımları da filmlerinde eleştirmekten geri durmadı, yaşadığı açmazları sinema yoluyla çözmeye çalıştı… Seven Beauties, The Seduction of Mimi, Love and Anarchy ve Swept Away Wertmüller kadın yönetmenler arasında farklı bir yere koyuyor.

Barbra Streisand

Romantik şarkıların ve filmleriyle bildiğimiz Barbra Streisand, çok derin bir feminist damarı da temsil eder. Kendi yazıp, yönettiği ve başrolünü oynadığı Yentl’da musevi bir kadının patriyarkayla komik ve hüzünlü ilişkisini anlattı. The Mirror Has Two Faces’ta verdiği dersler hala kulaklarımızda…

https://www.youtube.com/watch?v=6PnNRf7JHBk

Kathleen Kennedy

Kadın sinemacıların biyografilerinde en rahatsız edici durum erkek sinemacıların isimlerini de vererek
“şu yönetmenin yanında yetişti” şeklinde yazılan notlar. Bu biyografide ise tam tersi bir durum söz konusu. Scorsese, Zemeckis, Eastwood, Kathleen Kennedy olmasa herşeyi birbirine karıştırır ve film çekemezlerdi. Biz de E.T., Back To The Future, Star Wars izleyemezdik.

Thelma Schoonmaker, Sally Menke

Thelma Schoonmaker olmasa Martin Scorsese olmazdı… Aynı Sally Menke olmasaydı Quentin Tarantino’nun olmayacağı gibi… Zamanlama duyguları, üstün bilgi birikimleri olmasa Scorsese’nin de Tarantino’nun da filmlerinde duygunun eksik kalacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Penny Marshall

Marshall sadece iyi bir kadın yönetmen değil… Aynı zamanda erkeklerin çekmeye korktuğu farklı senaryoları alıp, gişe rekortmenleri haline getiren bir yönetmen… Big’le 100 milyon dolar gişenin üzerine çıkan ilk kadın yönetmen olan, Awakenings’le göz pınarlarımızı kurutan Marshall’ın, dönem filmi A League Of Their Own’la da kadın hareketlerine farklı bir selam gönderdi.

Claire Denis

Chocolat, J’ai pas sommeil, Nénette et Boni, Trouble Every Day, 35 rhums, White Material gibi filmlerle ortalamanın çok üstünde bir yönetmen olduğunu defalarca kanıtlayan Denis’in başyapıtı erkeklerin dünyasına ancak bir kadının atabileceği bakışları yönlendiren Beau Travail’di.

https://www.youtube.com/watch?v=VH4c4MzODoA

Sofia Coppola

Sofia Coppola, özellikle ele aldığı öyküler hakkındaki her türlü tartışmayı bir yana koyarsak ışığın, renklerin, hareketin mükemmel şekilde kullanıldığı, perdenin her santimetrekaresinin detaylarla dolduğu bir sinema… Hareketin, bakışların, dokunuşların ve bazen yatakta uyumanın sözlerin önüne geçtiği bir anlatım…

Maren Ade

2009’da Alle Anderen ile dikkatleri üzerine çekmişti. Yıllar sonra çektiği Toni Erdmann’la ne kadar iyi bir yönetmen olduğunu gösterdi.

Andrea Arnold

İngiliz yönetmen Fish Tank ve Wuthering Heights’in ardından American Honey’le bu yılın en iyi filmlerinden birini ortaya çıkardı. Eleştirmenlerin “Kendi özgün ritminde gerçekçi sinema yapıyor” olarak nitelediği Arnold’un dünyanın farklı bölgelerine kamerasını çevirmesi ve kendi stiliyle insanları anlatması sinema tanrılarından dileğimiz.

Susanne Bier

Danimarkalı yönetmen, Once in a Lifetime, Brothers, After the Wedding, Things We Lost in the Fire, oscar ödüllü In a Better World, A Second Chance ve dizisi The Night Manager ile tür ve konu kaygısı olmadan kamerasını dünyanın farklı bölgelerine, insanlarına ve yaşadıklarına çeviriyor.

Isabel Coixet

İspanyol yönetmen, çok kısa bir sürede kendisini uluslararası bir yönetmen olarak konumladı ve dünyanın dört bir yanında, farklı konularda, önemli oyuncularla filmler çekerek yeteneklerini sergilemeyi sürdürüyor. Nobody Wants the Night, Learning to Drive, White Tide, Map of the Sounds of Tokyo, Elegy, The Secret Life of Words gibi önemli filmlerinin arasından My Life Without Me (Mi vida sin mí) bir kadın hikayesi olarak sıyrılıyor.

Julie Delpy

Before Sunset ile birlikte kamera arkasıyla ilgilenmeye başlayan, kendisini devamlı geliştiren Julie Delpy’nin yönettiği film sayısı 5’i buldu. “2 Days in …” serisiyle komedide, The Countess’le korku-gerilimde iyi filmler çekti.

Nadine Labaki

Lübnan’ın dünya sinemasındaki sesi olmayı başaran Nadine Labaki, bir güzellik salonunda geçen Caramel’den sonra Where Do We Go Now’la kadın hikayeleri anlatmayı sürdürdü…

Handan İpekçi

Büyük Adam Küçük Aşk başta olmak üzere birçok filmde yönetmen, senarist, belgeselci olarak sinemamıza önemli değerler katan Handan İpekçi, daha fazla film çekmesini beklediğimiz isimlerden.

Tomris Giritlioğlu

Tomris Giritlioğlu, TRT’nin desteğiyle çekmeye başladığı sinema filmlerine, kurumdan ayrıldıktan sonra Salkım Hanım’ın Taneleri, Güz Sancısı gibi ülkemizin hesaplaşması gereken sorunlarıyla ilgili filmler çekti.

Yeşim Ustaoğlu

İlk uzun metrajı İz’den sonra Güneşe Yolculuk, Bulutları Beklerken, Pandora’nın Kutusu, Araf, Tereddüt’le ülke sinemasına yön veren ama bunu böbürlenmeden, sakince yapan bir usta…

Lone Scherfig, Agnès Jaoui, Lisa Cholodenko, Nicole Holofcener, Anne Fontaine, Debra Granik gibi son dönem sinemasında önemli filmlere imza atan, Agnieszka Holland, Mira Nair, Julie Taymor gibi klasikler çeken ancak bu aralar kamera arkasına pek geçmeyen yönetmenler de dikkat edilmesi, filmleri bulunup izlenmesi gereken sinemacılar.

Leni Reifenstahl, belki tüm kadın ve erkek yönetmenler arasında en önemli yeteneklerden biri… Ama 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde yaptığımız bu turda yer almalı mı bilemedik. Erkek filmleri çekmeyi sürdüren, Riefenstahl’ın ABD versiyonu olmayı sürdüren Kathryn Bigelow’a da ilkleri başarmasına rağmen turumuzda yer bulamadık.

Yorumlar

Bir cevap yazın