Cannes Film Festivali’nde yan bölümde gösterilen Hollywood’un gözde oyuncularından Ryan Gosling’in filmi Lost River’ın ilk görselleri çıktığından heyecan yaratmıştı. Ancak festivalden kötü eleştirilerin gelmesi ve izlenebilirlik olarak zorlu anlar yaşattığının konuşulması üzerine filmin ivmesi düşüşe geçti. İzleyenlerin karışık duygular içinde ikiye bölünmesiyle film tam anlamıyla bir belirsizliğe büründü.
Filmin konusunu ele alalım. Lost River adındaki bir nehrin etrafındaki evler peşi sıra boşaltılmaktadır. Hayalet kasabaya dönen yerde yaşayan bir aile vardır. Anne Billy, büyük oğlu Bones ve küçük Franky herkesin uyarılarına rağmen bölgeyi terk etmek istemez. Evlerinin elden gitmemesi için de para bulmaları gerekmektedir. Billy bankanın yeni müdürü Dave’in yanına gittiğinde olumsuz yanıta karşın bir iş teklifi alır. İş teklifine göre tuhaf gösterilerin olduğu bir gece kulübünde çalışıp borcunu ödeyecektir. Bones ise bölgenin belalı kabadayısı Bully ile ters düşerek ölüm fermanını imzalar.
Hikayeye baktığımızda karşımızda alacakaranlık kuşağından çıkma bir senaryoyla burun buruna geliyoruz. Kıyametin içinde yaşamak için direnen ailenin bulabilecekleri en dişli şeytanlara karşı savaşlarını tekinsiz ve sabırlı bir şekilde anlatmaya çalışan film, oyunculuk performansları bakımından üst düzeyde bir seyir zevki sunuyor.
Filme akraba olarak görebileceğimiz “Beasts of the Southern Wild”’in aksine bir çocuğun hayallerinin gerçek dünya ile pararlel giden hikayesi yerine, aslında tüm gerçekliğin ürkütücü bir masala dönüştüğü bir film ortaya çıkmış. “Kardeş” filmi gibi yine tehlike çanlarının çaldığı ve evlerin yıkılmak istendiği bir dünya ile başbaşayız. O filmin aksine bu filmde villain diyebileceğimiz iki farklı kötü karakter var. Anlatım tarzı olarak ise ölümüne karamsar bir havanın içinde ilerliyoruz. Bunun nedenlerinden biri, Ryan Gosling’in müzik grubu Dead Man’s Bones’un melankolik ezgilerinin filmin içindeki atmosferik etkiye yedirilmesi olabilir.
Lost River’ın belki de en büyük artısı sürreel tasarımları ve filmi izleme nedeninizin aslında sinemada farklı şeyler görmek isteğinizin olduğu gerçeği… Bu iki unsur filmin benzerlerinden ayrılıp kendine has bir dünya kurmasına yol açıyor. Bu dünya için fantastik diyebiliriz, öte yandan gerçek de diyebiliriz. Bunun ayrımı kesin çizgilerle belirtilmiyor. Bu yüzden de izleyicinin zaman zaman kafası karışıyor.
Filmin en çok eleştirilen yeri belki de sonu… Film, sabırlı tarzını son karelerde hızlı bir finale bırakıyor. Bu da izleyicinin gözüne batıyor. Sonuçta bir ilk film olduğunu düşünürsek, yönetmenin bolca hata yaptığını da söyleyebiliriz. Özellikle görüntülerin karanlığa boğulduğu bazı sahneler, su altı sahneleri rahatsız edici olmasına rağmen daha özenli çekilebilirlermiş. Ama yine de finalin daha çok anlamlı bir son arayanlar için mazeret olduğunu düşünüyorum. Filmin kimyasına göre normal bir son denilebilir.
Filmin içeriğinde kulübün ayrı bir yeri var. Kulübün sahibi Dave insanların rahatlayabilecekleri ve gerçeği düşünmek istemeyecekleri bir dünya yaratmaya çalışıyor. Tıpkı televizyon dünyası gibi. Çöküş öncesi insanlar eğlenmek isterler diyor. Gerçek dünyaya kapılarını kapatan bu kulüp, belki de her diktatörlüğün buhran dönemlerinde ortaya çıkan eğlence mekanlarına benziyor. İnsanların düşünmemesi sağlanıyor. Böylece daha kolay bir yönetim gerçeği ortaya çıkıyor. Yaratılan kabuk da belki bunun metaforu denilebilir. Hayatın içinde sıkışan insanların, nefes almadan çalışma zorunluluklarının bir yansıması gibi…
Filmin içerisinde çeşitli ustalara göndermeler mevcut olarak yerini alıyor. Özellikle italyan giallo sinemasına ait öğelerin kullanıldığı gerçeği yadsınamaz. Bu eksenden bakıldığından film farklı türlere göz kırpıyor. Drama, film noir, korku ve gerçeküstücü türlerin birbirleriyle harmanlanarak ortaya bu ucube film çıkıyor. Ucube derken yanlış anlamayın. Filmin bu tavrı kimilerince kötü algılanıp küçümsenebilecekken – ki çoğu eleştirmen bunu yapmayı tercih etti- ben bu durumu iyiye yormakla yetiniyorum. Çünkü film uzun zamandır istediğim film formunun hayata geçmiş versiyonu diyebilirim.
Cuma gecelerinde çocukken hayal ettiğim korku filmi modelleri olurdu. Bu film çocukluk hayallerimin gerçeğe dönüştüğü modellere son derece yakın bir film olduğundan, kendi açımdan coşku ile karşıladığımı söyleyebilirim. Atmosferi, karakterleri, görüntü yönetimi, hatta ne olduğu belirsiz kabuk tasarımının da filmin içinde pek açıklanmayan detaylarla birlikte bir bütün olduğunu düşünüyorum. Tam bir bilinçaltı güzellemesi… Şu an ne kadar eleştirilir bu film bilemem ama bana göre film ileride kültleşecek bir yapıt olarak akıllarda kalacaktır. Ryan Gosling ilk filminde zor bir işe kalkışıyor ve bana göre iyi de bu işi kıvırmayı başarıyor. İnsanların bir kısmı zor film, diğeri hiçbir şey anlamadım diyebilir. Haksız da sayılmazlar. Ama bazen böyle denemeler sinemanın çıtasını yükseltecektir. Yeni şeyler denemek isteyenlere tavsiye edilir.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.