16 ekim tarihinde 608 salonda aynı anda gösterime giren ve aslında gündemden kalktığı düşünülen Nefes: Vatan Sağolsun filmi, halen pek çok salonda gösterimde ve bugün itibarıyla 2 milyon 4 yüz binlerde dolanan bir gişeye sahip. Ben Nefes filmini seyretme ihtiyacı duymadım. Filmle ilgili ilk rahatsızlığım konunun muhatabı olmayan birinin, 90 yıllık mazisi olan bir konuda film yapmaya kalkışması oldu. Ayrıca Levent Semerci gibi reklam ustası bir ismin bu konunun peşine düşmüş olmasında samimi bir dertten ziyade gişeye duyulan bir ilgi sezmiş olmam da cabası.
Ben yine de sinemada seyredecek kurbanların peşine düştüm. Ola ki beni yanıltan bir iş çıkar, belki adamakıllı bir söz etmiş olma ihtimali vardır diye gidenlerden medet umdum. Duyduklarımdan anladığım ise, bir reklamcı güdüsüyle orada yaşananları meze olarak kullanmış, güzel çerçeveler yakalanmış ve teknik olarak iyi çekilmiş bir filmdi Nefes.
Bu noktaya kadar çok da garip bir durum yok. Kişi olarak seyretmeyecek, Bakınız olarak da bahsetmeyecektik. Fakat filmi bir umut ışığı olarak gören arkadaşımız Cahit filmden bahsetmek istedi. Filmde diğerlerinin görmediği bir noktayı yakalamış ve bunu incelemek istiyordu. Mevcut açılım sürecinde, konuya basılan en serçe parmağın bile önemli olduğunu iyimser bir dille anlatan bu metni yayınladık fakat sonrasında bazı tepkilerle karşı karşıya geldik. Tepkiler bizzat filmle ilgili yazılmış yazıya ya da yazara yönelik değildi; daha ziyade böyle bıçaksırtı bir filmle ilgili Bakınız gibi bağımsız bir yapıda sadece tek bir görüşe yer verilmesiyle alakalıydı.
Yazar kadromuzda -şahsım dahil- filmi seyreden fazla kişinin bulunmaması sebebiyle, tepki gösteren bir arkadaşımız Ali Güler ve filmi seyredip, farklı bir mecrada filmi değerlendirmeyi tercih etmiş yazarımız Onur Yazıcıoğlu’ndan filmle ilgili kısa (ya da kısaltılmış) yorumlarını rica ettik. Hem bunları hem de yönetmen Ümit Ünal’ın Facebook üzerinden yazdıklarını paylaşmak istedik. Buyrun.
Onur Yazıcıoğlu:
Bakınız’da daha önce yayımlanmış olan “NEFES: Vatan Sağolsun” başlıklı yazı, sitenin yazarı olarak beni çok yaraladı. Bu yazının bağımsız bir mecra olmanın verdiği sorumlulukları hiçe saydığı düşüncesi sadece bir yazar olarak bana değil, temas hâlinde olduğum bazı okurlarımıza da rahatsızlık verdi. Bu yazıya itirazlarımı içeren iki yazım şu ya da bu nedenle Bakınız’da yayımlanmadı. Hayatımdaki ilk sansüre, Nefes gibi bir film nedeniyle, oluşumunda küçük de olsa katkımın bulunduğu bir mecrada maruz kalmak ayrıca üzücü oldu. Sonuç olarak editörümüz tarafından itirazlarımızın iki paragrafta toplanması istendi. Bir paragrafı bu şekilde harcamış oldum. Nefes filmiyle ilgili yorumuma şu linkten ulaşabilirsiniz:
http://bianet.org/biamag/bianet/117847-bir-nefes-turk-acilimi
Bu yazıyla ilgili sıkıntılarımı başlıklar hâlinde sıralamak gerekirse: Arabaşlık olarak kullanılmış olan “hangi dağda kürt öldü” ifadesinin, maksadını aşan bir şekilde yazıda yer alması. Filmde yer alan TSK mensuplarıyla ilgili ajitasyonların, bağımsız bir mecrada onaylanmış olması. Filmde bulunduğu iddia edilen “insani yaklaşımın”, yönetmenin ötekinin insanlığını görmezden gelmesine rağmen savunulmuş olması. Yazıda “ideolojisizlik ideolojisinin” barışı sağlayacak olan yol olarak gösterilmesi. Filmin yönetmeni için Nefes’ten dolayı “bağımsız ve cesur” ifadelerinin kullanılmış olması. Yazmış olduğum her başlık uzun uzun detaylandırılabilirdi, detaylandırıldı da ancak sizin bu kadarını okumanız için müsaade var.
Ali Güler:
Şimdi filmden bahsetmeden önce kısaca şu konuyu açıklamaya gerek var: “Hangi dağda kürt öldü” diye bir ara başlığı atmak ve bu ara başlığı yayınlamak her şeyden önce, Ceylan’ı görmezden gelmek demektir. Bu ülkede bu başlığı atmak benim nazarımda faşizimdir. Her şeyden önce bunu değiştirmek mecburidir.
Ayrıca şunu sormak isterim. Sizce bu meselenin asıl nedeni savaş mıdır? Yani, askerle teröristin o soğuk, ne olacağı bilinmez dağda ölüm korkusuyla tek başlarına yaşamlarını sürdürmelerinin sebebi savaş mıdır? Böylesine hassas günlerde, bu konunun böylesine sıcak bir ortamda tartışıldığı bu günlerde – dilim varmıyor ama- filmin gösterime girmesi hiç mi kuşku uyandırmıyor içinizde? Üstelik böyle bir dilde.
Dili demişken, o pastorâl olarak tanımlanan görüntüler pastorâl falan değildir; olamaz. Geniş açı ile alttan çekimi yapılmış görüntüler bir çok reklam projesinde size ucuz prestij olarak dönebilir ama bu hassas konuda dönmez. O dağ karakolunu, o dağın başında tek başına bırakılmış karakolu büyük bir tabuta döndürür. Ve sizin bu karakolun neden orada olduğunu düşünmeden, düşündürtmeden, sorgulamadan sorgulattırmadan geniş açılarla alttan alttan göstermeniz aslında o karakolda gerçek hayatta yaşayan, yaşamak isteyen insanlar üzerinden rant kazanma peşinde olduğunuzun bir kanıtıdır.
Yakın dönemlerde gösterime giren ve aynı konuyu insaniyet yönünden inceleyen; kan ve ölüm göstermeyen İki Dil Bir Bavul filminde ön plana çıkan insanlıkken, bu filmde ortaya çıkan neden bu değildir.
“Sinema sanatının bir yüzleşme ya da hesaplaşma sanatı” olduğunu düşünürsek, Nefes filminin anlattığı meseleyle hesaplaştığını nasıl söyleyebiliriz? Mesele insanlık meselesidir. Mesele orada yaşayan Ceylanların meselesidir, mesele dün aramızdan ayrılan Serapların meselesidir. Seraplardan ya da Ceylanlardan bahsetmek cesaret ister, bağımsızlık ister. İşte bu filmde olmayan şey budur. Levent Semerci, plaza bilmişliğiyle tüccarlığını birleştirmiş ve bu filmi konuya hakimiyetini hiç sorgulamadan bitirme cürretini büyük bir ahlâksızlıkla gerçekleştirmiştir. Kendisine önerim bölgeye uzakta yüksek katlı binaların gölgesinde, aklının ermediği konularda filmler çekmemesidir. Konu “en azından bahsedilecek kadar” rahat bir konu değildir.
İki Dil Bir Bavul’dan çıktıktan sonra konu ile ilgili “sahici duygularınız” kabardıysa, bu filmden çıktıktan sonra kabaran “sahici duygularınızın” ne olduğuna vereceğiniz cevap gerçekten de çok merak ettiğim bir cevaptır.
Ayrıca o spot başlığın doğru söylenişi “hangi dağda kürt öldü” değil, “kurt” öldü olacaktır. Teşbihte hata yapılmaz.
Ümit Ünal: ( http://www.facebook.com/note.php?note_id=177932909051 )
Facebook’ta sık sık bir video dolaşıyor. Nefes filminden bir parça: “Uyursan ölürsün!” temalı. Bir sabah izlemeye kalkıştım ve dünyam karardı. Hayatımda gördüğüm en berbat ajitasyon bu klipte. Bir komutan askerlerini “Sen öldün, cenazeni evine yolladık, anan şöyle ağladı, karın böyle mahvoldu” diye korkutuyor, seyirciyi de gerim gerim geriyor. Derken anlıyoruz ki, askerlerin biri nöbette uyumuş, olay oymuş; komutan uyarı konuşması yapıyormuş. Sonunda da “uyursan ölürsün” diye kükrüyor.
Filmi görmedim, görmeye niyetim de yok çünkü bu gördüğüm yeter. Film bütününde daha eleştirel bir bakışa sahip mi, bilemem. Savaşın bireylerin suçu olmadığını, savaşta ölenlerin “nöbette uyuyanlar” yüzünden ölmediğini gösterebiliyor mu, bilemem. Belki de filmin sonunda Paths of Glory (Zafer Yolları) ya da en azından “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” kadar bile olsa eleştirel, derinlikli bir bakış vardır. Ama bu bahsettiğim “Uyursan Ölürsün” sahnesinin çekimindeki şehvet umudumu kırıyor, bu filmde eleştirel bir bakış bulunabileceğini düşünmüyorum.
Benim bildiklerim şunlar: Savaşlar bireylerin sorumluluğuna indirgenemez. Savaşta ölenler kahraman değil, kurbandır. Orada insanlar uyudukları için değil, iktidar sahiplerinin paylaşım oyununda öne sürülen zavallı piyonlar oldukları için ölürler. Savaşta asıl düşmanınız, karşı siperde bekleyen diğer zavallı değil onu yöneten iktidardır ve sizi zorla askere alan ve ateşe atan kendi iktidarınızdır. Ülkemiz tam da dünyanın büyük bir değişim geçirdiği dönemlerde, bir paylaşım savaşının ortasında olduğu; üstelik de acayip cirolu bir uyuşturucu trafiğinin kavşağında olduğu için bu belalarla uğraştı, uğraşıyor. Savaş konusunda bir film yapılacaksa, bunları anlatmak lazım. Zorla askere alınmış bir adama “Her şey senin suçun, uyudun öldün” demek basbaya faşizmdir.
Bu sahneden anladığım kadarıyla, Levent Semerci yükselen faşizmin Leni Riefenstahl’ı olmak istiyor. Filmi görmedim, tekrar söyleyeyim, belki de bu sahnenin günahı filmin bütününde ödeniyordur. Ama bu film için salonları dolduran yüz binlerce kişiyi zaten sillesini defalarca yedikleri ideolojinin en berbatıyla, en manipulatif üslupla bir kere daha ezmek çok ayıp bir şey. Bu filme, gördükleri “vatan sağolsun” fragmanı ve “uyursan ölürsün” klibi yüzünden koştura koştura giden yüz binlerce insanın olduğu bu ülkeden korkuyorum.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.