Lukas Moodysson; gülerek ve gülümseterek başladığı sinema kariyerinde acının en derinine yoğunlaşan bir yere doğru ilerledi. Acıya ve acımasızlığa ve irrite edici rahatsızlığa ulaşan bu sinemanın yaratıcılığın bir evresi olduğunu kabul edip, peşinden sürüklenmeye devam ettik. Sonunda Mammoth’a geldik. Bu yolculuk gittikçe öfkenin arttığı bir koşu sonrası sakin bir ortamda derin derin nefes almaya benziyor. Moodysson’un tarzından alıştığımız gibi sert bir film değil karşımızdaki. Aslında içerik olarak sinemasının genel karakterine benzeyen durumlar var. Fakat bu durumlar pürüzlü bir duygu imbiğinden değil de büyük ve güçlü bir duygu süzgecinden çıkıp gelmiş gibi duruyor.Öncelikle senaryonun güçlü, sağlam ve zeminin sağlam olduğunu söylemek zorundayım. Karakterler kişisel özelliklerinin altı çizili bir biçimde ait oldukları hayatın ekseninde doğru ve net olarak betimleniyor. Birbirine değen, bu sürtünmelerden rahatsız olan insanlar hikaye bağlamında iç kavgalarını yansıtırken sırıtmıyor.
Aile kavramını alıp koyuyor önümüze yönetmen. Mutlu olması gereken bir aile. Eğlenceli bir baba, güzel ve akıllı bir anne. Dünya tatlısı eğlenceli-akıllı bir kız çocuk. Filmin detayda dikkat ettiği öğelerden birini bile buradan söylemek mümkün. Küçük kız, anne ve babasının ortak özelliklerini üzerinde barındırıyor. Bu aile tablosuna küçük Jackie’nin bakıcısı rolünde Gloria ekleniyor. Ekonomik zorunluluklardan dolayı iki oğlunu Filipinlerde bırakıp, bütün sevgisini bakıcılığını yaptığı Jackie’de yaşıyor. Hazin hikaye Gloria’nın varlığı ile başlıyor. Gloria’nın çocuklarına olan uzaklığı filmin derdini anlatmaya başladığı noktaya dönüşüyor. Daha sonra bu yola filmdeki tüm çocuk sahibi karakterler diziliyor. Nasıl olursa olsun, herkesin çocuğu kendisinden uzakta. Dokunmak istediğinde dokunamayacağı bir uzaklık bu. Dokunabilse yetmeyecek bir uzaklık.
Moodysson’un siyasal ve dünya dertleri olan bir adam olduğunu bildiğimizden, Vidales ailesinin ekonomik ferahlığının yarattığı rahatlık duygusunu manipüle edişine şaşırmıyoruz. İşlerinde başarılı iki ebeveyn işlerinin yapısı gereği birbirleri ile gerçekten ilişki kuramıyor. Kurdukları mutlu aile tablosu küçük zamanlara sığmak zorunda kalan eklektik oyunlar biçiminde görünüyor. Burada eksiklik kesinlikle sevgi değil. Bu sevgiyi iletebilecek zamanın ellerinde olmaması. Peki, bu zamanı yaratmak kimin elinde? Film bu soruyla ilgilenmediğinden biz de rahatlıkla es geçebiliriz. Sonuçta Leo iş seyahati için Tayland’a, Ellen gece vardiyası için acil servise gider. Jackie’de Gloria ile baş başa kalır. Annesi ile yaşayamadığı gerçekliği Gloria’yı rol modeli olarak kullanarak ondan edinmeye çalışır.
Karısı ve kızını çok seven Leo gittiği iş seyahatinde mutsuzluğunu ve yeni şeyler keşfetmeye olan arzusunu saklamak zorunda kaldığını fark eder. Yalnızdır. Yalnız kaldığında ne yapacağını bilmemektedir. Doğru düzgün vakit geçiremediği karısını özler. Bununla baş edemeyince de gittiği uzak ülkede küçük bir bireysel-tatil macerasına atılır. Bu macera onu Hint Okyanusu’nun kıyısında bir bungalov’da huzuru bulmasına götürür. Binaların içindeki steril yaşam formundan çok daha güçlü bir hayat belirtisi içindeki ateşi alevlendirir. Kendisine o ana kadar hâkim olmaya çalıştığı prensip ve kontrol duyguları esnemeye başlar. Bir gece gezintisinin sonunda tanıştığı fahişelik yapan Cookie O’na gerçek ve hissedilebilir deneyimler vaat eder. Her ne kadar karşı koymaya çalışsa da sonunda Leo’da Cookie’nin çekici egzotik büyüsüne kapılır ve Ellen’i aldatır. escortnavi.com. Bu yara Leo ile yaşayacak bir hazzın yan etkisi olarak her zaman rahatsız edecektir. Burada Leo’nun “Benim ailemde hippiydi, çantamı alır giderim” tavrı aslında Moddysson’un direkt kendinden geliyor olabilir. Kendi anne babası da hippi olan ve aşırı özgür bir ortamda büyüyen Moodysson ne kadar Leo’dur ne kadar değildir bunu bilecek kadar müneccim değilim. Yalnızca gerçeklerle iç içe girmiş bir hikaye olduğunu söyleyebilirim.
Leo’nun küçük macerası olan Cookie’nin de küçük bir çocuğunun oluşu, kendisinden bambaşka bir ortamdan gelen anlayışlı ve eğlenceli Leo’nun O’nda yarattığı ihtimal evreni de oldukça hazindir. Leo aşık olup yaşamının kötü olan bütün yanlarından kurtuluş gibi durmaktadır. Bu ihtimal çocuğu için fahişelik yapan bu genç kadının küçük mutluluğunun yaralı göstergesi olarak kalacaktır.
Ellen işinin vardiya saatleri gereği ne kocasıyla ne de kızıyla zaman geçiremeyen özverili bir doktordur. Günün birinde annesi tarafından 5 bıçak yarası ile çalıştığı acil servise gelen küçük çocukla arasında ortaya çıkan enerji giderek O’nu hırpalamaya başlar. Kendi çocuğundan ne kadar uzaklaştığını fark etmesini sağlar. Çocuğu yaşatmak istedikçe içinde büyüyen “paylaşılamayan sevgi” ortaya çıkar. Jackie’ye yakınlaşmak istedikçe ne kadar uzaklaştıklarını fark edemediğini anlar. Ortada kocası yoktur. Jackie yoktur. Annesi tarafından bıçaklanmış küçük bir çocukla baş başa kalmıştır. Şimdi iletişim eksikliklerinin günümüzde geldiği nokta ve Babel bağlantısına girip her şeyi dallandırmak niyetinde değilim ama bunu Moodysson yapıyor. Keşke Arriaga’dan bu kadar etkilenmeseydi dediğimi hatırlıyorum filmin ortalarında. Sonunda Ellen kızıyla olan yakın ilişkisini aşırı kıskandığı Gloria’yı nazik bir biçimde uyararak; kendi yapamadığını onun yapmasını engellemeye çalışır. Paylaşamadığı sevgisini küçük kıza aktarmaya çaba gösteren Gloria ise büsbütün zedelenir.
Filmin gerçek hikayesi arka planda kalsa da Gloria’nındır. Evinden binlerce kilometre uzakta iki çocuğunun geleceği için mücadele eden bu anne sevginin gerçek simgesidir. Tanrı’ya olan bağlılığı, çocuklarına olan özlemi ve onlardan ayırmadığı sevgisi ile Jackie ile olan ilişkisi her şeyiyle karmaşık bir sendromdur. Gloria’nın çocukları annesizliğin ikame edilemez eksikliği ile baş etmeye çalışırken bütün paylaşılamayan sevgiler elektronik iletişim araçlarının frekans aralıklarında kaybolur. Başını omzuna koyman gereken kişi yanında değilse geriye kalan hiçbir şey önemli değildir. Sonunda Gloria’nın büyük oğlunun başına gelen kötü olay sonrası evine dönüşü, başına koyduğu sıcak öpücük başka hiçbir şey ile karşılaştırılamaz.
Filmin sonunda eve dönüş büyük bir metafordur. Anlatılamayacak büyük eksikliklerin içinin dolduğu bir rasyonalite prensibidir. Ait olmak. Ait olduğuna dokunmak. Paylaşmak. Sevgiyi paylaşmak.
Moodysson’nun derdi sevgiyi paylaşamamak. Günümüz dünyasının insanları zorunlu bir biçimde bu forma sokuşuna dingin ve ağır biçimde eleştirisini yöneltiyor yönetmen. Bunu yaparken kullanabileceği en kısa yol olan iletişim eksikliğini Inarritu-Arriaga ikilisinden ödünç alarak biçimlendiriyor. Karşımıza güçlü ve ne anlattığının farkında bir film çıkıyor. Gael Garcia Bernal ve Michelle Williams iyi oynuyor ve doğru seçim olduklarını gösteriyorlar. Ayrıca bir detay olarak Lilja 4ever’ın trajik Lilja’sını oynayan Oksana Akinsjina ve Michelle Williams benzerliği de tesadüf gibi görünmüyor.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.