Muscle, İstanbul Film Festivali’nin kasım seçkisinde yer alan yönetmenliğini Gerard Johnson’ın üstlendiği, İngiliz yapımı psikolojik gerilim türünde bir film.
Genel olarak çekim kalitesini beğenmediğim bu yapımın, siyah beyaz çekilmesinin bir mantığı olduğunu da düşünmüyorum. Doğal olarak buna saygı duymakla beraber, özellikle dış çekimlerde ışık problemleri fazlaca göze çarpıyor. Bence bunun en büyük nedeni filmin siyah beyaz olarak tasarlanmış olması. Görüntü yönetmenliği dışında teknik olarak pek bir sorun göremedim. Kurgusu ve kurgunun ritminden gayet memnunum. Filmin en önemli artısı ise Simon karakterine hayat veren Cavan Clerkin. Her ortama ve şarta uyum sağlayan Clerkin, 2019 yılında Tallinn’de aldığı En İyi Erkek Oyuncu ödülünü fazlasıyla hak ediyor.
Genel unsurlardan bahsettiğime göre filmin hikayesine geçebiliriz. Filmi üç bölüme ayırmanın mantıklı olacağını düşünüyorum. Çünkü film, her bölümünde direksiyon kırıp başka bir noktaya yöneliyor. ‘Filmin ana hikayesi buymuş’ dediğiniz anda yapım başka bir biçime dönüşüyor.
Birinci bölümde Simon karakterinin işine, kız arkadaşıyla yaşadığı ilişkiye odaklanıyoruz. Bu bölümde Simon’ın satış temsilciliği görevinde, insanları dolandırmaya çalışmasına şahit oluyoruz. Bu süreç daha ağır ve daha doğal çekilmiş. Diğer bölümlere kıyasla farklılığını hissettirmek adına böyle doğal ve ağır bir tempoda çekildiğini düşünüyorum. Bu bölümde Simon’ın işine odaklanacağımızı, küçük bir The Wolf Of Wall Street izleyeceğimizi düşünsek de film temasını değiştirip başka bir yöne evriliyor.
İkinci bölümde bir değişim içerisine sürüklenen Simon, önce spor yapmaya başlıyor, ardından da kız arkadaşının ayrılığıyla çöküşe geçiyor. Bu ayrılıkla yalnızlaşan Simon, kendisini Terry’le yakın bir arkadaşlığın içerisinde buluyor. Daha tempolu ve eğlenceli geçen bu bölüm de, Simon’ın değişimi başlıyor. Bu bölümü seyrederken, Simon’ın maskülen bir erkeğe dönüşünü izlediğinizi düşünüyorsunuz lakin yönetmen bir kez daha direksiyon kırıyor.
Üçüncü ve son bölümle beraber manipülasyona uğrayan Simon’ın arayış süreci son buluyor. Bu arayış süreci içerisinde farklı birine dönüşen Simon, kullanıldığını geç de olsa anlıyor.
Filmin ana noktalarını da belirlediğimize göre incelememize başlayabiliriz. Filmin anlatmak istediği toksik ve maskülen erkek hikayesini anlamama rağmen Simon’ın neden burada olduğunu anlamlandıramıyorum. Çünkü o öyle birisi değil. Sıradan bir insan. Testosteron kokan bir ortamda varlığını sürdüremeyeceğini bilmesi lazım. Bence filmin bu noktasıyla, sonu arasında bir bağlantı kurmalıyız.
Filmin sonlarına doğru karakoldan gizlice çıkıp, evine giden Simon ile Terry’nin aynı kişiler olduğunu hissediyorum. Evet, Fight Club twist’inden bahsediyorum. Filmin sonuyla beraber ilk olarak bunu hissettim. Çünkü Simon’ın o ortama girme nedenini kafamda oturtamıyorum. Simon kendisinin neredeyse tam zıttı olan birini kafasında yaratmış olursa, işte o zaman o adım anlam kazanabilir. Bununla ilgili destekleyeceğim pek bir emarem maalesef ki yok. Bu sadece bir his. Filmin sonlanmasıyla birlikte bunu hissettim. Olayların gelişimi, Terry’nin spor salonunda çalışıyor olmaması, ve özellikle fotoğrafların ne olduğunu görmüyor oluşumuz bana Terry ve Simon’ın aynı kişiler olabileceğini düşündürttü.
Filmin direksiyon kırıp başka noktalara yönelmesiyse ikircikli… Sadece hikaye değil, görsel anlamda da film başka bir noktaya evriliyor. Simon’ın evindeki büyük ve fazla gerçek olan sevişme sahnelerine anlam veremedim. Hikayenin anlattığı toksik ve maskülen erkek profiline uysa da, bu sahnelerin gerçek manada çekilmiş olması, akla direkt olarak filmin pornoya dönüştüğünü gösteriyor. Uzun yıllardır tartışması devam eden ve büyük bir kitlenin böyle düşündüğü Love filmi Porno mu? söylemleri bu yapımın belli bir süresi için geçerli olabilir. Tabi ki Love filmi kadar popüler olmayacak ama ilk bakışta bana bunu hatırlattı. Ayrıca o sahnelerin bu denli gerçek olmasına gerek var mıydı? Bence yoktu.
Filmin oyunculuğunu, hikayesini sevsem de görsel anlamda sınıfta kaldığını düşünüyorum. Eğer benim düşündüğüm gibi bir son var ise yönetmenin bunu fazla üstü kapalı anlattığını düşünüyorum. Çünkü bunu destekleyecek pek bir kanıt yok elimizde. Birkaç kanıt olmuş olsaydı, filmin ucu açık sonuna anlam verebilirdim. Lakin az kanıt olduğunu düşünüyorum. En azından ben öyle hissediyorum.
Filme puanım:50/100
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.