Kes: Hayal Kırıklığı Değil Öfke Hissedin

Misafir yazar: Berat Kaya

KES eğitim sisteminin çürümüşlüğüne dair, görsel olarak şekillenen hafif ama sarsıcı bir tokattır. Hafiftir zira Ken Loach şiddet yanlısı değildir ve dünya pis bir yere dönüşse de en sade dilini kullanarak sakinliğini yitirmeden değinir meseleye.

Bu sadelik konusunda takıntılıdır zaten Loach. Sonuçta anlattığı hikayeler şatafatlı, zengin ve albenili dünyalara ait değildir. İşçi sınıfı, banliyöler, eşcinseller ve toplumca (hükümetler de denebilirdi) bir kenara itilmiş kişilere aittir. Bildiğimiz bu dünyayı da bize tüm çıplaklığıyla anlattığı için biz severiz Loach filmlerini. Farklı olanı, ezileni anlattığı ve haksızlığa uğrayanın yanında durduğu için.

Kes’i işte sırf bu yüzden azınlık hikayesi olarak okumak hiç de yanlış olmaz. Farklı olanın sistem tarafından dışlanması ve hor görülmesidir sonuçta anlatılan. İşin kötü tarafı ise hor görülenin süreklileşen bu durum karşısında istenmeyen şeyler yapması ve bunu devamlı kılması kanıksanmıştır. Vermeden almak isteyen sistem, alma (sömürme) eylemini yapamayınca şiddete başvurur. Fakirleştirir, şiddete başvurur, elinden bir şey gelmediği anda da yok sayar. Billy Casper tam da bunlara maruz kalmaktadır. Film mevcut seçim dönemine bağlanabilir bu açıdan. Bir çocuğun hikayesi gibi görünecek kadar naif ama sistemi eleştirecek kadar güçlüdür. İstediğiniz ülkedeki istediğiniz azınlığı Casper’ın yerine koyarsanız hikaye etkisinden hiçbir şey yitirmeyecektir.

We don’t need no education!!!

Casper film boyunca pekçok şeyle mücadele etmek zorunda kalsa da okul hayatı onu en çok yorandır. Okuldaki öğretmenlerin onun üzerindeki baskısı dışardan bakınca yer yer komiktir. Hele ki Badi Ekrem tadındaki beden hocası futbol sahneleriyle eğlendirir. Ama Casper’ın çektiği şey statü ya da fizik gücüyle sürekli olarak baskı görmesidir. Cılızlığı aşikar olan Casper’ın bunlarla mücadele edişi ise bambaşka bir şekilde ortaya çıkar: Vahşi hayvanları evcilleştirmek. Evcilleştirmek mi dedim? Casper bunu kabul etmez. Onları sadece eğitir. Sonra da kendi yollarına gitmelerine izin verir. Kendisine yapılmayanı yaralı hayvanlara yapacak bir gönüle sahiptir. Kendi ezildikçe daha fazla şefkat gösterdiği hayvanları vardır. Ama bizim bu hayvanlarla ilgili gerçeği öğrenişimiz filmin sonunda oluşunun da bir sebebi var.

Sistemin çarklarını, eğitim sistemi ve işçi sınıfının tamamı Casper üzerinden aktarılıyor. Sistemin zorbalık üzerine kuruluşu ve bizim bunu yadsımayışımızı yüzümüze vuruyor. En sert darbeyi ise edebiyat öğretmenin (onu varsayan tek kişi) sorular sormasıyla alıyoruz. Öğretmeni sorana kadar Casper’ın geçmişini bilmiyoruz. Daha önce yetiştirdiği hayvanları öğreniyoruz. Biz de sormamıştık Casper’ın geçmişini. Babasını da bilmiyoruz. Madende mi ölmüştü acaba?

Loach’un filmlerinde hep rastlanılan kameranın hikayeyle alakasız gidişatı bu filmde de pek çok kez kendini gösteriyor. Bu bizim karakter kadar olaylara giremememiz ve işin iç yüzünü asla tam bilmeyişimizden geliyor. Casper’ın Kes’i ilk uçuruşunda bu kamera kullanımı oldukça dikkat çekici. Bizim için de oldukça heyecan verici bu anda bir türlü merkeze odaklanamıyoruz. Biz de ona uzaktan bakıyoruz sonuçta. Loach bunu bize bile kibarca kendi üslubunda yapıyor. Kieslowski gibi bir usta boşuna : “Birinin asistanı olmayı hiç düşünmedim, fakat Ken Loach bunu isteseydi; ona seve seve kahve getirirdim” demedi sonuçta. Kibarlığının ve kamerasının etkisi yüksek. Ama Loach’un tutarlı, haksızın karşısında duruşunu ilk kez Kes ile kitlelere ulaşması sayesinde öğrendik. O hiç vazgeçmedi bu tutkusundan. Politik bakışını her zaman çocuksu bir saflıkla yaptı. Casper’ı sevmemiz Loach’u sevmememizle aynı sebeptendir zaten.


Yorum Gönderin