Maymunlar Cehennemi’nin Evrimi

Sinema seyircisinin gönlünde yer etmiş serilerden biri olan Maymunlar Cehennemi bilindiği gibi durmadan tozlu raflardan inip yine yeniden doğan, aslında oldukça yaşlı bir film.
Şimdi de son Hollywood modası olan “serinin başına dönelim” tesirinde yeni versiyonuyla görücüye çıktı. Son filme girmeden önce biraz geriye gidelim…

The Bridge Over River Kwai’yle de tanıdığımız Pierre Boulle’nin “Planet of the Apes” isimli romanına dayanarak Franklin J. Schaffner’ın yönettiği ilk film (1968) o yıllara göre oldukça üst düzey bir makyaj, efekt ve kurguya sahipti. Hatta film – öyle bir kitle yakaladı ki- 7 film, 2 televizyon dizisine sıçramakla kalmadı roman ve çizgi roman dünyasına da ilham oldu. İlk filmde, bir grup astronot, uzun bir zaman yolculuğun sonunda uyanarak, yabancı bir gezegene iniş yapıyordu. Gezegende insan medeniyeti ile yer değiştirmiş bir maymun uygarlığı söz konusuydu. Astronotlardan George Taylor, insan avcısı maymunlar tarafından deney yapılmak üzere esir alınıyor ancak bir kargaşa anında paçayı kurtarıyordu. Ne var ki bu kaçış, onu çok şaşırtıcı cevaplarla dolu acı bir gerçekle yüzleştiriyordu.

Serininin ikinci filminde (1970) senaryoya, haber alınamayan Taylor ve ekibin izini sürmek için ikinci bir ekip dahil oluyor. Bu ikinci astronot ekibinden sadece Brent, bir mağaraya saklanarak hayatta kalmayı başarıyordu…

Serinin üçüncüsü “Maymunlar Cehennemi’nden Kaçış” (1971) Maymun bilim adamları Cornelius, Zira ve Dr. Milo’nun nükleer bombanın patlamasından önceki kaçışlarını anlatır. Taylor’un uzay gemisiyle zamanda geriye giderek 3955’ten 1973’e dönmeyi, yani Taylor ve arkadaşlarının yaptığı yolculuğun tersini gerçekleştirmeyi başaran maymunlar, yokolan bir dünyadan geriye kalan son canlılardır. Dolayısıyla şimdi gelecekten ve insanoğlunu bekleyen felaketten haberdardır.

(1972) “Maymunlar Cehenneminde İsyan” Cornelius ve Dr. Zira’nın oğlu Caesar’ın, 20 yıl Sirk sahibi Armando tarafından saklandıktan sonra ev hayvanı olarak köleleştirilmek istenen maymunları MacDonald’ın yardımlarıyla örgütleyerek, gezegendeki totaliter rejime karşı isyan başlatmasını anlatır.

(1973) “Maymunlar Gezegeni’nde Savaş”ta Maymunlarla insanlar arasında barışı sağlamaya çalışan Caesar, General Aldo’nun bölücülüğüyle karşı karşıya kalır. Bu olay, iki maymun arasında ölümcül bir mücadeleye neden olur.

Ve 2001’e gelindiğinde ilk filmin yeni versiyonu Tim Burton tarafından yeniden çekildi. Filmi politikaya buladığı gerekçesiyle başarısızlıkla suçlanan filmin yönetmene en iyi getirisi muhtemelen eşi Helena Bonham Carter oldu…

Evet hiç bitmeyecek sandınız ama bitti. Açıkçası filmin hikayesini hiç bilmeyenlerin de az biraz fikir sahibi olmaları için böyle bir özet geçme gereği doğdu, yeni üniteye geçmek istemeyen tarih öğretmeni gibi bağlayalım: “Bilenlere tekrar oldu”
Şimdi yeni filme gelebiliriz.

Maymunlar gezegeni: Başlangıç (2011)
Serinin son filminde bu sefer, şu ana kadar anlatılanların da öncesine gidiyoruz. Serinin yaşadığımız dünyada geçen tek filmi, insanlar ve maymunlar günümüzdeki hiyerarşideler. Hikayemizin odak noktasında, babasını iyileştirme adına kendini, Alzheimer tedavisini bulmaya adamış bir bilim adamı Will Rodman(James Franco) var.
Rodman, tedaviyi geliştirmek için maymunlara beyin hücrelerini geliştiren bir serum veriyor. Zeka düzeyinde ciddi bir ilerleme yaşayan deney maymunu saldırgan tavırlar göstermeye başlayınca işler geri sarmaya başlıyor. Sonradan maymunun aslında-yavrusunu koruduğu için saldırganlaştığı- anlaşılıyor ancak bu gelişme, deney maymunlarının hepsinin uyutulduğu korkunç bir son ile noktalanmasını engelleyemiyor.
Bu kötü sondan, yavru maymun (Caesar) Will Rodman’ın himayesinde kurtulmayı başarıyor. Ama bu karşılığı olan bir iyilik gibi… Rodman, Caesar üzerinde deneysel ilacını uygulamaya devam ediyor. Bu defa insanlık, Rodman üzerinden -kurtarıcı olma- şapkası altında büyük riskler alıyor ve -her zamanki gibi- kontrolü kaybediyor. Filmin en büyük avantajı -her zaman benden duyamazsınız bunu-  CGI teknolojisi.  Filmin ana karakteri (CGI desteğiyle de olsa) Caesar’ı canlandıran Andy Serkis (nam-ı diğer Gollum) ise filmin kayda değer tek oyuncusu. Çizgi roman uyarlamalarından aşina olduğumuz James Franco ise “Milk”de Sean Penn’in sevgilisi Scott Smith rolüyle ve geçen sene “127 Hours”daki performansıyla esas adam kimliğine geçebileceğini göstermişti. Bu filmde başrolü bir maymuna kaptırsa da, kendi payına düşen oyunculuğun hakkını vermiş diyebiliriz.

Özetle, film doğru yönetmenin ve iyi görüntü yönetmeninin elinde fena olmayan bir senaryonun ne kadar iyi olabileceğinin bir göstergesi gibi. Bu film, serideki gibi ciddi kültür çatışmasına girmeyen, tüm bunların öncesindeki bilincin hızlı gelişimi anlatan bir tarafa odaklanıyor. Kısaca kaş yapayım derken göz çıkaran bir Dr. Frankenstein hikayesi gibi. Yani daha ziyade bilimin etiği, tabiat anaya müdahale etmenin bedelinin nasıl ödenebileceğinin ipuçlarını karşımıza koyuyor.
Bu yazın hayal kırıklığı yaratmayan tek filmi olduğunu söyleyebilirim. Meraklıları zaten gider, meraksızları da buradan davet edelim.


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Yorumlar

Bir cevap yazın