Sinema tarihinin en özel, en nevi şahsına münhasır yönetmenlerinden biri olan Stanley Kubrick, auteur yönetmenler listesinin üst sıralarında yer alıyor. Hatta kimilerine göre listenin ilk numarası… Bu yazımızda Kubrick mi, Truffaut mu, Godard mı veya Tarkovski mi? diye tartışmayacağız. Kubrick’in bizlere sunduğu filmler arasından Barry Lyndon’un, Kubrick’in en iyi filmi olduğuna sizleri ikna etmeye çalışacağız. Yazıyı okumaya başlarken, 2001: A Space Odyssey’in, Eyes Wide Shut’ın, Dr, Strangelove’ın, The Shining’in ve hatta Lolita’nın -umarım Lolita filmini, Kubrick’in en iyi film olarak gören kimse yoktur- Kubrick’in en iyi filmlerinden biri olduğunu düşünebilirsiniz. Yazının sonunda değişen fikrinizle, sizleri bir kez daha Barry Lyndon izlemek adına uğurlamayı ümit ediyoruz. Büyük büyük iddialarda da bulunduğumuza göre yazının esas konusuna geçebiliriz.
Bir karakterin gençliğinden, yaşlılığına dek süren, orta yaş dönemini merkezine alan bu yapım, sinemacılara olduğu kadar edebiyatçılara da bir ders niteliğindedir. Ana karakterin derinliği, aldığı kararların bir altyapısının olması ve karakterin olgunlaşma sürecinin nasıl anlatılması gerektiğini ders niteliğinde, harika bir biçimde gözler önüne seriyor. Bu derinliği ve karakter gelişimini bizlere sunarken, geriye kalan karakterleri de neredeyse aynı derinlikte ve aynı önem de ele alıyor. İyi veya kötünün olmadığı, neredeyse her karakterin gri olduğu kaç yapım seyredebildik? 2020 dünyasında halen kullanılan ve çoktan eskimiş olması gereken ya beyaz ya da siyah karakter kullanımın yer almadığı 1975 yapımı bu film sizce de karakter bazlı en iyi yapımlardan birisi değil midir? Hem bir yol hikayesi, hem bir sınıf mücadelesi hem de farklı dönemlere ayrılan bir yaşam öyküsünü anlatan bu yapımın başardığı en büyük olay sadece derinlikli karakter yaratımı mıdır? Tabi ki hayır. Barry’nin yaşamına odaklanırken, film seyretmek dışında kitap okuyormuşçasına bir his veren ve bu hissi yaratırken herhangi bir yapay duyguya başvurmayan çok az yapımla karşılaşabiliriz. Duygu sömürüsüne bu kadar açık olan bu yapım, herhangi bir sömürüye veyahut acıma duygusuna yer vermeden hikayesini anlatmayı başarıyor.
18. yüzyılın İngiltere’sinde geçen bu hikaye de gece ve gündüzün arasındaki belirgin fark ustaca seyirciye aktarılıyor. Sanki o dönemi izlemekten çok yaşıyormuşuz hissi veren bu film, gündüz gözüyle bizleri harika renklere, doğaya ve yaşamın derinliklerine doğru yönlendirirken, geceleri ise mum ışığıyla aydınlatılan mekanlarla, kasveti ve yalnızlığı şahane bir biçimde ele alıyor. Senaryodaki başarı, görüntü yönetiminde de göze çarpıyor. Sayısız mumlarla aydınlatılan odalar ve o odaların içindeki trajediler, seyircinin ‘oradayım’ hissine kapılmasını sağlıyor.
Şu an bu yazıyı okuyorsanız ve zaman makinesiyle seyahat etmediyseniz, hiçbiriniz 18. Yüzyılın İngiltere’sinde yer almadı. Hepimizin o dönem hakkındaki bilgileri kitaplardan, belgesellerden veyahut filmlerden gelir. O döneme ilgi duyan herkesin fark edebileceği üzere bu filmdeki aksan ve diyalogların kalitesi dönemiyle birebir uyum içerisindedir. Böylesine büyük bir hikaye örgüsü aktarırken, bu denli başarılı diyaloglar yazabilmek ustalık gerektirir. Diyalogların ve karakterlerin başarı düzeyinin aynı oranda seyirciye yansıtılabilmesi için oyunculukların da en az onlar o kadar başarılı olması gerekir. Bu yapımdaki oyunculukların duruluğu ve gerçekçiliği örnek teşkil edecek düzeydedir.
İyi bir film için neler gereklidir? Senaryo, görsellik, başarılı diyaloglar, harika oyunculuklar? Evet bu saydığımız unsurlar gerek şartlardır. Bunlardan biri olmazsa herhangi bir yapımın kült seviyesine ulaşması veyahut efsane kategorisine girmesi neredeyse imkansızdır. Peki bunlar yeterli midir? Mesela Barry Lyndon filminde iyi olan unsurlar sadece yukarıda saydığımız gerekli şartlar mıdır? Bu soruyu da mutlu bir şekilde hayır cevabını veriyorum. Çünkü filmdeki müzik kullanımı aşmış bir boyuttadır. Gerilimi yüksek bir sahnede çalınacak müzikler, duygusal sahne geçişlerinde arka fonda yokmuş hissi veren müzik kullanımı ve en önemlisi diyalogsuz bir sahnede müzikle hikayenin aktarımı nasıl yapılmalıdır diye merak ediyorsanız, önünüzde yaklaşık 200 dakikalık ‘filmlerde müzik kullanımı nasıl olmalıdır’ temalı bir yapımla karşı karşıyasınız.
Bu denli geniş bir yaşam öyküsünü bizlere sunan bu yapım, uzun süresine ve çok mekanına rağmen kurguda herhangi bir sarkmaya da yer vermiyor. Kubrick’in en başarılı olduğu ve bu denli büyük bir yönetmen olmasını sağlayan en önemli faktörün filmlerindeki kurgusu olduğunu düşünüyorum. Henüz 28 yaşında olmasına ve 1957’de The Killing filmini çekmesine rağmen o filminde en başarılı olduğu noktası kurgusuydu. Harika bir kurgu profesörü olan Kubrick, bu maharetini Barry Lyndon filminde de bizlere sergiliyor.
Bu yazımızda filmografisi eşsiz olan usta yönetmen Kubrick’in en başarılı filmi olarak Barry Lyndon’ı gösterdik. Tabi ki çok öznel bir yargı olduğunun ve buna karşı çıkabilecek onlarca insan olduğunun farkındayız. Bu yazının temel amacı sizlere bir şeyi dikte etmek veyahut kararlarınızı etkilemek değil. Amacımız; seyretmenizin üzerinden uzunca bir süre geçtiyse filmi hatırlamanız ve filmi yeniden tüketip, hatıranızda kalanlarla kıyaslamanızı sağlayabilmek.
Unutmadan Kubrick en iyi filmi, Barry Lyndon’dır 😊
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.