Yazı Las 13 Rosas filmiyle ilgili spoiler içermektedir.
Bütün dünya için milat olan 1939’da, faşizmin yükselen ayak seslerinin her bir kara parçasında hissedilmesiyle, bütün dünyada gorüp görülebilecek en büyük kıyım başlar. Avrupa’yı kurdukları rejimlerle inleten üç diktatör de bu dönemde peyda olur. Bu üç ayağın İspanya kanadı Franco, İspanya’yı 36 yıllık iktidarı boyunca kan gölüne çevirir. Franco sahneye 1936’da Cumhuriyetçi ve “Halk Cephesi” koalisyonunun seçimle iktidara gelmesi sonrasında çıkar ve bu iktidara başkaldırarak İspanya’yı 1939’a kadar sürecek olan bir iç savaşa sürükler. Savaşın galibi, Franco’nun başı çektiği Milliyetçi Cephe’dir. 1975’e kadar süren Franco rejimi İspanya üzerinde onarılmaz yaralar açar. Bu nedenle İspanya İç Savaşı ve Franco rejimi birçok filme konu olur.
İspanya İç Savaşı dünya sinemasında yer ettiği gibi ispanyol sinemasınında da çokça konu edilmiştir. ‘Libertarias’ (1996), ‘La Lengua de las Mariposas’ (1999), ‘El Laberinto del Fauno’ (Pan’s Labyrinth, 2006), ‘El Espinazo del Diablo’ ( 2001) ve sonuncu olarak ‘Las Trece Rosas'(2007) ispanyol menşeli filmlerdendir.
İspanyol İç Savaşı akabinde gerçekleşmesi münasebetiyle yaptığımız bu girizgahtan sonra Las 13 Rosas filmine geçebiliriz. Gerçek bir olaydan yola çıkilarak yazılan senaryo, Emilio Martínez Lázaro, Ignacio Martínez de Pisón ve Pedro Costa’ya ait. Emilio Martínez Lázaro ayni zamanda filmin yönetmen koltuğunda da oturuyor. Film, İspanya İç Savaşı sonrası 1939 İspanya’sında geçiyor. Franco’nun iktidar muhaliflerine yönelen namlusu ilk olarak komünist ve sosyalist örgütlenmeleri hedefliyor ve Birleşmiş Sosyalist Gençlik Örgütü (Juventudes Socialistas Unificadas) (JSU) ve İspanya komünist partisi (Partido Comunista de España) sıkı takibe alınıyor. İçerden bir muhbirin itiraflariyla teker teker parti üyeleri yakalanarak ağır işkencelere tabi tutuluyor. Sonunda yakalanan bu 13 kadın ve 48 erkek kurşuna dizilerek öldürülüyor.
Franco’nun Madrid’te yapacağı zafer konuşması sırasında Franco’ya suikast yapılacağına dair dolaşan söylentiler ve milliyetçilerin önlenemez intikam alma hissiyâtı nedeniyle gerçekleşen bu insan avı İspanya’nın yüz karası olarak tarihe geçer. Bu 13 cesur kadın, hikayeleriyle yüreklerde onarılmaz acılar bırakarak tarihe isimlerini yazdırır. Bu kadınların sol görüşlü olmaları iktidar muhalifi toplantılar yaparak, Franco karşıtı eylemlerde bulunmaları kurşuna dizilmeleri için yeterli görülür. Üstelik bu 13 kadından Blanca muhafazakâr bir katoliktir; Franco karşıtı tek eylemi ise solcu olan kayınbiraderine yardım etmiş olmasıdır. Bu kadınlar mücadelelerine tek güç, tek yürek olarak hapishanede de devam ederler. Tutuklu bulundukları hapishanenin kötü koşullarına karşı kavgalarını sonuna kadar sürdürürler; ölüme bile dimdik giderler.
Filmde seyirci sadece tarihi bir gerçekle yüzleşmiyor, ayrıca 1939 İspanyası’nda kadının statüsünü, toplumun üzerindeki din baskısını ve inançların bir toplumu nasıl yönetebileceğini, aşkı, sevgiyi, dostluğu, bağlılığı görebiliyor. Ayrıca, bir babanın ikilemine ve bir annenin oğluna vedasına tanık oluyor.
Film birçok açıdan seyirciyi etkilemeyi başarabilse de, kurgusundaki eksiklikler ve bazı önemli noktaların hızlı geçilmesi nedeniyle yeterince tatmin etmiyor. Bu filmi, başarılı örneklerine çokça tanık olduğumuz politik-sinema türünün vasatları arasına koyabiliriz. Ama irdelenmemiş bir konun seçilmiş olması sebebiyle filmi biraz daha üst seviyelere taşıyabiliriz.
Film 2008’de 13 Goya’ya aday olmuş; dördünü de kucaklamıştır. Türkiye’de gösterime girmeyen 2007 yapımı bu film, büyük bir sinemasal bir keyif sunmasa da, tarihsel bir gerçeği cesurca mercek altına alması sebebiyle izlemeye değer.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.