Her İlişkinin Ömrü Vardır
Uzun bir ilişkinin yorgunluğu insanı içinden çıkılmaz bir buhrana sürükler. İlişkiler yaşlanır ve nefes alamadıklarında hayatta kalmaya çalışırlar. Bu yüzden de hiçbir kavga, hiçbir terk ediş tesadüf değildir. Eskiden o çok sevdiğimiz ayrıntılar, zamanla defolara dönüşürler. Her defo kendimizden uzaklaştığımız karna yediğimiz bir yumruk gibidir. Bir süre sonra acı hissetmezsiniz. Sadece etinizi çürüten bir baskı haline gelmiştir. Bu yüzden hissizleşme bir ilişkinin en büyük kıyametidir.
La Belle Epoque bize bu kıyametin sonuçları üzerinden bu duruma nasıl gelindiğini kendine has bir duygusal derinlikte sunuyor. Her insanın belki de en mutlu olduğu dönem olan ilk tanışma ve flört dönemleri, aslında sevdiğimiz insanı ilk deneyimlediğimiz bir sınav gibidir. Belki öğrenciler sınavları sevmez ama faydasını zamanın etkisiyle hissederler. İnsanları tanımak da böyledir. Sevdiğimiz noktaları ve tahammül ederek zamanla bizi mutlu edecek olanı keşfetmeye çalıştığımız bir deneyimdir. İnsanı zamanla körleştiren bir hastalıktır. Dünyanın merkezindeki o insan, tüm çıplaklığı ile sizin kabulünüzdür. Yaptığı hatalar bir melodi gibi gelir. Biraz detone ama her notası özenle ruhunuza işleyen bir senfoni gibi. Victor da bu senfonin peşinde bir romantik olmasından kaynaklı hayatının en çok sürprizlere gebe olduğu dönemini yaşamak istemektedir.
Tükenen Hayatların Uyuşmazlığı
İnsanların tüketim çılgınlığına dönüşen hayat, hızlı bir şekilde sindirilmeden harcanıyor. Artık hiçbir insan konuşmak istemiyor, efor sarf edip bir insanı tanımaya çalışmıyor. Herhangi bir zorluk ilişkinin sonunu getiriyor. Çünkü kolay olan bu. Victor bu dünyaya ayak uyduramayacak kadar demode bir karakter olduğundan sevdikleri tarafından alay malzemesi olarak anılıyor. Halbuki bir zamanlar onu da ilginç bulan insanlar vardı. Bu yüzden değerli olduğu zamana giderek kendi hayatının bir güzellemesinin peşinde bir anlık cesaretle kendini motive ediyor. Çünkü herkes değerli olduğu zamanın küllerinin peşindedir. Büyük bir şevkatle herkes bunu arzular. Fakat dokunduğu an yok olacağı bir şey için cesaret etmez.
Bilmiyorum belki de hayatın demlenmesi, gelip geçer şeyleri düşünerek mümkündür. Değer verdiğin insanlar için her ilişkinin başında yaptığın jestler, hoşluklar o ilişkinin temelini oluşturandır. Bu yüzden de alışkanlıkların tiryakisi bir şekilde büyüyen ruhlar, kendi özensizliğinin travmasını yaşarlar. “Yeni Baştan” adıyla vizyona giren yeni Bedos filmi de bu ayrıntıların peşinden giderek seyircisine özenin paha biçilmez etkisini anlatmaya çalışıyor. Geçmişe duyulan özlemler, erdemler ve basitlikler… Kişiliğimizi şekillendiren ve bizi biz yapan temel yapı taşları değil midir?
Düşündüren Romantik Filmler Hayatta Kalır
Belki de klişe bir zaman yolculuğu hikayesiyle seyircisine kolay yoldan yanaşabilecek bir film olabilecekken, günümüz ve geçmişin ilişkilerini paralel olarak irdeleyerek dokunaklı olmayı başarıyor. Bir yandan hınzırca kahakahalar attığımız, öte taraftan yaşamımızdan izler taşıyan bir romantik komediye dönüşüyor. 2000 sonrasında pek az görmeye başladığımız duygu odaklı ve yaratıcı olmayı başaran romantik filmlere örnek gösterebileceğimiz kendine has bir iş ortaya çıkıyor.
Eski toprakları seyir keyfi bakımından doruklara çıkarabilecek nitelikte bir anaakım filmi olduğunu söylersek yanılmış olmayız. Yeni nesil ise günümüzde kaybolan önemli erdemleri gözlemlemek için bir şans olarak bu filmi değerlendirebilirler. Belki de filmin en büyük kozu hikayesindeki yapay setler arasında insanın kendi gerçekliğini bulması ironisini, büyük bir maharetle seyirciye sunması olarak söylenebilir. İnsanlık ne kadar teknolojik olarak gelişirse gelişsin, en sonunda özüne özlem duyacaktır. Yaşlanmanın kefareti de içimize gömdüğümüz bu duygulardır.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.