Biz yapalım da aynı Hollywood işi gibi olsun. Halk da bunu istiyor zaten. Fazlasını aramak ise sadece “Kelebeğin Rüyası” olabilir.
Bundan 10-15 yıl önce Türkiye yapımı filmlerden söz ederken “Memlekette sinema sektörü yok ki” cümlesi sıklıkla başvurulan bir klişeydi. Şimdilerde böyle bir sektörün olduğundan hiçbir şüphe yok. Geçen haftasonu Kelebeğin Rüyası’nı izlemeye karar verip sinemalara bakarken, bazı sinemaların tüm salonlarında sadece yerli yapımların olduğunu görüp şaşırdık. Bizde de bir ayarsızlık var tabii ama Hollywood’a karşı yerel yapımcılar için bir “zafer haftası” yaşanıyor.
Peki yapımcı ve dağıtımcılar açısından “zafer haftası” yaşamak, gerçek bir zaferin yaşanmasını sağlıyor mu? Gerçek zafer ne olabilir? Hollywood filmi gibi film yapmak nedir mesela?
Kelebeğin Rüyası’yla ilgili tartışmaya çalışacağım, Türkiye’ye özgü hastalık, son yıllarda iyi gişe yapan birçok film için geçerli. Önce film için bir tanıtım videosu hazırlanıyor, dolaşıma sokuluyor ve film hakkında konuşulmaya başlanıyor. Eğer filmle ilgili çıkan dedikoduların ilk sırasında “Aynı Hollywood filmi gibi olmuş” klişesi yer alıyorsa gişe garantiniz var demek. Geçen yıl bu zamanlar, Fetih 1453 için de böyle şeyler söyleniyordu.
Kelebeğin Rüyası’nın görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki hakikaten şahane bir iş çıkarmış; filmde hiçbir şey olmasa, 128 dakikalık görüntü akışını klip gibi izlemek de mümkün. Sanıyorum ki “Aynı Hollywood filmi gibi olmuş” cümlesinin kökeninde bu durum var: Görüntü, ışık, sanat yönetimi vesaire, çok güzel olmuş denmek isteniyor olabilir.
Şimdi esas meseleye gelelim. Acaba dünyanın hangi ülkesindeki sinemaseverler, film eleştirmenleri ya da sadece seyirciler, ABD yapımı gibi film yaptık diye sevinir? Bu konu hakkında bir araştırmam olmadı ama çok fazla bize özgü bir durum gibi görünüyor.
Bizim kültür alanına ilişkin algımız bu; onlar gibi olursan iyi olursun. Peki belirgin bir “onlar gibi olmak” anlayışı var mı? Yok. Kafamızdaki Hollywood algısına (evet öznel bir algıdan söz ediyoruz) uygun bir şey ama herhangi bir şey gözümüzün önüne geliyorsa temel başarı eşiğinin üzerine çıkılmış oluyor.
Konuyu dağıtmak gibi olmasın ama Hollywood gibi olmak konusunda da oldukça geç kaldık. Yıldızlık müessesesi, eğlence tarihi boyunca hiç bu kadar zayıf olduğu bir dönemi yaşamamıştı. Yüksek prodüksiyon ve teknoloji gerektiren gereçlere sahip olmak için de dünyanın en güçlü ekonomisine sahip olan ülkede yaşamaya gerek kalmadı. Eğer bir de araç-gereç kullanımı konusunda yaratıcılığı olan insanlar ekibinizde varsa, bazı Zihni Sinir projeleri üreterek üst düzey teknolojik imkanları görsel olarak yakalamak çok ucuza gelebiliyor. Dolayısıyla görsel üstünlük sağlayarak Hollywood olmak, milletçek bir filmle gurur duymamız için yeterli olmamalı.
Bizdeki temel problem vasatlık sorunu. Vasat bir sanat nesnesi, birkaç küçük cilayla, iyi bir tanıtımla büyük iş sıfatına bürünebiliyor.
Bence Kelebeğin Rüyası tam olarak bu kategoride yer alıyor. Acı dozu yüksek, ilginç biyografiler, şahane görseller, nefis tanıtım aktiviteleri, Türkiye’nin en ünlü aktristleri ve aktörleri biraraya geliyor. Çok ünlü bir yönetmen işin direksiyonuna geçiyor. “Belçim Bilgin’den lise öğrencisi olur mu”, “Yakışıklı adamdan şair olur mu”, “Hikayede intihal var mı” gibi spekülatif üç adet de şahane viral konu başlığı buluyorsunuz ve formül tamamlanıyor.
Ama işte bir sinema filminin ana malzemesi asla bunlar değil, olamaz. Eldeki bu malzemeden (spekülasyon kısmını katmazsak) hakikaten dünyayı konuşturacak bir iş çıkarma potansiyeliniz var. Kelebeğin Rüyası’nda olmayan şey, bu potansiyelin hakkıyla kullanılamamış olma durumudur. Mert Fırat, Kıvanç Tatlıtuğ ve Yılmaz Erdoğan’ın oyunculukları ne kadar zayıf olabilir? İki veremli şairin zorlu yaşam öykülerinden ne kadar kötü bir senaryo çıkabilir? Kelebeğin Rüyası, bu kadar güçlü bir hammaddeyi, hammadde olarak bırakmış bir film. Senaryosuna derinlik katmak, karakterlere hastalık ve şiir dışında kalan yan öğeler ekleyebilmek, dönemin ruhunu İnönü ve CHP pankartlarının sınırında bırakmayarak gerçek anlamda uluslararası bir yapım ortaya çıkabilirdi.
Ama bize “Hollywood gibi olması” yetiyor. Türkiye’de kültür ve sanat üretimi bu nedenle kısıtlı bir alanda kalıyor. Yüksek beklenti üretmek de hata olabilir tabi. Bizimki de “Kelebeğin Rüyası” işte.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.