Korku filmleri diğer türlere göre biraz daha ayrıksı bir türdür. Çünkü diğer türler, herkese hitap edebilecekken, korku sineması çoğunlukla korku filmi severlere hitap eder. Bu yüzden de kitlesini yanına alarak gişede hatırı sayılır gişeler elde etmeyi başarmıştır. Filmimiz “Possession” ise inanılmaz gişe yapan filmlerden biri değil. 14 milyon dolarlık bütçesini, daha ilk haftadan kurtarak yönetmenini rahatlatan bir film olmayı başarmış. Bu açıdan bakılırsa az da olsa yapımcısını mutlu etmeyi başarmış diyebiliriz.
Filmimizin konusunu kısaca özetlersek; Clyde (Jeffrey Dean Morgan) eşinden boşanmış, iki kızıyla vakit geçirmeye çalışan başarılı bir basketbol koçudur. Okuldaki başarılı yönetimi sayesinde, büyük liglerde oynama şansı yakalamıştır. Her ne kadar karısı Stephanie (Kyra Sedgwick) ile boşanma sürecinden sonra çocukları Em (Natasha Calis) ve Hannah (Madison Davenport) hafif depresif bir ruh haline bürünse de işler yolunda gitmektedir. Ne var ki bir bahçe satışından alınan sandık hayatlarını değiştirir. Çünkü sandık lanetlenmiştir ve sandığın içinde Yahudi inanışında geçen Dibbuk denilen objelere hapsedilmiş bir kötü ruh vardır. Bu ruh, Clyde’ın küçük kızı Em’i ele geçirmeye çalışır.
Korku filmlerinin konularına baktığımızda aslına bakarsanız klişe bir konu denilebilir. Ülkemizde de din kitaplarından beslenen cin temalı korku filmleri yapılmasını referans alırsak, Amerikalıların bu tip bir filmi çekmesini normal karşılamamız gerekiyor. Nitekim Dibbuk denilen ruh da, cine çok benzeyen bir canlı olduğu söylenebilir. Bu yüzden de aslında aynı mantık içinde yoğrulan hikayelere tanık oluyoruz.
Tabii bu tip filmler ülkemizde çok sayıda yapılsa da, genelde çok da başarılı olduklarını söyleyemiyoruz. Bu konuda yurt dışından daha başarılı örnekler çıktığı söylenebilir. Tıpkı “Possession” gibi. Filmin genel hatlarıyla baktığımızda her zaman görmeye alışkın olduğumuz bir senaryonun içinde hapsolduğunu görüyoruz. Hatta klişelerden beslenerek, zaman zaman yeni bir şeyler olur mu beklentisine girsek de, film içinde bu ümit yersiz kalıyor. Senaryo bu türe aşina her insan için belirgin bir şekilde bilindik bir hikaye…
Ancak filmin yönetmenliğini üstlenen Ole Bornedal, bu kadar sönük yıldızlı bir hikayeyi zinde tutmayı başarmış. Bu yüzden de takdir edilmeyi hak ediyor. Gerek sinematografinin kullanımı, gerekse kimi sahnelerdeki estetik kaygı, filmin anlamlandıramadığım sürükleyiciliğiyle birleşince yeterince ürpertmese de, idare eden bir seyirlik halini alıyor. Yönetmenin gerilimi düşürmeyen hareketli kamera kullanımıyla, artık günümüzde bilinirlik düzeyi yüksek korku sahnelerine rağmen, izlenebilirliği artan bir film karşımıza çıkıyor.
Danimarkalı yönetmen Ole Bornedal’ın iyi yönetmenliğini bu filmle sınırlandıramayız. Yönetmenin cv’sinde hatırı sayılır belli filmler bulunuyor. Bunlardan en öne çıkanı “Just Another Love Story” olsa da, “I Am Dina” ve “Nightwatch”, yönetmenin vasatı aşan işlerinden olarak görülebilir.
Oyuncu performansları genel itibariyle ortalama olsa da fiziki açıdan Javier Bardem’i andıran başrol oyuncusu Jeffrey Dean Morgan, olabildiğince kontrollü oyunculuğuyla çaresizliğini izleyiciye rahatlıkla aktarabiliyor. Çocuk oyunculardan Em karakterini canlandıran Natasha Calis, ileriye dönük umut verici bir oyuncu performansı sergiliyor. Kimi zaman yapılan makyajın abartılı olmasından kaynaklı gotik bir genç kıza dönüşse de, yine de seyirciyi ani duygu patlamalarıyla etkilemeyi başarıyor. Oyuncular arasında aslında en tanınanı olan Kyra Sedgwick, film boyunca yüzündeki o acınası ifadeyle filme adepte olmadığını fark ettirse de, yan karakter olmasından kaynaklı durumu belli limitlerle idare ediyor.
Filmin klişelere boğulmuş senaryosunda Türk sinemasındaki İmam, ya da “Exorcist” filminde karşımıza çıktığı gibi rahiplerin yerini bu sefer Yahudi hikayesi olmasından kaynaklı haham devralıyor. Bu durum din bakımından korku sinemasına yeni bir yaklaşım gibi görünse de, temelinde aynı duruma hizmet ettiğinden çok da yenilikçi bir yaklaşım sayılmaz. Filmin belki de en devrimci sahnesi kötü ruh tarafından ele geçirilen küçük kızın hastane kontrolleri sırasında yaratılan mizansen tek kelimeyle filmi izleme nedeni olarak sunulabilir.
Özellikle boşanma sonrası çocuklarda oluşan travmatik davranış bozuklukları eğilimiyle, ruh tarafından ele geçirilen kız filmininin içinde benzerlikler yakalanması hoş bir ayrıntı olarak akılda kalıcı denilebilir. Film finaliyle klasikleşen bir korku sineması klişesini daha uyandırarak yeni filme kapı bırakmasıyla da, izliyiciyi ayrı bir şekilde aptal yerine koymayı başarıyor.
Sonuç olarak zaman zaman estetik sahneleriyle, klişe senaryosu ve iyi yönetmenlikleriyle seyirciye bir şey katmayan bir film. Amerika piyasasında çoğunlukla trailer’ı, tanıtımları ve blu-ray baskısının kalitesiyle dikkat çeken “Possession”, korku türüne gönül verenlerin deneyebileceği alternatif bir korku filmi olarak sinema dünyasında yerini alıyor. Tavsiye eder misiniz derseniz? Hahamlı ruh çıkarma ayini nasıl oluyor merak ederseniz izleyin derim.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.