Like Crazy: Engeller Girdi Araya

Bir İngiliz olan Anna, Amerika’da üniversite eğitimini sürdürürken ortak derslerde tanıştığı mobilya tasarımı okuyan Jacob’a aşık olur. Aşkını çok uzun süre saklamayan Anna, Jacob’a aşkını hemen ilan eder. Jacob bu ilana tepkisiz kalmaz. Yaşadığı aşkla kendinden geçen Anna zamanı unutan Külkedisi misali başka bir ülkede öğrenci vizesiyle kaldığını unutur ve oturum iznini bir süreliğine aşar. Bu nedenle de sınırdışı edilir. Bu olaydan sonra bu iki sevgili aşklarını araya giren Atlas Okyanusu, bürokratik engeller ve gündeliğin âdemoğluna her şeyi unutturan hayhuyu ile sınamak zorunda kalacaklardır.

Anna, Amerika’ya bir süreliğine giremeyeceği için Jacob, Amerika ile İngiltere arasında mekik dokumak zorunda kalır. Hayat devam etmektedir ve herkes gibi Anna ve Jacob da kendi hayatlarının rutininde bir düzen kurmaya girişmişlerdir. İnsanlar hayata ayak uydurmakla mükellefdir; onlar da birbirlerini unutmadan ve bir arada kalmaya da çalışarak yaşamlarına devam ederler. En azından herkesin peşinen kabul ettiği durum budur.

Anna ve Jacob içinde bulundukları bu duruma direnmeye çalışırlarmış gibi görünse de ilişkileri de tökezlemeye başlamıştır. Fakat çift yine de bir arada kalma konusunda ısrarcıdır. Anna, Jacob’a evlenme teklif eder. Jacob bunun ilişki sürdürme adına iyi bir adım olduğunu düşünür. Evlenmiş olmalarına rağmen Anna’nın Amerika’dan sınırdışı edilmiş olması vizesini yenilenmesi için engel oluşturmaya devam eder. Bu, çift için başka bir kötü haber olur. Umutlar kırılır ve her iki taraf da araya giren başka insanlarla tali ilişkiler kurarlar. Bir süreliğine bu insanları birbirleri için görmezlikten gelen çift geleceklerini imkânsız kılan her engelle biraz daha yorulduklarından bu ikincil ilişkileri bir süre sonra birbirlerinin yüzlerine vurmaya, yaşadıkları ilişkilerle ilgili olarak birbirlerini suçlamaya başlarlar. İşler artık iyice eprimiş olan bu ilişki için iyi gitmemektedir.

Like Crazy, hikayesini hakkını vererek anlatan her aşk filmi gibi kendince bir hüzne vakıf olmayı başarıyor. Belli bir doğallıkla da anlatılmış. Bir aşk filminin kendisinden beklenilen niteliklerine haiz olsa da daha fazlasını yapmaya gücü ne yazık ki yetmiyor ya da daha fazlasını yapmaya gerek görmüyor. Söz gelimi Blue Valentine’deki “hayatın içinden” hissini ve dahi sahiciliğini vermiyor. Veya Beginners’daki zengin kapsayıcı ve sorgulayan bakışı yakalayamıyor. “Ben hikâyemi anlatayım da gerisi neme lazım” kaygısıyla aktarıyor meramını beyazperdeye. Her ne kadar iki insanın bir türlü başaramadıkları bir aşktan bahsetse de bu ilişkideki duyguları, insanları ve olayları derinleştiremiyor. Sözgelimi ne Anna’nın yazarlığına dair ne de Jacob’un mobilya tasarımcılığına dair bir şey anlatılıyor. Filmde Anna’nın yazarlığı Jacob için yazdığı günlüklerden Jacob’un tasarımcılığı da boş defter sayfalarına çizdiği hep aynı sandalye modelinden ibaret kalıyor ki bu da karakterlerini sahiciliğini zedeliyor. Filmin hikâyesinde bu iki insandan başka kimsenin hikâyesine dair herhangi bir ipucu, altını seyircinin dolduracağı başka bir hikâyeye giriş dahi yapılmıyor. Filmdeki tüm yardımcı karakterler iki boyutlu tipler olmaktan ileri gidemiyor. Like Crazy hikâyesini çeşitleyemiyor, onu farklı biçimlerde yeniden dile getiremiyor ya da yan hikâyelerle besleyemiyor. Bu da haliyle filmi güdükleştiriyor.
Benim film ile ilgili elli tane açık bulmama bakmayın, film bu yıl Sundance Film Festivalinden ödüllerle döndü. Sanırım Sundance jürisi filme benden çok daha hoşgörülü davranmış. Araya giren engellere dayanamayan bir aşkın hüzünlü yok oluşunu anlatan Like Crazy’yi sevdiğiniz biriyle seyredip hüzünlenmek isterseniz son karar sizin, derim.

Yorum Gönderin