İstanbul Film Festivali’nin Haziran seçkisi başladı. Yayınlanan ilk film ise fransız yapımı Mes Jours De Gloire (Parlak Günlerim) oldu.
Filmin yaslandığı tür komedi de olsa, içerisindeki trajik ve hatta dramatik öğelerle kendini bir kalıba sokmuyor. Adrien, tuhaf bir mizah anlayışı olan, kalabalıklar arasında yalnız kalan ve belli başlı psikolojik problemler yaşayan bir kişi.
Filmin ana türü komedi olmasına karşın film fazlasıyla tek düze ilerliyor. Mizahi öğelerin bulunabilmesi için bir en azından bir çatışma olması önemli… Lakin Adrien, film boyunca herhangi bir çekişmenin içerisine giremiyor. Ebeveynlerin boşanması, beklediğimiz ortamı yaratır diye bekliyoruz, Adrien’i harekete geçirecek bir durum yaşanmıyor. Ereksiyon problemi üzerinden birtakım olaylar gelişebilir diye bir beklentiye giriyoruz, maalesef tekrardan bir çatışma durumu ortaya çıkmıyor. Kahramanı harekete geçirecek bir etki olmayınca, mizah da olmuyor ve böylelikle film ana türü olan komediye sırtını dönüyor.
Psikolojik problemlerden ötürü yaşanılan ereksiyon durumunun ne zamandan beri olduğunu veyahut annesiyle konuşmasından sonra mı ortaya çıktığını bilemiyoruz? Annesi ile görüştükten sonra iki erkek arkadaşına, bazı tavır değişiklikleriyle yaklaşmaya çalışıyor. Eşcinsel yönelimi olup, olmadığını belirlemek adına böyle bir davranış sergilese de olumlu bir sonuç alamıyor. Ereksiyon problemi film boyunca devam etmesine karşın, izleyiciye anlatılmak istenen hikaye hep aynı. Eşcinselliğe yönelimi olduğu için kadınlara ilgi duymuyor ve haliyle de erekte olamıyor. Lakin filmin sonunda da gördüğümüz üzere ereksiyon olamamasının nedeni eşcinselliğe yönelimi değil. Psikolojik olarak kendisini rahatsız ve yalnız hissetmesinden kaynaklı… Filmin yaklaşık yarım saati ereksiyon problemi üzerinden ilerlemesine rağmen bu problemin sonu bilindik ve vasat bir çözüme kavuşuyor. Bu yarım saatlik süreçte herhangi bir komedi unsurunun bulunmaması da cabası.
Adrien’in içinde bulunduğu maddi durumu ve yalnızlığı çok iyi anlamama rağmen Adrien ile kendi aramda benzerlik kuramıyorum. Yönetmen, seyirciyi filmin içine almaktan ziyade, yabancı bir gözle uzaktan izlemesini istiyor. Bilerek ve isteyerek filme ortak olmamızı, Adrien’e sempati duymamızı istemiyor. Bu karara saygı duyuyorum lakin filmin sonlarına doğru annesiyle konuştuğu sahnede yönetmenin seyirciyi filmin dışında tutmak istemesinden ötürü o duygusal boşalma seyirciye hissettirilemiyor. Keza sevişme sahnesinde de aynı durum yaşanıyor. Ana karaktere empati veya sempati duyulmaması isteniliyorsa, filmin sonunun ucu açık bir şekilde sonlanması gerekirdi. Biz seyircilere o sevişme sahnesinin gösterilmemesi, yönetmenin kurduğu dengeye gayet uygun olurdu.
Genel olarak komedisini beğenmediğim ve yönetmenin tercihlerinin birbiriyle çelişmesinden ötürü filmi pek sevemedim. Adrien karakterine hayat veren Vincent Lacoste, senaryonun vasatlığına ve diyalogların sönüklüğüne rağmen performansıyla dikkat çekiyor. İlerleyen yıllarda daha çok göreceğimizi düşünüyorum. Benim filme puanım 40/100.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.