“İnsanların bu kadar kötü olmalarının nedeni, belki de sadece acı çekmeleridir. Ancak artık acı çekmemeye başladıkları andan, biraz daha iyi olmaya başladıkları ana kadar epey zaman geçer…”
Louis-Ferdinand Celine (1)
Çünkü aşk hastasıyım ben, Sol eli başımın altında olsun, Sağ eli beni kucaklasın!
Tevrat (2)
Reha Erdem’in alamet-i farikası sayılabilecek bir film Kosmos. Böylesine kendisine has bir filmi anlatabilmek için epistemolojik ve/veya ontolojik orijinde kelimeler sırası düzebilecek yeterlilikte hissetmiyorum kendimi. İçeriğin akışına paralel bir şekilde içgüdüsel olarak zihnimden akanları paylaşmaya çalışacağım.
Bir yolcu gelir, karla kaplı uzun düzlüklerin içerisinden; telaşlı ve hızlı adımlarla yaklaşır. Yaklaştıkça gelmenin aslında kaçmaya devrilmiş bir süreklilik olduğu hissi uyandırır insanda. Geliyor olmak elbette ki başka bir yerden gidiyor olmaktır. Nasıl gittiğinin hikâyesi Kosmos’un içeriğinin ana unsuru denebilir. Kosmos’un ana kahramanı Battal (Sermet Yeşil) ise bir idealizmin (şüphesiz Reha Erdem’in: “İdeal bir adamın resmini çizeceksek onun özelliklerine sahip olmasını isterim.”3) üç boyutlu nesnesi gibi. Aylaklığa Övgü kitabının serbest uyarlaması gibi görünebilecek bir yaşam görüsüne sahip. Aynı zamanda insan-hayvan arasındaki sınırları tamamen yıkmış bir şaman. İyilik ve kötülüğü tanımlayabilecek bütün parametrelerden izole olmuş, sıradışı bir ahlak sahibi. İsmi Battal olmasına rağmen o kendisine Kosmos ismini vermiş. Ben de yazının devamında ismini Kosmos olarak kullanmaya dikkat edeceğim.
Kosmos’un geldiği yer ülkenin sınırında, yıkık Sovyet mimarisinin ve soğukluğunun izlerini taşıyan bir doğu şehri. [Reha Erdem filme dokusunu verirken biçim paletinin zamansız ve mekânsız bir yapıya göre oluşturduğu için bu şehre Kars demek hem yanlış hem de doğru denebilir] Soğuk, ekonomik sıkıntı, ıssızlık ama en önemlisi baskın bir askeri ağırlık şehrin içine işlemiş. Top sesleri durmaksızın kulakları tırmalıyor. Her sahnede, her yolda, her karede bu yoğun bombardımanın uçsuz bucaksızlığı ile karşı karşıya kalıyoruz. Top atışı olmazsa jet uçakları geçiyor, jet uçakları geçmezse askeri kamyonlar geçiyor. Sürekli bir geçirgenlik içerisinde şehrin insanları gibi alıştırıyor seyirciyi Erdem. Sonunda siyasi iktidarın kapalı olduğu (insanlar film boyunca belediye binasından içeri adım atamaz; kapı hep kapalıdır) bu şehrin mutlak iktidarının askeri vesayet olduğunu kanıksar izleyici. İktidar bütün anlamları ile sıkıntılı ve aksaktır. Komutan karakterinin sakat baldızı imgesel olarak Erdem’in kurguladığı iktidar kavramına metafor olarak döşediği “sakat” karakterdir.
Buradaki kurulu iktidar düzeneğine daha fazla girmekte fayda var. Reha Erdem, filmin anlatısını siyasi otorite kavramından toplumsal erk kısmına doğru çevirdiğinde ataerkil toplum yapısı ve bu düzeni meşru kılacak geleneksel vurguları öne çıkaracak eleştiri kurmacasından kaçınmaz. Mutsuzluk ve memnuniyetsiz şehrin sokaklarını görünmez bir boya ile sarmış gibidir. İnsanların içsel olarak acı çektiğini her bir yüze baktığımızda görebiliriz. Toplum hastalıklı, sakat, gürültülü ve erkektir. Oysa dışarı baktığından boş sokaklar, kar ve soğuk göze çarpar. Mekân algısını hissedilebilecek düzeyde yamultarak erkek egemen bir zamansızlığa varılabilir bu şehirde. Sonunda; şehirde kadınların varlığı yok veya bastırılmış gibidir. Bu şehir kadın bir öğretmen için sürgün, bir başka kadın için acısına deva bulamadığı çıkmaz, genç bir kız için açık bir hapishanedir. İşte Kosmos böyle bir kente gelir.
Kosmos’u tanımlamaya çalışmak her zihni bambaşka bir sonuca götürebilir. Bana göre insanlığından kaçmaya çalışan bir şaman denebilir bu meczup görünümlü anti-kahraman için[retorik oyun yaparak tanımın içerisine kahraman imgesi kattığım farkındayım ama kusura bakmayın bu nitelemeden bir türlü kaçamadım]. Hem hırsız hem iyiliksever, hem tembel hem de çalışkan bu adamın davranışsal alışkanlıkları hayvani bir içgüdüden besleniyor gibidir. Yönlendirilmiş algı, hayvani içgüdü terimini esas olarak kötücül bir kavram gibi algılamakla beraber, Reha Erdem bunun tam tersini düşünüyor ve anlatıyor. Kosmos’u daha iyi anlayabilmek için binlerceyıldır üzerimize kurulu olan insanlık gömleğini çıkarıp hayvani içgüdülerimize ulaşmamız gerekiyor.
Kosmos ekonomik, sosyal kurallara uymaktan kaçıyor. Sevmek, sevişmek, tat almak, hissetmek, başıboş dolaşmak istiyor. “İstemek” yanlış niteleme olabilir; Kosmos kendiliğinden bu özelliklere zaten sahip bir karakter. Aslında baştaki idealizm üzerinden konuşmak gerekirse Kosmos “insandan farklı” değil, “insan(lık)üstü” denebilir.Battal TDK’ya göre işsiz güçsüz, avare anlamına gelirken, Kosmos Yunan mitolojisinde, kaostan sonra gelen düzen, doğru olan anlamına geliyor. Yani insanlık ona işsiz güçsüz diye etiketlerken o kendisine çok daha farklı bir anlam yüklüyor. Bu bilgiyi de cebimize sıkıştırırsak Reha Erdem’in mesajını daha net görebiliriz. İnsanlığın geldiği (örnek olay olarak bu şehir üzerinden) noktanın sessiz ve sakin bir kaos olduğunu varsayarak öne Kosmos’u sürüyor. Kosmos saf bir âşık. Kosmos kötülük duygusuyla yapısal bağı olmayan bir içgüdü. Kosmos insanlığından soyunmuş bir Şaman. Kosmos hastalıklara deva. Kosmos kadınlara değer veren bir centilmen(Tamam hemen kızmayın, centilmen bu tanım içerisinde oldukça amorf durdu bende farkındayım). Fakat Kosmos bir çözüm değil. Kosmos her şeyi düzene sokacak bir peygamber değil. Kosmos başıbozuk bir karakter aslında. Belki de sadece kavramsal bir katalizör. Reha Erdem yapıyı kurduğu gibi sökmeyi de iyi biliyor ve sonunda Kosmos yarattığı etkileşimin içerisinden olduğu gibi çıkarak başka bir şehre doğru kaçıyor.
Kosmos, geldiği bu şehirde ilk olarak ölümden bir çocuğu kurtararak ablasına teslim eder. Küçük çocuğun ablası kendisine Neptün (Türkü Turan) ismini vermiştir ve anlamı yunan mitolojisinde bilinmeyen ve sınırsız unsur, saf güzellik anlamına gelmektedir. Kosmos “saf güzellik” ile tanışmasından ötürü, sonsuz bir memnuniyete sahip olacak ve Şaman ritüeli olarak görebileceğimiz (belki de bir metamorfoz ayini) hayvani dürtülerini Neptün ile beraber daha bir coşkuyla ortaya çıkaracaktır. Neptün, Erdem’in bir dişi karakter olarak güzelliği tanımladığı kısım olarak da okunabilir. Neptün kısılıp kalmış bir yaşam içerisinde Kosmosvari bir Şamanizm’e meyletmiş güzel bir genç kızdır. Babasının bir hayvan kesimhanesi sahibi olması başlı başına ironi olmakla beraber, sesler ile bizi film boyunca oldukça provoke eden Erdem’in görsel olarak da saldırıya geçmesi için bir aracı olacaktır. Kesilen hayvan görüntülerinin vahşiliği ve kesilmeden önce bizlere ısrarla gösterdiği o hayvanların gözlerindeki aciz bakış çok sert bir gösteridir. Neptün böyle bir dünyanın ortasındadır ve hayvani içgüdülerini Kosmos sayesinde özgürce dışarı çıkarırken bunu bir nevi özgürlük biçimine dönüştürmeye çalışır. Kosmos bir yolcu olarak uğrayıp değiştirmeden ve değişmeden terk edeceği bu şehirde aşkın her hali olan Neptün’e dokunarak yoluna devam edecektir. Bu dokunuş; önce kutlu, daha sonra coşkulu, ardından hayal kırıklığı ve kırık dökük bir veda ile sonlanır. Neptün aslında bir “Hayat” figürüdür. Reha Erdem’in kadında gördüğü güzellik(genellikle çoğu filminde olduğu gibi), sıkışmışlık ve acının tezahürüdür.
Reha Erdem, filmlerinde kullandığı müzikal seçimleri o yazdığı dönemlerde dinlediği müzikler ile bağ kurarak seçtiğini söylüyor.3 Kosmos içerisinde kurulu olan müzikal atmosfere yalnızca dönemsel tesadüf olarak bakmak mümkün olmayabilir. Filmin kaotik atmosferine çok iyi hizmet eden bilinçli bir post-rock kullanımı olduğunu düşünüyorum. Filmi yazarken dinlediği müzikler kesinlikle bilinçli bir yaratım sürecine katkı sağlamış olarak görünüyor. Folklorik olarak filmin geçtiği yöreye denk düşen (“Kars’ta nereye gitsek, ‘Bu Gala Daşlı Gala’yı duyuyorduk, filmin olmazsa olmazı oldu.”3) türkü bir kenarda dursun. A Silver Mt Zion ve Rachel’s gibi tür olarak marjinal sayılabilecek grupların karamsar soundu filmin biçimine uyumlu bir hizmet veriyor. Özellikle Kosmos’un şehrin izbe sokaklarında yürüyüş yaptığı uzun planlı bir sahnenin fonuna yerleştirilmiş olan 13 Angels Standing Guard Round the Side of Bed, bir ilahi gibi o karanlık yürüyüşe eklemlenerek etkileyici bir iz bırakıyor. Post-modern usuller ile çatısı yapılmış bu filmin post-rock ile taçlandırılmış olması, (şahsen) Reha Erdem’in en güzel sürprizidir.
Reha Erdem sinemasında daha önce özellikle Beş Vakit ve Hayat Var ile ortaya koyduğu önemli özelliklerden biri de ses kullanımı. Dış ses açık bir biçimde filmin önemli bir katmanını oluşturuyor. Top seslerinden, şehrin yapı-kurumu esnasında bahsetmiştim. Bunun üzerine, Kosmos ve Neptün’ün şaman ayin ritüeli benzeri şekilde birer kuşa dönüştükleri sahne, iç mekân sesleri, hatta müzikler birer ön anlatı aygıtına dönüşüyor. Kosmos’un bilgece yaptığı söylevlerin bir tür hayalet gibi Reha Erdem’in kendisi olduğunu varsayıyorum. Geriye kalan sesler ise filmin gizli öznesi olan başka türlü bir anlatıcıya ait olduğunu söylemekte beis görmüyorum. Tecrübe sahibi sevdiğim bir yazarın filme dair ön savına bu noktada katılmaktan da kendimi alıkoyamıyorum: “Mekân ve ona ait sesler, gördüğümüz ve sinemasal anlamda izleyici olarak hakim olduğumuz alanın dışından gelen seslerle hikâyeye müdahil olurken bir tür anlatıcı kimliğine bürünür.” Reha Erdem ses kavramını daha önce alışık olmadığımız biçimde anlatıcı haline dönüştürmede büyük ustalık gösteriyor. Daha evvel filmlerinde de kullandığı bu yöntem Kosmos ile doruk noktasına ulaşıyor. Gerçekçi ve gerçek-üstü bir biçimde filmin dokusunu da inşa ediyor. Tıpkı yapısını parçalarken ve gelmek-kaçmak çemberini kapattığı gibi yapı-sökümünü de bu anlatıya yaslanarak sonlandırıyor.
Kosmos üzerine serbest biçimde zihin jimnastiği yapmaya çalıştığım bu yazıda genel anlamda; mekân, ses, karakterler ve biçim üzerine yoğunlaşmaya çalıştım. İçerik üzerine ya da daha iddialı biçimde bu filmin derdi nedir sorusuna söyleyecek bir karşılık bulmak çok zor. Reha Erdem, katıldığım son söyleşisinde filmi tam manasıyla anladığını iddia eden bir izleyicisine “şaşkınlıkla” yanıt vermişti. Zannımca o kadar çok şey söylerken asıl olarak özellikle bir şey anlatmak derdinde değil. İnsanlığın modernizm üzerine geldiği durum, ata-erkil toplum yapısı, korku ve vicdan çelişkileri üzerine eğiliyor. Kadının bu yapı içerisinde kaldığı sıkıntıya odaklanıyor. “Aşk” ı vurguluyor ısrarla. Doğal içgüdülerin peşinde aşka koşmayı öğütlüyor kendi dilinde. Reha Erdem, Battal’a; Battal, Kosmos’a dönüşüyor. Sesler ve atmosfer ile beraber Sümerlerden gelen bilge sözcükleri mırıldanıyor film. Sonuç olarak auteur mertebesinde kıymetli bir yere ulaşıyor Erdem. Kosmos aslında bir döngü olduğu için modernizmin kodlarını parçalayarak sonuçta varlığı meşru kılacak yegâne şeyin köklerimizde saklı olan vahşilik olduğuna ulaşıyor. İçine alıyor, karanlığına ve sevgi doluluğuna boğuyor, korku ve acı ile sarıyor. Sonunda Kosmos’u, yeniden Battal olarak başka bir döngüye yolluyor.
(1) CELINE, Loise-Ferdinad;Gecenin Sonuna Yolculuk
(2) TEVRAT;Neşidler Neşidesi Bab 2:5-6 (Korkuyorum Anne ve Kosmos filmlerindeki ortak replik)
(3 ) AŞAR, Ceyda; Kosmos Bence Bir Süper Kahraman, Röportaj, Radikal Gazetesi, 17.04.2010http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=991725&CategoryID=41
(4) TERZİOĞLU, Ahmet; Duyduğumuz Bu Sesler Kimindir, Kosmos, Altyazı, 30.04.2010
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.