Son 10 yılımıza damgasını vuran ve gitgide daha fazla gelişim gösteren sosyal mecralar, yaşamın her alanında olduğu gibi tükettiğimiz içeriklere de sirayet etmiş durumda. Giyim, yemek, teknolojik ürünler gibi nice devasa sektörde tüketim alışkanlıklarımızı belirleyen sosyal mecralar ne izleyip ne izlemeyeceğimiz konusunda da bizi fazlasıyla yönlendiriyor. Normalde izlediğimiz zaman sevemeyeceğimiz veya çok seveceğimiz içerikler, sosyal medyanın gündemine geliş biçiminden ötürü kararlarımızı etkiliyor. Bu duruma örnek vererek meramımı daha anlaşır kılmaya çalışacağım.
Prison Break, 2005 yılında yayın hayatına başlayan, verdiği aralarla birlikte 12 yılda 5 sezon olarak karşımıza çıkan hapishaneden kaçış temalı bir diziydi. İlk sezonun genel kalitesi bile sorgulanması gereken derecede vasat olmasına karşın, o vasat sezona birbirinden kötü 4 sezonun daha eklenmesiyle birlikte, kalite anlayışı yerlerde olan bir yapımdı.
Lakin sosyal mecralarda üzerine çok içerik üretilen, en fazla konuşulan ve en çok etkileşim alan yapımlardan birine dönüştü. Sosyal medyanın olmadığını bir an için hayal edersek, bu dizinin geniş kitlelere ulaşması ve bu kadar övgü alması neredeyse imkânsız. Birçok yapım için bunu pek tabi ki söyleyebiliriz. Fakat ortada tuhaf bir durum var. Bu dizinin gündeme bu kadar gelmesini sağlayacak tek bir durum var; o da eleştirmek. Dizinin neredeyse övülecek herhangi bir yanının olmaması, kaliteden ve derinlikten uzak olmasına karşın, dizi hakkında yüz binlerce olumlu yazıya ve hatta sayfalar dolusu methiyelere rastlayabilirsiniz. İşte tam burada sosyal medya refleksleri devreye giriyor. Üzerine çok fazla konuşulduğu için ve etkileşim oranın yüksek olmasından ötürü diziyi esasen beğenmeyen çevreler dahi etkileşim alabilmek adına diziyi övmeye başlıyor.
Bu yapım, harika bir anlatım diline, muazzam karakterlere ve nakış gibi örülmüş bir senaryoya sahip olduğundan değil, sosyal medyada fazlaca gündem olduğundan bu kadar seviliyor ve izleniliyor. Bu durum da bizi kısır bir döngüye sıkıştırıyor. Üzerine çok fazla içerik yapılmasından ötürü çok fazla merak ediliyor ve merak edildiği için devasa izlenme sayılarına ulaşıyor. İzlenilmesi, içeriğin tüketilmesi esasen kötü bir şey değil. Fakat içeriği tüketenler kendi yorumunu yapmak yerine, kendisini dalganın gücüne bırakıyor.
Bu diziyi henüz yeni bitirmiş genç dimağlar, yapımı beğenmemesine karşın sosyal medyada infial yaratan bu içeriği beğenmediğini söylemek yerine o kervana katılmayı tercih ediyor. Çünkü kolay olan bu. O yapımı beğenmediğini dile getirirse, belki de bir tepki ile karşılaşacak.
Şu an için sosyal mecralardaki aktörlerin sadece bir tarafına odaklandık. O da içeriği beğenmemesine karşın gelecek tepkilerden ürktüğünden ötürü bunu dile getirmeyen bir gruptan söz ettik. Bu grup eğitim seviyesi geliştikçe, yeni yeni çevrelerle ve kültürlerle etkileşime geçmeye başladığında, kendi fikirlerini söylemekten çekinmeyecek, farklı fikirlerin kötü bir şey olmadığını anlayacaktır. Lakin bu grup dışında başka bir topluluk var ki esas sosyal medyanın yönlendirilmesine kapılmış kişiler onlar.
Geniş kitlelerce bu yapımın fazlasıyla övülüp, fazlaca olumlu yorumları ile karşılaşan, kendi fikirleri olmayan insanlar bu diziyi beğenmeye kendini mecbur hissediyor. Bir nevi robotlaştırılan bu insanların ortak özellikleri, defalarca yapılmış yorumları, popüler açıklamaları ve kalıplaşmış söz öbeklerini kullanıyor. Böylece sosyal mecralar, kendi fikirlerinin oluşmasına fırsat tanımayan bireyler yaratıyor.
Bu döngüyü yıkabilmek adına birçok şey yapılabilir lakin atılacak en mühim adım eğitimdir. Ülkenin eğitim düzeyinin de yerlerde olmasından ötürü robotlaşan bireyler, başkasının fikirlerini benimsemeyi ve onları kendi düşünceleriymiş gibi sunmaya başlıyor.
Yazının sonuna gelmemiz ile birlikte, bu yazıda ortaya bir teori atmak isterim. Sosyal mecralarda, dizi – film hakkında içerik üreten her kişi, bir hafta boyunca hapishane yaşamını anlatan başka bir yapım olan OZ dizisini önermeye, onun hakkında olumlu eleştiriler yazmaya başlarsa, kitleler bu yapımı tüketmeye ve bu diziyi kutsalları olarak görecekleri bir noktaya getireceklerdir. Bunu bir sosyal deney olarak yapmayı çok isterdim lakin bunun için maddi bir güç gereklidir.
Önemli olan neyi, ne zaman ve ne kadar tükettiğimiz değil, o yapımdan ne kadar fayda elde ettiğimizdir. Bize ne sunuyor? Bize sunduğu içerik taraflı bir bakış açısına mı sahip? Bu içeriği tükettikten sonra elde ettiğim kazanımlar nelerdir? Tarzında soruları her tükettiğimiz yapımdan sonra kendimize sorduğumuzda, aldığımız cevaplar bizlerin bilişsel gelişimimizin ne noktada olduğunu gösterecektir.
Tek tipleşmeyi engellemek ve kendi fikirlerinizi kimseye dayatmadan açıkça söylemekten korkmamamız gerekir. Neyi beğenip, neyi beğenmediğinize kendi hür iradenizle karar vermeye başladığınızda, işte o zaman bilişsel gelişiminiz başlayacaktır.
Bir sonraki yazımızda görüşmek dileğiyle…
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.