Ang Lee’yi dünyanın sinema gündeminin başköşesine yerleştiren en önemli iki unsur hayalgücü ve bakış açısı. Klişeler biz izleyiciye, yaratıcılık zat-ı alilerine emanet.
Bizde pek para etmeyen bir şey var: Hayalgücü.
Biraz hayalgücümüzü çalıştıralım isterseniz. Ne demek istediğimi öyle anlatmak daha kolay olacak. Örneğin bir sinema öğrencisi olduğunuzu varsayalım. Ak sakallı, profesör hocanız sizden bir tretman istedi. Buradan da bir film senaryosu çıkaracaksınız. Siz de şöyle bir şey düşündünüz: Gemiyle hayvanat bahçesini taşıyan bir aile, okyanusta çıkan fırtınada batan gemiyle birlikte kara deryalarda yaşamlarını yitirir. Ailenin tek çocuğu ve hayvanat bahçesindeki Bengal kaplanı geminin filikasında hayatta kalma mücadelesi verir.
Büyük olasılıkla ak sakallı hocanız, fikrinizi saçma bulacak, hikayenin ayaklarının yere basmadığını söyleyecek, artık karşısındaki insana duyduğu saygı oranına göre çeşitli hakaretler edecektir.
Neyse mezun oldunuz ve elinizde senaryonuzla yapımcı yapımcı geziyorsunuz. Anlatmaya başlıyorsunuz: Kahramanımız ıssız adaya düşer ama ada hareketli bir adadır. Gündüz cennet gibidir ama adanın toprağı, suyu, geceleri canlı olan her şeyi yiyor.
Ak sakallı hocanızın size saydırdığı günleri özlersiniz. O kadar ciddiye alınmazsınız ki, kendinize bankacılık alanında yeni bir kariyer bile başlatabilirsiniz.
Ancak Ang Lee, Yann Martel’in romanını alıyor, filmini çekiyor ve bugün dünyanın en çok konuşulan filmlerinden biri ortaya çıkıyor. Filmin ne kadar güzel ve etkileyici olduğunu neredeyse filmi izleyen herkesten duyabilirsiniz. Beğenmeğenin de canı sağolsun tabii ama nereden baksanız nefis film olmuş.
Türkiye’de eksik olan şey işte bu anlayış. Kelebeğin Rüyası için kaleme aldığımız yazının meselesiyle, Life of Pi’nin meselesi, elmanın iki yarısı gibi. Bir tarafta klişelerle başarı yakalanmaya çalışılırken, bir tarafta gerçek bir yaratı, sıradışı bir anlatım ve metni tamamen izleyicinin hayalgücüne emanet etmiş bir bakış açısı var.
Ang Lee’nin bu filmdeki en büyük becerisi, filmin kırılma noktalarında izleyiciye bıraktığı açık kapılar. Çocukluğunda üç dine birden inanmayı hakikaten başarabilen birinin, babasının rasyonal tavrıyla verdiği ikna mücadelesinin galibi-mağlubu yok. En azından nesnel bir bakış açısıyla böyle bir şeyden söz etmek imkansız. Gemide açık kalan kapıya dikkat edenler var örneğin.
Hepsi bir kenara filmin finalinde Piscine’in anlattıklarına dikkat edin. Yeni dünyada, sınırların dışa doğru genişlemesinin dönüp, uygarlığın başlangıç noktasına doğru ivmelendiği bir dünyada en büyük hazine hayalgücü.
Life of Pi’nin başarısı, bir trajediyi masallaştırabilme becerisinden geliyor. Bir masalı trajediye çevirmek kolay iştir ama bir trajediyi masala çevirmek hakikaten büyük iş. Ang Lee, içerik temelli bir işin yüksek görsel kalitesiyle nasıl birleştirilebileceğini büyük bir başarıyla gösterdi. Herkese ders olsun.
İzlediyseniz bir daha izleyin, mutlaka farklı şeyler bulacaksınız.İzlemediyseniz mutlaka izleyin, kendinizi çok dikkatli bir sinema izleyicisi gibi hissedeceksiniz. Bazı filmler bittiğinde bir süre daha aklınız hikayede kalır ya. İşte Life of Pi o filmlerden. İşin güzel tarafı, sanki her şey bunun için kurgulanmış gibi.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.