Le Havre: Her Şey Çok Güzel Olacak!


Hayatta ummadığınız süprizlerle karşılaşabilir bazen de umudunuzu yitirebilirsiniz. Zor şartlarda, mütevazi evinde eşiyle birlikte, ayakkabı boyacılığı yaparak hayatını sürdüren Marx’ın, mülteci olarak Le Havre’ye gelen Idrissa ile yollarının kesişmesi üzerine kurulu film. Marx karakterinin en göze çarpan özelliğini daha filmin en başındaki sahnede verdiği biraz umursamaz biraz da hayatı tiye alan tavrından anlıyoruz. Maddi sıkıntılar çekmesiyle birlikte alışveriş yaptığı herkese borçlu olan Marx ne olursa olsun gülümsemeyi başarıyor. Polislerin elinden kurtulan Idrissa ile karşılaşmasıyla hayatının bir döneminde yeni bir sayfa açılıyor. Aynı zamanda eşinin rahatsızlanmasıyla zorluklarla devam eden hayatı Marx için daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyor.

Film gerçekliğe çok yakın, yaşadığımız dünyada bu hikayenin bir yerlerde yaşanabileceğine kendinizi inandırıyorsunuz. Kendinizi Marx’ın yerine koyup duygularına ortak oluyorsunuz. Aslında her gün sadece yüzlerini gördüğümüz onlarca insanın kendi dünyalarında bambaşka şeyler yaşadıklarını, çeşitli sıkıntılarla boğuştuklarını düşünüyorsunuz. Sinemanın en güzel yanı da zaten bu; bizim gerçekte yaşamadığımız duyguları bize hissettirmesi. Marx, eşi hastanede doktorlara göre umutsuz olarak vaktinin gelmesini beklerken Idrissa için elinden gelen herşeyi yapmaya çalışıyor. Aynı zamanda peşinde Idrissa’yı bir an önce bulmakla görevli olan başarılı dedektifle de uğraşması gerekiyor. Ne kadar sert ve kararlı gözükürse gözüksün dedektifin de duyguları ailesini arayan küçük bir çocuğa karşı ağır basıyor. Le Havre’yi izlerken belki çok şaşırmıyoruz ama kendisini izlettirmeyi başarıyor.

Filmde sadece iyiler yok tabi ki; her fırsatta Idrissa’nın yakalanması için elinden geleni yapan karakter amacına neyse ki ulaşamıyor. Filmdeki güzel ayrıntılardan biri; ayakkabısını boyatan din adamının arkadaşıyla tüm insanların bir olarak yaratılmadığını konuşmasıydı. Bu sahneyi izlerken kendimizi Marx’ın yerine koyduk yaşadıklarını düşündük ve hayatta imkansızlıklardan dolayı yapamadıklarını hayal ettik. Idrissa ve Marx’ın eşinin birbirlerine iyi şanslar dilemeleri bizim de yüzümüzü gülümsetti. Sonunda her şey tatlıya bağlandı Marx için. Idrissa belki ailesini bulamadı ama Marx için hayatının bir dönemi kapandı.

Umudumuzu kaybetmememiz gerektiğini ve mücadele etmemiz gerektiğini öğütleyen izlenesi bir film olarak akıllarda kaldı Le Havre. Filmdeki caz, blues ve yardım konserindeki rock n’ roll ögeleri de akılda kalan diğer unsurlar. İlk gösterimi 2011 Cannes Film Festivalinde yapılan ve aynı zamanda festivalin yarışma bölümünde yarışan Le Havre’nin senaryosunu ve yönetmenliğini Finlandiyalı Aki Kaurismäki üstleniyor.


Leave a Reply