Moon: Ben, Ben Değilsem Ben Kimim?


moon-ay-film-sam-rockwell.jpg

İyi bir bilimkurgu filminde aslında bize uzak gezegenleri, bilinmeyen tehlikeleri, bu tehlikelerle baş etmeye çalışan uzay insanlarının başlarından geçen maceralardan çok; bu tür filmlerdeki altmetinlerde bahsedilen dünyadan yani başka bir deyişle kendi yaşamlarından kopan insanın kendiyle yüzleşme, kendini keşfetme, değerlendirme, kendi zaaflarıyla savaşma gibi yönlerini algılamayı, okumayı, setretmeyi daha çok seviyorum. Hatta her bilimkurgu filmiyle başlayan ve dünyadan uzaklaşarak başka evrenlere, galaksilere gitmeyi hayal eden bu yapıtlarda maksadın insanoğlunun kendini, yaşadığı Dünya’dan soyutlarken kendi içine doğru yaptığı bir yolculuğa çıkmak olduğunu da düşünüyorum. Başka bir deyişle insanoğlunun kendinden uzaklaşışını anlatan her bilimkurgu filminin aslında onun yani insanoğlunun bir çeşit kendine yaklaşmaya çalışma çabası olduğu kanısındayım. Tanımadığı, tanımlayamadığı, bilmediği yabancı, neredeyse bir hiçlikte kaybolan insanların kendilerini her defasında yeniden keşfetmeye çalışmaları seyirci için her zaman farklı bir deneyim olmuştur.

Gelecekte bir zamanda insanoğlu Ay’da “Helum 3” adlı bir radyoaktif bir madde bulur ve bu madde sayesinde dünyada herhangi bir riske girmeden nükleer enerji sağlanması da başarılır. Lunar adlı bir enerji şirketi ay yüzeyinde bulunan Helum 3’ü hasat ederek dünyaya gönderme işini üstlenmiş ve yapılan bu işin sorunsuz bir şekilde yürütülmesi için Ay’da bir üs kurmuştur. Sam Bell bu uzay üssünde çalışan tek insandır. Lunar şirketiyle yaptığı sözleşme gereği üç yıldır süren görevinin son üç haftasına sorunsuz girmiştir. Tek beklentisi Dünya’da kendisini bekleyen eşi ve çocuğuna bir an önce kavuşmaktır. Uzun süredir Dünya ile Ay arasında süren güneş fırtınası nedeniyle gezegeniyle görüntülü iletişim kuramadığından Dünya’dan kendisine gönderilen görüntü kayıtlarındaki eşi ve çocuğunun mesajlarıyla yetinmektedir. Son üç haftada her şey yolunda giderken Bell bir gün üste bir sanrı görür. Aradan belli bir süre geçtikten sonra bir kontrol görevi için uzay aracıyla ay yüzeyine çıktığında, ay yüzeyinde herhangi koruyucu elbise olmadan dolaşan başka bir kimseyi daha gördüğünde dikkati dağılan Sam Bell, aracıyla bir kaza geçirir. Kendine geldiğinde uzay üssündedir. Yardımcı robotu Grety’den bir kaza geçirdiğini öğrenir. Buna rağmen Sam Bell’in kaza yaptığı yer ile ilgili kafasında sorular vardır. Robot Grtey’e kaza yerine geri dönmek istediğini söyler ama robot bunu kabul etmez çünkü Bell’in hâlâ kazanın etkisinde olduğunu düşünmektedir. Buna rağmen Sam Bell dışarı çıkmakta ısrar eder; robot Grety’den gizli üste bir arıza çıkarır ve arızayı onarma bahanesiyle robottan dışarı çıkmak için gereken onayı alır. Üsten çıktıktan sonra kaza yerine giden Sam Bell kaza yapan uzay aracının içinde birsinin olduğunu fark eder; aracın içine girer. Aracın içindeki kişi kendisidir.

sam-rockwell-ay.jpg

Artık uzay üssünde iki tane Sam Bell vardır. Bu iki insan uzay üssünde beraber zaman geçirmeye başladıkları andan itibaren kendi kafalarında oluşan sorulara da cevap aramaya başlarlar. Yeni olan Sam Bell bu konuda daha ısrarcıdır ve hem kendine hem de kopyasına daha çok soru sormaktadır. Bulundukları üste yaptığı araştırmalar sonunda üste sadece iki tane değil kendilerinin klonu olan çok daha fazla sayıda Sam Bell olduğunu öğrenirler. Kopyalar üretildikleri doğa gereği zihinlerinde hazır bulunan bazı bilgilerlerle uyandırılmakta, Dünya’da kendilerini bekleyen bir aileleri bir hayatları olması gibi bazı beklentilerle yaşayarak kendilerine biçilen ömrü tamamladıktan sonra eve gönderilmek bahanesiyle içine girdikleri haznede yok edilmekte, daha sonra başka bir Sam Bell uyandırılmaktadır. Öğrenilen başka bir şey de sürekli güneş fırtınası bahanesiyle kurulamayan görüntülü bağlantının aslında Ay üzerinde kurulan sinyal engelleyiciler tarafından kesiliyor olduğudur. Ama bu defa işler yolunda gitmememiştir ve klonlar bir tesadüf eseri uzay üssünde dönen oyunu fark etmişlerdir. Fakat film ilerledikçe üste eski olan Sam Bell hastalanmaya başlar. Ya kendine biçilen, kendi için öngörülen yaşam süresinin sonuna gelmiştir ya da ay yüzeyinde ortaya çıkan radyasyona maruz kalmıştır. Bu arada Dünya’daki Lunar şirketi yetkilileri ay yüzeyinde bir problemle karşılaştıklarını hissettiklerinden Ay’a bir kontrol ekibi gönderirler. Bu kontrol ekibi Ay’a vardıklarında işleri yoluna koymak için iki klonu da büyük ihtimalle öldüreceklerdir. Bu nedenle her iki Sam Bell de bulundukları yerden bir şekilde kurtulup Dünya’ya dönmek için planlar yapmaya başlarlar.

moon-ay-film-duncan-jones.jpg

Moon’un, insanın varoluşuna dair anlatmaya çalıştığı ucu açık bir hikâyesi var. Her defasında doğup büyüyüp toplumun bize yapmamızı söylediği görevleri yerine getirip sırf bu görevleri yerine getirmek adına aslında sadece bir kere yaşayabildiğimiz hayatı nasıl ziyan ettiğimizi anlatmaya çalışan bir film Moon. Eğer herkes gibi yapıp sizden öncekiler gibi davranarak yaşarsanız aslında hiç yaşamamış olursunuz. Yaşadığınız hayat da aslında bir illüzyondan ibaret olur. Belki de adına hayat denilen şey insanoğlunun kendi kendine tanrılık taslamasından başka bir şey değildir. Hayat her defasında hep birbirine benzeyen bireyler yaratmayı ve onlara hükmetmeyi çok sever. Ama ne ilginçtir ki hayatı var eden insanoğlu ancak hayat denilen bu kısır döngünün o amansız çemberini kırmaya başladığı anda insan olmaya da başlar. Bu da insan denilen bu tuhaf mahlûkun en amansız çelişkilerinden biridir.

Her toplumsal düzen bireyin farklılıklarına saldırırken bireyler arasındaki farklılıkları en aza indirgemeye çalışır. Toplumlar ortak amaçlar yaratır ve bireyin bu ortak amaçlara inanmasını ister. 21. yüzyılda toplumların, devletlerin ve ekonomilerin birbirlerine benzeyen bireyler yaratmaları yaşanılan süreçte bir amaç mıydı yoksa bir sonuç muydu; tartışılır. Ama genelde yaratılan “hız” toplumlarında ortaya konulan iş bölümünden geriye insana yaşayacak, kendi olma fırsatı verecek bir alan bırakılmamıştır. Yaşamını kazanmak için çalışan insan en başta çalışma hayatına artı değer katma işini her ne kadar kendi için yapıyor gibi görünse de değişen, gelişen üretim anlayışında “iş” ve işin beraberinde getirdiği kâr, insan yaşamının da önüne geçmiş, emeği üreten, emek sarf ederek değer yaratan bireyse bu işleyişin nesnesi haline dönüşüvermiştir.

Yüzyılımızda dev şirketler için insan, kârın ortaya çıkması için oluşturulan sistemin sadece bir parçasıdır. Doğar, büyür, sistemin öngördüğü biçimde eğitilir, istihdam edilir ve kullanılmaz hale gelince de devredışı bırakılır. Bu yüzyılda sistemin insana olan yaklaşımı gerek teknolojik, gerekse bilimsel anlamda çok daha karmaşık, mekanik ve acımasızdır. Bu anlamda insanoğlu çok ciddi bir düzleştirme hareketinin içindedir. Bireyin kendisinde yaratılan tüketim istekleri yaşamın her alanında olmazsa olmaz bir koşul olarak ortaya çıkarken popüler değerler, takip edilen masal tavşanı misali, yüz milyonlarca insanı peşinden koşturur. Günübirlik değerler gündeliği hem ticari bir ürüne dönüştürür hem de toplumsal değerler anlamında yığınları yeterince meşgul eder.

rockwell-moon.jpg

Genel olarak sınırlarını çizmeye çalıştığım bu yüzyılın toplumsal üretim biçiminin yine topluma yönelttiği tüm bu etkilerin en sarsıcı olanı bence az önce bahsettiğim “düzleştirme” çabasıdır. İnsanlar birbirlerine benzemekte, benzetilmekte ve bu günümüz için neredeyse bir normal olma kriteri olarak kabul edilmektedir. Bu anlayış da ortaya sözde beklentileri, yapay umutları ve en vahimi sahte hayatları olan yığınları ortaya çıkarmaktadır. Bu benzerlik meselesine dair başka bir gönderme de Matrix’in kendini kopyalayan ajan Smith ile yapılmıştı.

Moon’daki bu klonlama hadisesi ister anlatılan yüzyılın başka bir deyişle geleceğin üretim anlayışına eleştirel bir gönderme olarak kabul edilebilir istenirse de günümüz üretim anlayışında üretim sistemin en önemli öznesi olan emek veren insan figürüne sistemin bakışındaki yanlışı eleştirme adına bilimkurgusal bir yorum olarak algılanabilir. Her nasıl algılanırsa algılansın Moon çok uzakta, yabancısı olduğumuz bir mekân olan Ay’da geçen bir hikâyeyi anlatırken insanı, günümüzü ve bugün yaşam için çok önemli olan bir konuyu tartışmaya açıyor ve meselesini, anlattığı hikâyeyi, o hikayenin geçtiği atmosferi ve karakterini başarıyla yaratırken amacına, izleyicinin dimağında bazı soru işretleri yaratarak ulaşmış gibi görünüyor.


Leave a Reply