Le gamin au vélo: Serin Bir Hüzün

Bazen öyle olur insana kalıverirsin tam ortada. Sınırı, çizgisi, rengi kaybolur. Saydamlaşır bazen her şey kaybedenlerin arasında bir başına kalırsın ve elbette varsa silahları kuşanacak gücün savaşırsın. Ararsın, sorarsın, bakarsın, rengini yeniden giydirmek istersin her şey, herkese, kendine! Dilinin ucunda küfre dönen cümleleri anlatır sana bir daha renk denen şey. Bazen kaybedersin, kazanırsın, seversin, terk edilirsin. Evet, terk edilirsin. Annen, baban, sevgilin, dostun , yoldaşın , hayat arkadaşın ya da hayat terk edilirsin. Babaannem derdi hep ölüm herkesin kapısında diye tıpkı bunun gibi terk edilmek herkesin ayağına değecek, değebilecek bir durum. Zamanı, anı, derecesi belli olmayan bir terk ediliş! Ve bazen hayatın en zorudur çocuk gözlerinde görmek bir sürü kırılganlığı. Babanın güçsüz olduğunu, annenin bir fahişe olduğunu, abinin seni taciz ettiğini. Çocuk gözlerine parmaklarını batıranları koyarsın bir kenara bekletirsin, mayalanmasını beklersin sen büyürken. Zengin bir çocuk olmadığına yorarsın şansızlığını, terk edilmişliğini ve bazen öyle olur. Parası olmayan birinin kalbinden geçer seni bir yere bırakmak, bir yetimhaneye ya da bir camii önüne bırakmak, çöp kutusuna atmak ve bir sürü tramvatik çözüm.

Terk edilmeye açarsak gözlerimizi bir filme tutkun olabiliriz Le gamin au vélo (Bisikletli Çocuk). Belçikalı yönetmen, yapımcı, senarist, “Dardenne” kardeşlerin insanın kalbine bakan o yapıcı filmleri. Evet, yapıcı, olağan, saygılı filmleri. 2011 Cannes Film Festivalinde “Bir Zamanlar Anadolu’da” filmiyle ödülü paylaşan film, gri bulutların arasında duran bir çocuk gülüşü gibi baktı bize.

12 yaşındaki Cyril’in bir amacı vardı: terk edildiği yetimhaneden ayrılıp babasını bulmak. Babası onu bir yetimhane terk etmişti. Cyril babasının onsuz bir hayatta var olabileceğine asla inanmaz. Mutlaka bir sebep vardır. Böyle olmasının burada olmasının bir sebebi vardır ve bu sebep babasının onsuz bir hayatı tercih ettiği değildir! Bu film başıboş bir oğlan çocuğunun çaresiz duruşunu anlatmaz. İnanmış bir çocuğun babasını arayışını anlatır! Babasını ararken tamamen tesadüfen kuaför salonu işleten Samatha ile tanışıyor Cyril. Haftasonlarını Samatha’nın evinde geçirmeye başlıyor ve ondan koruyucu annesi olmasını istiyor ve babasını ararken daha geniş bir dünyada olmak için. Babasına olan öfkesini ve aynı zamanda merakını Samatha ile dizginlemeye çalışıyor Cyril. Ve film boyunca bu yalın kurgunun içinde istemsiz ve yavaş yavaş Cyril’in yerine geçmeye başlıyorsunuz. Kocaman adamların kocaman kadınların yapmakta zorlandığı duygu “terk edilmenim hazin kabulü”. 12 yaşındaki bir çocuğun bakışından bunu görmek çok ağır da olsa bu sizi yerin dibine sokmuyor sadece orda olmak istemiyorsunuz, o olmak istemiyorsunuz. Cyril’in gündelik hayatının içinde olan her şey sizi direkt olarak bir hüzne sürüklüyor. Biraz sümüklü biraz çamurlu bir hüzne. Bir de bisiklet var peşinden sürüklendiği, tüm dünyada ya da olduğu yerde her nerdeyse babasını o bisikletle arıyor. Tıpkı onun hayatı gibi bir parçası kırık olan bisiklet. O gerçekten bir çocuk, filmin hikâyesinin çok derin olmasının yanında Thomas Doret’in tanımsız oyunculuğu sizi hikâyeye öyle inandırıyor ki hikâyenin içinde olanın Cyril değil, Ali, Hazal, Sidar, Muhammed, Robert, Hanna ve daha birçok çocuk olduğuna and içebiliyorsunuz.

Bisikletli Çocuk sade ve gerçekçi üslubunu akıcı bir işleyişle renklendiriyor. Yaşanılan tüm olayların senaryodaki konumu ve sebebi belli. Sıcak bir anlam dünyası olan, terk edene ve edilene saygılı tertemiz bir film. Senaryo ve yönetmenliğini Jean- Pierre Dardenne –Luc Dardenne’in üstlendiği bu film Cecile De France, Thomas Doret, Jeremie Renier kadrosunun zevkli oyunculuğu ile bir görsel şölene dönüşmese de sizi serin bir hüzne sımsıkı bağlıyor.

Kent, insanı zalimleştirir biraz, biraz da renksiz bırakır, belki bundandır kentlerdeki aşklar çok tutkusuzdur, kentlerde her şey daha kalabalıktır, bütün trafik ışıklarının yanında bir yığın et bekler, anlamsızlaştırır otobüsler hayatı. Bir şirket penceresinden bakan sekreter durmadan ağlar, belki bundandır babalar oğullarını çabuk unutur kentlerde. Kent insanı zalimdir!


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Yorumlar

Bir cevap yazın