Martin Scorsese’nin Marvel üzerinden başlattığı ve giderek diğer çizgi roman evrenlerine genişleyen, süper kahramanları sorgulatmaya başlayan tartışmalarda odak kayması yaşanıyor gibi… Scorsese yaptığı açıklamalarda genel olarak dağıtım ve salonlardaki baskın yapıları nedeniyle Marvel ve Disney’i eleştiriyor. Süper kahraman öykülerinin sinema olamayacağı ile ilgili bir yorumu yok. Sinema salonlarının aşırı CGI kullanımı, oyuncak ve bilgisayar oyunu satmak için yapılan filmler ile lunaparka döndüğü de çok haklı bir yorum…
Süper kahraman filmlerinin ve onların yarattığı yeni mitolojilerin, bilim-kurguların, fantastik edebiyat uyarlamalarının “sinema” olmadığını söylemek ise zor… İnsanın elinde sinema gibi sadece gerçek olanı değil, hayal edileni de perdeye yansıtma fırsatı yaratan bir araç varken, bunu kullanmamak zaten saçma olur.
İyi hikaye, iyi işlenirse, iyi sinemadır. Hem Scorsese ve Coppola’nın eser ürettiği janrın en iyi yazarlarından biri olan, hem de çok önemli bir dokunuşla aslında süper kahraman çağını açanlardan biri olan Mario Puzo, buna iyi bir örnek…
Herkes Puzo’yu Godfather’ın yazarı olarak bilse de, çok yetenekli ve yönlü bir kalemi olan usta yazar, belki de süper kahraman sinemasının ilk kıvılcımını çakan isimlerden biri oldu. Richard Donner’in 1978 tarihli Superman ve 1980 tarihli Superman II filmlerinin hikayesini yazan, karakterlere yeni şekillerini veren Puzo süper kahramanlarla yakından ilgilenen bir isimdi… Puzo’nun dokunuşunun, bu janrda önemli bir değişim yarattığını ve kahramanların yarı tanrı – yarı insan yanlarını o güne kadar yapılmamış bir şekilde daha içeriden bir bakışla ele aldığını söylemeliyiz.
Mario Puzo’nun senaryosunun tam olarak çekilseydi toplam 9 saate ulaşacak bir seri olacağını da hatırlatalım.