“Ahh kusura bakma n’olursun, ama biliyorsun ben senin cici bici, düzenli, şıkır dünyanda yaşamıyorum. Senin de bildiğin gibi, kimileri polise gider, kimileri kredi almak için bankaya, kimileri de evini toplayıp siktir olur gider buradan. Kimilerinin seçme şansı yoktur. Benim hiç şansım olmadı”
Gerçekler acıdır; bu kadar net. Çoğu sinemacı için film yapmak, insanların hayatın gerçeklerinden kaçacakları fantazyalar yaratmak demektir. Sinema perdesinde gerçek bozunur. Estetik kalibrasyondan geçerek çiğliğini ve pürüzlerini kaybeder. Sinemanın ahlaki ve/veya kültürel gösterge olması hala tartışılıyor. İnsanlar, bir başkasının hayallerini izlemek için hayatlarından eksilttikleri 90-120 dk arası sürelerde hoşlarına gitmeyecek şeyler izlemeyi yeğlemezler. Ders almak, aydınlanmak istemezler. Keyiflenmek, gülmek, şaşırmak, ağlamak, korkmaktır çoğunlukla istedikleri. Düşünmek ise yalnızca katmanlı kurgu filmleri üzerine bulmacavari olacaksa makbul gelir. “Gerçekler üzerine zaten yeterince düşünüyorum” diyerek kaçarlar sinema salonlarına. Loach Usta yaklaşık 50 yıldır bu kitleye karşı, bu kitlenin akıntısının tersine kürek çekiyor. Uslanmaz bir Marksist olarak insanlara gerçekleri anlatmak için çaba harcıyor. Herkesin bilmekten kaçtığı gerçekleri yalın ve diyalektik bir sinema diliyle karşımıza getiriyor. Sinemasının son çeyreğinin ilk filmlerinden “My Name is Joe” da bu gerçeklik ve yalınlıktan nasibini fazlasıyla alıyor.
Glasgow şehrinin gettolarında işsizlik, uyuşturucu, şiddet ve çaresizlik atmosferinde tanışırız Joe ile. Sosyal hizmetlerde sağlık görevlisi olarak çalışan Sarah ile tanışmaları, aşık olmaları ve sınıfsal farklılıklar ile beraber hikayenin akış diyagramı bu çerçevenin içerisinde yer alır. Geçmişinden kurtulmaya çalışan Joe sempatik bir karakter olarak kurgulanmıştır. Karakterin çatısını oluşturan alkolik bağımlılık ve sorumsuzluk dolu yılların üstesinden gelmeye çalışan bir bireydir Joe. Alt sınıfa ait, bu sınıfa özgü ve bu sınıfa bağlı bir adamdır kısaca. Sarah ise yaşadıkları bölgenin sosyal/sağlık kamu görevlisidir ve muğlak bir geçmişe sahip olmasına rağmen, tavrı ve davranışları ile sempatik kurgulanmış bir karakterdir. Loach, Joe’yu orta sınıfa ait değerler ve ahlaki yargılardan arındırarak ortaya çıkarır filminde. Bunu yaparken orta sınıfa mensup Sarah’nın samimiyetini, yardımcı olmadaki iyi niyetini göstermekten de çekinmez. Loach genel olarak insanları değil içinde bulundukları sınıfsal düzeni ve bu düzenin çarklarını hedef alır.
Paul Laverty’nin senaryo yazarı olarak Ken Loach ile çalıştığı 2. Film olan “My Name’s Joe”, içerisinde mizah duygusu, romantizm ve -dikkat çekmek gerekir ki- umut taşıyan bir film. Film, gerçeğin sıkı ve kavurucu çölünde olabilecek başkaldırı yöntemlerini, insani bir biçimde ortaya çıkarmaya çalışıyor. Önce 2 ana karakteri yazıp Loach’tan onayı alan Laverty, Glasgow’a dönerek; işçi toplulukları, eski ve yeni uyuşturucu bağımlıları ve eski fahişeler ile konuşmuş; sonunda senaryonun geri kalanını bu şekilde ortaya çıkarmış. Kalküta doğumlu olan Laverty de Glasgow’da büyümüş ve asıl mesleği olan avukatlığı bu şehirde yapmış. Laverty – Loach ortaklığının mührü denebilecek bu senaryosu için usta yönetmen: “Paul her zaman çok iyi yazar ama kendi lehçesinde yazdıkları çok daha içgüdüseldir” der.
1998 yılında Joe rolü ile Cannes’da en iyi aktör ödülünü alan Peter Mullan ise içine girdiği karakterin kimyasını tam anlamı ile tutturuyor. Abartısız ve dengeli bir oyunculuk ile insan ruhunun tekrar tekrar mücadele etme kararlılığını Joe ile seyirciye aktarmada ustalık sergiliyor. Loach, Mullan için: “Peter başka kimsede bulamadığımız gerçekten özel bir nitelik taşıyor” derken Peterhead’da doğan ama Glasgow’da büyüyen oyuncunun gerçek hikayesini de mutlaka biliyordu. Peter Mullan, tıpkı Joe’nun yaşadığı gibi bir ortamda büyüyen ve çevrenin etkilerine dair gerçek tecrübelere sahip bir aktör. Şimdilerde 2010 yılında yönetmenliğini yaptığı “Neds” ile 13 yıl önce oyuncu olarak ortaya çıkardığı Glasgow’un sokak ruhunu, yönetmen olarak ortaya çıkarmak derdinde. Babasının da bir alkolik olduğunu itiraf eden Mullan, “Filmle beraber kendi gerçekliğimize güçlü bir yolculuk yapma fırsatı bulmuştum” diye itiraf eder çok sonraları bir röportajında.
Sarah rolünde sempatik ve samimi bir görüntü sergileyen Louise Goodall’ın da hakkını teslim etmek gerek. Sarah rolünün içerisinde yaşadığı olaylara bakışı, yaklaşımı ve içerisinde eriyip gitmesiyle rolünün hakkını sonuna kadar veriyor. Ken Loach yine bir röportajında daha önce küçük roller verdiği oyuncuyu başrole seçerken “sahiciliği ve sıcaklığından” etkilendiğini söylüyor.
İşsizlerden oluşan (ve kendilerine Batı Almanya’yı idol olarak seçen) amatör bir takımın antrenörlüğünü yapan Joe, bir gün bölgedeki evleri tarayan sağlık görevlisi Sarah ile tanışır. Geçmişinde alkolik bir karanlık vardır ve bunları Sarah’ın önünde soyunarak bütün çıplaklığı ile aşık olur. Sarah da korkularından, Joe’nun üzerinde taşıdığı sokak kirinden ve sınıfsal ayrıksılıklarından çekinmeyerek gönüllü olur bu ilişkide. Joe’nun takımında ve Sarah’ın bakımlarını üstlendiği grupta olan Liam ve Sabine çiftinin uyuşturucu ile olan sorunlarının büyümesi ile beraber Joe kurtarıcı rolünü üstüne alır. Yanlış seçimler yapar (“Benim hiç seçim şansım olmadı”) ve sonunda hem Liam intihar ederken hem de Sarah’ı kaybeder. Filmin sonundaki cenaze sahnesinde Loach, perde kararmadan önce Joe ve Sarah’yı yan yana yürüterek, ikilinin ilişkilerine dair bir umut; sınıfsal farklılıkları çözme umudu olduğunu söylüyor olabilir. Fakat film kesinlikle fakirliğe ve kahramanlığa dair umut duyguları üretmiyor.
“My Name is Joe” yoksul bir Glasgow mahallesinde çıkışı değil günün sonunu bulmaya çalışan insanlara dair minimalist bir anlatı. Önceki filmlerindeki belgeselvari anlatı geleneğini sürdüren Ken Loach’tan pembe rüyalar, fantazyalar, estetik artistlikler barındırmayan; daha önemlisi vadetmeyen bir film. Aile içi şiddet, uyuşturucu, yoksulluk, alkol ve işsizlik sorunları içerisinde geçen dokunaklı bir film.
“My Name is Joe”nun acımasız bir dürüstlük, cesur gerçekçilik, dünyevi mizah duygusu ve şefkat ile yoğrulmuş olduğunu söylemek gerekiyor. Film doruğa çıktığı noktada umut kırıcı, acıtıcı ve üzücü olmakla beraber Joe; insanlık için pes etmemeye, devam etmeye dair şefkatli ve umut verici bir karakter. Bu evrensel biçimiyle Ken Loach’ın dünya sinemasına hediye ettiği, etkisini hiçbir dönemde yitirmeyecek bir drama “My Name is Joe”.