İstanbul Film Festivali’nin çevrimiçi gösterimleri devam ediyor. Haziran seçkisinin yedinci gününde My Zoe adlı film gösterime girdi.
Duru bir anlatıma sahip olan bu filmi ikiye bölerek ele almamız gerektiğini düşünüyorum. Birinci bölümdeki duruluk, sakinlik ve içsel kavga ikinci bölümde yerini bilimin karmaşıklığına bırakıyor.
Birinci bölümdeki diyaloglar, oyuncuların performansı ve gerçeklik gayet tatmin edici. Anlattığı hikayeye güçlü bir giriş yapan yapım, ikinci bölümde bizi bir bilinmezliğe sürüklüyor. Kendi yarattığı bilinmezlikleri bizlere açıklayıcı bir üslupla sunamayınca da film vasat bir yapıma dönüşüyor.
Elinde güçlü bir hikaye ve derinlikli bir başrol varken, uçsuz bucaksız bir konu olan ‘klonlanma’ meselesine odaklanınca ve bu klonlanma meselesini seyirciye, bilimsel bir altyapıyla anlatamayınca, kendi yaratmış olduğu beklentilerin altında kalıyor.
Anne ve baba arasındaki gerilim bizlere çok iyi yansıtılmış. Onların arasındaki sorunu da çok iyi benimsiyoruz. Çocuklu boşanmaların ne kadar zor olduğunu, ayrı bir hayat kuramamalarının sebeplerini film, seyirciye uzun uzun anlatıyor. Ama ne zaman ki ikinci bölümün başlamasıyla birlikte işin içine bilimsel birtakım öğeler giriyor, işte film orada hem temposunu hem de inandırıcılığını kaybediyor. Bilimsel açıklamalarının eksikliğinin yanı sıra bir de taşıyıcı anne faktörü var. Bu anne kim? Taşıyıcı anne hamileyken neler yaşadı? Bu tarz olayları görmemiş olmamız da benim adıma filme eksi puan yazdı.
Filmin bilimsel problemlerin dışında ufak tefek inandırıcılık sorunları da yaşadığını söylemeden geçemeyeceğim. Anne, Rusya’da klonlama sürecinin sonunda hamile kalmışken, baba birden karşısına çıkıyor. Yerini nerden biliyor ki? Spesifik olarak annenin yaşadığı evin önüne gelmesi, filmin inandırıcılığına darbe vuruyor.
Bana göre klonlanma mevzusu başarıyla sonuçlanmasaydı, o süreçle birlikte anne kendi varoluşsal sorunlarına çözüm bulmuş olsaydı, film daha oturaklı olabilirdi. Hem anlattığı hikaye hem de anlatım tarzından ötürü yapımın böyle bir sona uygun olduğunu düşünüyorum.
Hem başrole hayat veren hem de filmin yönetmenliğini üstlenen Julie Delpy, senaryoya gereken hassasiyeti göstermediğinden, film elinde patlıyor. Yönetmenlik açısından da ortalama bir iş olan bu yapıma benim puanım: 45/100
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.