Midnight in Paris bu hafta Türkiye’de gösterime girdi… Bu yıl 64. Cannes Film Festivali’nin açılış filmi olarak gösterildi film. Allen’ın tüm filmleri arasında en fazla hasılat getiren filmi oldu. 40.1 milyon dolar ile 25 yıl önce çevirdiği ‘Hannah and Her Sisters’ filmini de geride bıraktı. İzleyenler ayılıp, bayılmış. Bir Woody Allen hayranı olmayarak şunu diyebilirim ki filme ne ayıldım ne de bayıldım.
Öncelikle filmin neden romantik komedi olarak nitelendiği kafamda soru işareti. Bana sorarsanız, fantastik, sonu mutlu biten bir ayrılık filmi. Woody Allen, Londra ve Barselona’nın ardından Paris’i ilahlaştırarak, seyirciyi büyülü bir dünyanın içine sokmaya çalışmış. Daha filmi izlemeden, sırf Paris’te bir romantik komedi (her ne kadar olmasa da) izleme fikri, insanı bu filme sempati duymasına sebep oluyor. Böyle de olunca, Woody maça bir puan önde başlıyor.
Üç buçuk dakikalık klişe denecek Paris görüntüleriyle filmin açılışı yapılıyor. Turistik belgesel tadında hazırlanmış montaj görüntüleri, Eyfel kulesinin arkasında saklı kalmış gerçek parislilerin Paris’ini anlatmaktan maalesef çok uzak… Karakterler Gil (Owen Wilson) ve Inez (Rachel Adams)… Biri, yeni kitabı üzerinde çalışan Hollywood’da senaryo yazarlığı yaparak kariyerinde iyi bir noktaya gelmiş bir Paris aşığı romantik yazar; diğeri üst sınıftan gelme bir lüks düşkünü.. Gil ve nişanlısı Inez, ailesinin iş gezisi için geldikleri Paris’te onlara eşlik eder. İkili arasındaki uçurumla ve Inez’in ailesinin Gil’le anlaşmazlıklarıyla olaylar gelişiyor. Gil, karakterinin pasifliği ve dipsiz saflığı, Inez’in pasif agresif tavırları filmi nereye götürecek diye beklerken, nasıl olmuş da bu ikili hiçbir ortak noktaları olmadığı halde nişanlanıp, evlenme noktasına gelebilmiş diye de düşündürüyor. Ayrıca, Gil karakterindeki biri için Hollywood’da tutunabilmek, çok da inandırıcı gelmiyor.
Gece yarısında Paris sokaklarında yürüyüşe çıkan Gil’in, 1920’lere yolculuğu artık başlıyor. Hayranı olduğu Hemingway’den Picasso’ya dönemin önde giden sanatçı ve edebiyatçılarıyla tanışıyor ve üzerinde çalıştığı kitabını Gertrude Stein’a okutma şansı yakalıyor. Gil’in sürekli bir şaşkınlık hali var bu yolculuğunda. Paris’in en ilham verici dönemine gıpta ederken, Altın Çağ olarak nitelendirdiği bu dönemde yaşamamış olmanın burukluğu her daim yüzünde ve kelimelerinde vuku buluyor. Zira, Woody Allen bu dönemi Gil’in hayallerinde yaşattığı gibi lanse etmiyor. Hiçbir şair ya da edebiyatçı, sessiz bir kafede oturup, uzun soluklu edebiyat sohbetleri yapmıyor. Ya da bir ressam gün batımına dalıp, ağzında piposuyla ilham gelmesini beklemiyor. Herşey bu dönemde şimdi olduğu gibi ne ise o. Gil’in düşündüğü gibi Altın Çağda insanlar ne daha çok mutlu ne daha az sorunlu…
Hayatın getirdikleri karşısındaki tatminsizlik, modern çağın bir sorunu değil. Zira, Picasso ve Hemingway’in aşk maceralarına tanık olurken bunu görüyoruz. Ya da Gil’in “Modern Amerikan edebiyatı Huckleberry Finn’le beraber başladı” şeklinde hararetli bir edebiyat sohbetinin ilk tohumunu atmasına, Hemingway’in konuyla alakasız bir şekilde “Boks yapar mısın?” şeklinde verdiği karşılık filmin anlatmak istediğini net bir şekilde vurguluyor. Filmin başında gösterildiği gibi sadece kitabıyla ilgili değil kendi yaşantısında da sorunları olan Gil’in hayatını değiştirecek sözlerden biri, Hemingway’in ağzından dökülecektir.
“Yeteri kadar sevmediğimiz ve sevilmediğimiz için tüm insanlar ölümden korkar; ki bu nihayetinde aynı şeydir. Ama eğer gerçekten seni güçlü hissettiren, saygını hak eden bir kadınla berabersen, ölüm korkusu tamamen kaybolur. Çünkü vücudunu ve kalbini harika bir kadınla paylaştığında, tüm evren canlılığını yitirir. Sadece ikiniz var olursunuz. Ölüm artık zihninden silinir. Korku, kalbinden uzaklaşır. Yaşamak ve sevmek için tek tutku, senin yegane gerçeğin olur. Bu kolay bir iş değildir. Ama şunu unutma ki böyle bir kadınla beraber olduğun zaman, kendini ölümsüz hissedeceksin”
Özetle, anı yaşamaktan ve kendinden kaçıp, geçmişte bir hayat kuracağına, kendi altın çağını, kendin şimdi yarat mesajı Allenvari bir şekilde düzgün bir kurguyla verilmiş. Seyri kimisine göre çok güzel olan bir film. Çok büyük beklentiniz olmadığı sürece, keyifli olabilir. Bana sorarsanız, filmin nereye varacağı öngörülebilir, yolculuk kısmı da çekilebilir, bir Woody Allen filmi. İyi seyirler!
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.