Karanlık Kahramanın Yolculuğu Bitti

Popüler kültürün önemli bir arketipinin üçlemesinin sonuna geldik. Her ne olursa olsun kahramanımızın yolculuğu bitti. Nolan adına önemli olan da buydu. Kahraman imgesi, kahraman haline gelirken içerisinden geçtiği süreçler ve fantastik algıyı realize edebilecek bir düzlem. Nolan üçleme boyunca ister kabul edelim ister etmeyelim bizlere “kahraman”ı tanımlamaya çalıştı. O zaman önce biz popüler batı sinemasında kahraman kavramının basit bir biçimde oluşumuna göz atalım.

Christopher Vogler, Joseph Campbell üzerinden yarattığı “kahramanın yolculuğu” (1) paradigmasında popüler sinema filmlerinin kullandıkları hikâye anlatma yöntemini açığa çıkarmaya çalışır. Campbell, Star Wars için George Lucas’a fikir babası olmuş ilkel mitoloji, doğu mitolojisi,batı mitolojisi ve yaratıcı mitoloji üzerine uzman bir büyüğümüz denebilir. Campbell sayesinde bir hikâye anlatım yöntemi ortaya koyan Vogler, uzun yıllardır bilenen mitolojik çevrimi film hikâyesi anlatımında kullanmak üzere yeniden ele alır. Christopher Vogler’ın Kahramanın Yolculuğu (The Hero’s Journey) modeli Campbell’i temel olarak almıştır. Campbell, The Hero with a Thousand Faces(2) isimli çalışmasında mitler üzerine bir anlatım modeli ortaya çıkarmıştır. Vogler, Campbell’ın modelinin ana hatlarından ve terminolojisinden yararlanmıştır. Önce Campbell mitlerde ve sonra Vogler sinemada, kahramanın bir amaç doğrultusunda hedefine giden yoldaki aşamalarını açıklamışlardır. Temelde bir kahramanın varlığı bulunmaktadır. Kahramanların yolculuk amacı ve karşılaştığı olaylar farklılıklar göstermektedir. Fakat aynı aşamalardan geçmektedirler. Olaylar ve olayların oluş sıraları farklılaşsa da temel aşamalar arasında büyük benzerlikler bulunmaktadır. Bu da evrensel bir özellik göstermektedir. İçeriklerine girmeden bu aşamaları şöyle sıralayabiliriz:

1. Bölüm: Yola Çıkış – Ayrılış (Departure, Separation)
Maceraya Çağrı
Çağrının Reddi
Doğaüstü Yardım
Balinanın Karnı

2. Bölüm: Erginleşme – Geçiş (Descent, Initiation, Penetration)
Sınavlar Yolu (Denenmeler Yolu)
Tanrıçayla Karşılaşma
Baştan Çıkarıcı Olarak Kadın
Babanın Gönlünü Alma (Babayla Uzlaşma)
Tanrılaşma (İlahlaşma)
En Son Ödül (Son İyilik)

3. Bölüm: Dönüş (Return)
Dönüşü Reddetme
Dışarıdan Gelen Kurtuluş (Kurtarılma)
Geri Dönüş Eşiğini Aşma
İki Dünyanın Efendisi
Yaşama Özgürlüğü

Mitoloji ve biraz da William Indick’in Jung teorilerindeki(3) kolektif bilinçdışı kavramından faydalanılarak oluşturulan bu omurga genel itibari ile sinematografik bir kahramanın yol haritasıdır. The Dark Knight Rises’a dönersek, Nolan’ın senaryo ve hikaye bağlamında yenilikçi olmak yerine bu haritaya benzer bir yol belirlediğini ve sonunda kahramanını tanımladığını anlayabiliriz. Hatta üçlemenin ana meselelerini bölüm bölüm ayırırsak ikinci bölümdeki farklılıklar dışında trilojinin şematiğine yüksek oranda uymakta olduğunu görürüz.

Aslında bütün girizgahımın amacı Batman’in bir kahraman olma yolundaki yolculuğuna atıf yapmaktı. İddialı bir sinema filmi yaratırken en önemli sorun, çok fazla kişiyi ikna ve mutlu etmeye çalışmak olacaktır. Özellikle kişisel tarihi boyunuzdan büyük hikayeleri yeniden yaratmak daha fazla dezavantaj getirir beraberinde. Christopher Nolan hangi amaçla, ya da bir amaç doğrultusunda mı başladı trilojisini çekmeye; bilmiyorum. Benim anladığım bu trilojiyi tamamlarken asıl olarak kahramanın yolculuğu üzerinden bir omurga oluşturmaya çalıştığı. Bu yolculuğu da filmin atmosferi olarak, önceki Batman atmosferlerinden yavaş yavaş geçiş ile günümüz ve gerçeğe yakın bir dünyaya geçiş elementi olarak ortaya çıkarıyor. Filmin hikayesinden kendisine yol gösterici olarak Frank Miller imzalı seriyi almış olmasından ötürü atmosferdeki gotik yapının hızlı bir biçimde neo-noir stile geçişi şaşırtmıyor. Fakat Nolan burada durmuyor, karakterin yolculuğu mitolojik (bildik) bir hale büründükçe atmosferi de bir o kadar rasyonel hale getirmeye çalışıyor. Sonuçta gotik ve karanlık bir arka planda merhaba dediğimiz seri, günümüz New York’una birebir uyan Gotham atmosferi ile sona eriyor.

Kahraman, atmosfer derken Nolan’ın bir sonraki sacayağına geliyoruz: Ahlak (etik) ve/veya prensipler. Vicdan, öfke, nefret ve fedakârlık gibi duygusal eksenlerin üzerinde etik paraboller çiziyor ve bir duruş sergilemeye çalışıyor Nolan. “Bir kahraman nasıl doğar”, “hangi duygularla beslenir”, “hangi gerçeklerle yüzleşir” ve sonunda bu “duygu ve gerçekler nasıl bir kimyasal bileşim oluşturur”. En başından beri bu takibin peşinden gidiyoruz. İzleyici aşina olduğu hikayeye yeni bir üslup içerisinde baktığında; gördüğü şey ilgisini çeker. Eğer yeni olan kendi ölçütlerinde özgün ise beğeni kabul oranı da o kadar yüksek oluyor. Bu açıdan Nolan başarılı bir başlangıç yaptı. Dünyanın süper özellikleri olmayan yegâne süper kahramanı Batman’ı yeni bir bakış açısıyla beyaz perdeye getirdi. Mistik ve varoluşçu bir açılış filmi ile kahramanımız balinanın karnına girdi. Yolculuğun ilk evresinin sonunda; bir nevi rahim içerisinde mitini meşru hale getirmeye çaba gösteren Bruce Wayne, intikam duygusu ile başlayan hikayesine adalet sosunu yedirmeyi başardı. Batman Begins sona erdiğinde kahramanımız maceralarına başlamak üzere kimliğinin çatılarını kurmuş oldu.

Serinin burasında bütün filmlere hakim olan anarşi/kaos paradigmasına da göz atmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Çünkü serinin kötü karakterleri Ra’s Al Ghul, Joker ve sonunda Bane’nin ortak özellikleri; bir amaç uğruna olsun ya da olmasın kaos yaratmak. Öncelikle hiçbiri kendi hevesleri uğruna büyük paralar kazanmak ve dünyayı ele geçirmek isteyen karakterler değiller. Özellikle Ra’s Al Ghul yozlaşmakta olan ve suçun kanun haline geldiği Gotham’a kaostan doğacak bir tufan bahşetmek niyetinde. Bir nevi tanrı modeli ile hareket ediyor. İnsanlığın reset düğmesine basabilmek için önce tamamen delirerek kendi kendini yok etmesini istiyor. Öte yandan The Dark Knight’ın ve belki de gelmiş geçmiş bütün süper kahraman filmlerinin en kötüsü Joker ise sadece dünyayı yakmak için istiyor anarşiyi. Buradan a clockwork orange, natural born killers ve hatta watchmen’i gözümün önüne getirerek bu anarşist modelini tartmak ve karşılaştırmak istesem de bunun anlamlı olmadığı kanısına vardım. Joker (Heath Ledger’ın efsanevi performansıyla) aslında kahraman mitine denge getiren bir sabit gibi davranıyor. “Neden adaleti sağlamaya çalışıyorsun”a rasyonel bir cevap bulamayan Batman’ın, “neden dünyayı yakıyorsun” sorusuna cevap vermeyecek olan Joker ile olan karşılaşması birbirini sağlıyor. Aslına bakılırsa kahramanın adanmışlığını da bu şekilde meşrulaştırıyor. Son filmde karşımıza gelen olan Bane karakteri ise yine Ra’s Al Ghul benzeri bir şekilde bir amaç uğruna ateşe veriyor Gotham’ı. Aslında filmin başında fikrini zihnimize farklı biçimde ekiyor. Şehit olmayı kabul eden ekip arkadaşı sahnesinde zannediyoruz ki adanmış ve ulvi bir amacın peşinde olacak bir güruh var. Oysa sonuçta karşımıza paralı asker ve serserilerden oluşan bir ordu çıkıyor. Bane her ne kadar İspanya iç savaşı sırasındaki Barcelona benzeri bir şehir kuracak gibi görünse de sonunda bir intikamın güçlü aracı olduğu anlaşılıyor. Bu yüzden de bütün o kaos ve özgürlükçü hareketi boşa gidiyor.

The Dark Knight Rises gösterime girdikten hemen sonra çoğul bir şekilde burun kıvırılan bir film haline geldi. Çoğu kişi özellikle ikinci filmin dinamizmini ve daha önemlisi Joker’ini bulamamaktan şikayetçiydi. Beklentiler çok yükselmiş ve her yüksek beklenti de olduğu gibi karşılanamamıştı. Açıkçası ben bu kadar hüsrana ve burun kıvırmaya katılmıyorum. Eğer üçlemeyi bir bütün olarak kabul edecek olursanız bunun bir kahramanın (mitolojiye atıf yapan) yolculuğu olduğunu anlarsınız. Kötü kahramanların çalışma biçimleri ve üslubundan bakarsanız Nolan’ın popüler sinema janrına muhafazakar bir paralellik barındıran tavrına sahip olursunuz. Fakat bu bir sürpriz değil. Nolan kahramanını yarattı, büyüttü ve öldür-emedi- İşte sorun burada bence. Bu film eleştirilebilirse tek bir yerden eleştirilebilir gibime geliyor. Ana fikir olarak “fedakârlık” sabitini denklemin ortasına koyunca sonunda bunu perçinleyecek bir sonuç görmek istiyor insan. Kandırılmak ya da mutlu son adına filmin kendi kendine ihanet etmesine anlam veremiyor.

Evet, Batman Begins’te gizliden gizliye başlayan, The Dark Knight’ın sonunda açık bir şekilde ortaya çıkan ve düşen kahramana ilham veren duygu: Fedakârlık. Bir kahraman fedakâr olmalı dedi bize Nolan. Karanlık ve mistik bir biçimde başladı anlatmaya. Dünyayı sırf istediği için yakacak olan bir kötünün karşısında bu güç ile durdu kahraman. Sonunda şehir, insanlar ve bizzat kendi mecazi ve gerçek anlamda düşmüşken fedakarlık ayağa kaldırdı kahramanımızı. Bütün o mitolojik ve popüler sinema omurgasına oturan ana fikri böyle belirlemişti Christopher Nolan. Fakat ucuz bir sevimlilik numarası için sonunu bu fedakârlığa yakışacak bir biçimde bağlamadı. Yazının başında, sinemacı çok fazla kişiyi aynı anda mutlu etmeye çalışır demiştim. İşte bu sefer Christopher Nolan daha fazla kişiyi mutlu etmek için bu fedakârlığı yapamadı. Yoksa bana göre senaryosundan, görseline ve güçlü prodüksiyonuna kadar her şeyi ile iyi çalışan bir film oluşturmuştu. Zannımca üçleme kendi hikayesi doğrultusunda doğru biçimde kapanıyordu. Fakat küçük bir detay bütün fikre leke sürdü gibime geliyor.

Filme ve seriye bakış açım, kişisel beğenilerimden bir miktar arınmış olarak buraya nakledildi. Christopher Nolan’ı önce Folllowing ve sonrasında Memento ile sevmiş biri olarak geldiği nokta beni cezbetmekten uzak. Büyük bütçeli filmlerin iş yapacak yönetmeni alanında doktora tezi gibi bir serinin ardından eski güzel günler çok daha uzak görünüyor şimdi.

Arzular, beklentiler ekseninden çıkarak dürüst bir yorum yaparsam The Dark Knight Rises filmi için rahatlıkla iyi bir film diyebilirim. Serinin sonunda formülüne genel anlamda ihanet etmeden güçlü ve estetik bir aksiyon çatısı belirleyen bir film var. Atmosferini gelenekçi fantastik atmosferden çıkararak, gerçekçi bir şekilde şimdiki dünyaya yansıtıyor. Bunu adım adım ve geliştirerek yapıyor. Karanlık bir gecede doğan karakter, güpegündüz ve açık seçik bir şekilde sonlanıyor.

(1) VOGLER, Christopher, http://www.thewritersjourney.com/hero’s_journey.htm

(2) CAMPBELL, Joseph, The Hero with a Thousand Faces

(3) INDICK, William, Movies and the Mind: Theories Of The Great Psychoanalysts Applied to Film

Yorum Gönderin