Limitsiz Kontrol, Kontrol Değildir!

limits-of-control-1.jpg

“Doğrusunu söylemek gerekirse, artık filmlerin pek çoğunda üç saniyeyi geçen çekim göremiyoruz ve bu ‘tempo’ canımı sıkıyor.” Filmin gösterime girmesinden birkaç gün önce National Public Radio’ya verdiği röportajda Jim Jarmusch bu sözlerle eleştirmenlere mesaj gönderiyor, ‘Film çok yavaş ilerliyor’ zırvalarıyla karşıma gelmeyin, diyordu…

Ve ekliyordu: “Sıradan nesnelere şiirler yazan Pablo Neruda’dan ilham aldım.” (Örneğin; Oda a la Cebolla – Soğana Kaside)

Hatta giderek sertleşiyordu: “Filmi eleştirmenler için çekmedim. Zaten sinemanın güzelliği de tarzların çeşitliliğinden kaynaklanıyor…”

The Limits of Control’ü nihayet izleyebildik. Trailer’lar, fotoğraflar ya da izleyenlerin yorumları üzerinden konuşmak zorunda değiliz artık. (Ijon Tichy’nin de gözü aydın! Zira Mayıs’ta şöyle yazmıştı: “…Hayatımızın önemli bir bölümünü Amerika’da gösterime giren Jarmusch filmlerinin aylarca Türkiye’ye gelmesini beklemekle geçirdiğimiz için sabırlı ama rahatsız Jarmusch karakterlerine döndüğümüzü eklemeden de geçmeyelim…”)

Jarmusch’un uyarısını dikkate aldığımız için, filmdeki ‘sessizlik’ bizi hiç rahatsız etmedi, aksine ruhumuzu dinlendirdi. Önce Madrid – Barajas’a indik. Beyaz Kuleler’de (Torres Blancas) birkaç gün geçirdik. Bu esnada kemanıyla Luis Tosar, yağmurluğuyla (!) Paz de la Huerta çıktı karşımıza… Onlarla ‘kibrit kutusu alışverişi’ yaptık. Tabii ki bu kibrit kutuları, içinde ‘vasati kırk çöp’ olan sıradan kibrit kutuları değildi. Kutuların içinden, yolculuğumuzun seyrini belirleyecek şifrelerin yazılı olduğu birer kâğıt çıkıyordu.

Kimseye güvenmediğimiz ve çok tedbirli (belki de çevreci) olduğumuz için, şifreleri hafızamıza aldıktan sonra kâğıdı çöpe atmadık; “iki ayrı fincanda iki espresso” eşliğinde afiyetle yedik!

Soluğu Reina Sofía’da, bu şifrelerin bizi yönlendirdiği tabloların karşısında aldık. Ardından güneye inmemiz gerekti. Yel değirmenleri manzarası eşliğinde Endülüs’ün yolunu tuttuk. Sevilla’da Giralda’yı gören bir daire tahsis edilmişti bize… Ama macera burada da bitmiyordu. Sıradaki durak, Almería kırsalı olacaktı…

The Limits of Control’deki bu yolculuğun merkezinde, Jarmusch’un has adamlarından Isaach De Bankolé var. Jarmusch ve Bankolé, Night on Earth, Ghost Dog: The Way of the Samurai ve Coffee and Cigarettes’ten sonra dördüncü kez bir arada…

Alex Descas, John Hurt, Youki Kudoh, Bill Murray ve Tilda Swinton da Jarmusch’un daha önce beraber çalıştığı isimler… Hiam Abbass, Gael García Bernal, Paz De La Huerta, Jean-François Stévenin ve ev sahibi konumundaki Luis Tosar ise, Amerikalı yönetmenle (ilerleyen yıllarda devamının geleceğini umduğumuz) ilk serüvenlerine atılmışlar.

limits-of-control-2.jpg

Filmde, bilinmeyen bir hedefe doğru ilerleyen ‘Issız Adam’ Isaach De Bankolé’yi takip ediyoruz. Ama aslında izlediğimiz, Jarmusch’un içinde büyüyen İspanya sevgisi!

Sıcakkanlı insanlarla dolu bu güzel ülkeyi sevdi diye Jarmusch’u suçlamak aklımızın ucundan bile geçmez, çünkü biz de seviyoruz! Dahası, İspanya’nın baskı yıllarından bu yana ne kadar yol aldığını bir Amerikan filminde ilk kez bu kadar net görüyor olmak da bizi mutlu ediyor.

The Limits of Control’de neredeyse her kıtadan oyuncuya rol veren Jarmusch, bununla bir mesaj vermek istedi mi bilemiyoruz ama bu özellik, ‘Sinemada 2009 Dünya Kupası’nın da bu filmde sahnelenmesini sağlamış diyebiliriz!

Bir gün birisi size doğru gelip “Usted no habla español, ¿verdad?” diye sorarsa kibrit kutunuzu hazırlayın ve dikkatli olun diyelim, ‘Sarışın’ ile ‘Issız Adam’ arasındaki diyalogda Tilda Swinton’dan dinlediğimiz sözlerle de bitirelim: “En iyi filmler, görüp görmediğinizden emin olamadığınız rüyalar gibidir. Kafamda bir görüntü var. Kum dolu bir odadayım. Bir kuş bana doğru uçuyor ve ardından kanadı kuma saplanıyor. Bu imge bir rüyadan mı kaldı yoksa bir filmden mi, gerçekten bilmiyorum.”


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Yorumlar

Bir cevap yazın