Kurban: Ar. ®urb¥n
a. 1. din b. Dinin buyruğunu veya bir adağı yerine getirmek için kesilen hayvan: �Yarım okka et, onun elinde bir kurban kadar bereketli.� -Y. Z. Ortaç. 2. ünl. hlk. İçtenliği belirten bir seslenme sözü: Kurban! Nerede kaldın? 3. mec. Bir ülkü uğrunda feda edilen veya kendini feda eden kimse: Hava kurbanları. 4. mec. Bir kazada veya felakette ölen kimse: �Vardar, her sene Üsküp’ten beş on kurban alan bir nehirdi.� -Y. K. Beyatlı. 5. mec. Maddi ve manevi bakımdan felakete sürüklenmiş, insani değerlerini yitirmek zorunda kalmış veya bırakılmış kimse: �Benim gibi nice kızlar beyaz kadın ticaretinin kurbanı olmuşlardır.� -A. Gündüz. 6. din b. Müslümanlarda Kurban Bayramı: Kurbanda geleceklermiş.
Andrey Tarkovski’nin son filminden bahsetmeden önce neden Büyük Türkçe Sözlük’ten alıntı yapma ihtiyacı duyuyoruz? Filmin ismi Offret (türkçe: kurban) ve her kültürde varolan bu kavramın birden fazla anlamı bulunuyor. Resmi bir alıntı yaparak bu anlamların yükü üzerimizden kalksın istedik. Metin içerisinde geçmesi muhtemel kurban kelimelerinin anlamları için başa dönerek faydalanabileceğiniz bir mini-kaynakça.
Filmden bahsetmeden önce değinmek gereken bir diğer nokta ise yaratıcısı Tarkovski’nin filmi yazarken ve çekerken içinde bulunduğu psikoloji. Özel hayatının bu filmi anarken bahsedilmesinin abes bulanlara cevaben belirtelim ki, Tarkovski Offret filmini oğluna ithaf etmiştir. Her filminde bir meselesi olan yönetmenin bu filmdeki meselesinin kişisel boyutu diğer filmlerine göre daha belirgindir.
Daha fazla Tarkovski filmi seyredemiyor oluşumuzun en önemli müsebbibi olan Soyetler Birliği Sinema Sansür Kurumu, Tarkovski’nin Сталкер (İz sürücü) sonrasında çekmeye çalıştığı filmi durdurma kararı alınca, Tarkovski filmin çekilen kısımlarını da yakıyor. Bundan kısa bir süre sonra gezmek için gittiği Avrupa’dan ülkesine geri dönmesi vaki olmuyor.
İtalya’da çektiği Nostalji filmi bu hasreti ve öfkeyi anlatıyor desek yanılmış olmayız sanıyorum. Bir daha ülkesine geri dönmeyeceğini açıklayan Tarkovski’nin hasreti safi ülkesine duyduğu bir memleket hasreti de değil; ülkeden çıkmaları yasak olan eşi ve asıl oğluna duyduğu bir hasrettir aynı zamanda. Ki ailesine duyduğu bu hasret ancak ölüm döşeğinde yanına gelebildiklerinde dinecektir. İz Sürücü filminin ekibinde bulunan çoğu kişi gibi akciğer kanserinden ölen yönetmenin son filmi Kurban için “oğluna ve tüm insanlara özrü ve vasiyetidir” diyenler çok da haksız değil gibiler.
Gelelim Kurban’a. Eskiden meşhur bir oyuncu olan Alexander sahnede utanmaya başlayınca oyunculuğu bırakmış ve kendini psikoloji, felsefe ve yazarlığa vermiştir. Şehirden uzak bir evde eşi, genç kızı ve küçük oğluyla inzivaya çekilmiş, varoluşsal bunalımlarını yaşamaktadır. Başbakan televizyondan nükleer savaşın başladığını açıkladığında, insan eliyle yaratılan kıyametin geldiği anlaşılır. Kıyametin tüm dünyaya sirayet etmesi an meselesidir ve bu korkunç bekleyiş her karakterde farklı bir travmaya yol açar. Bu arada tüm bu olayların gerçekleştiği günün Alexander’ın doğum günü olduğunu da hatırlatalım.
Filmin başında ateist olduğunu belirten Alexander bu travmanın getirdiği çaresizlikle inanmadığı tanrıya sığınıyor ve dua etmeye başlıyor. Her şeyin eski haline dönmesi karşılığında adak olarak sevdiği her şeyden mahrum kalmayı kabul ediyor; kurban olmayı göze alıyor. Bu uğurda tek çözümün, evlerinde hizmetli olarak çalışan İzlanda göçmeni Maria’yla yatmak olduğunu öğrenen Alexander mütereddit olmasına rağmen gereğini yerine getiriyor. Ardından evi ve arabasını da yakan Alexander, akıl sağlığını yitirdiğine hükmedilerek görevliler tarafından götürülür.
Filmde Alexander’ın oğlunun ismi geçmez. Onun yerine “küçük adam” olarak bahsedilir hep. Küçük Adam filmin son sahnesine kadar tek kelime konuşmaz. İlk sahnede Alexander kökü olmayan bir ağacı toprağa diker. İnanç sayesinde ölmüş bir ağacın nasıl yeniden yeşerdiği efsanesini anlatır Küçük Adam’a. Kökünden kopmuş ağaç bizlere ister istemez Sovyetler Birliğinden uzakta yaşayan yönetmeni anımsatır. Filmin sonunda, ağaca su taşıyan Küçük Adam’ı gördüğümüzde ise farklı bir hisse kapılırız. Küçük Adam suyu verdikten sonra, ağacın gölgesine uzanır ve ilk kez konuşur: “İlk başta söz vardı… Neden baba?”
Alexander hastaneye kaldırılır, film biter, Tarkovski ölür… hayat devam eder.
Tarkovski’nin bakışıyla Alexander kendini kurban ederek tüm sevdiklerini kurtarmıştır. Eğer Alexander kendini kurban etmeseydi eşi, çocukları ve hatta insanlık son bulacaktı. Yoksa tüm bunlar Alexander’ın yaşadığı bir ilüzyon mu? Film, tüm bunların bir sanrı olma ihtimalini de muhafaza ediyor. Alexander’ın Maria’yla havada seviştiği mucizevi resmedilen sahnenin ardından Alexander’ın koltuğunda uyanmasını görürüz. Yaşadıkları sanrı mıydı yoksa gerçek miydi açıkça belirtilmez. Başbakanın açıklaması, nükleer kıyamet, eşinin histeri krizi, evlerinin üzerinden hızla geçen uçaklar, Maria’yla sevişmesi, kurban olma… hepsi bir hayalden ibaret de olabilir. Fakat hissedilen her şeyin gerçek olduğudur. Sadece gerçeklikle saplantılı ilişki yaşayan modern insan için bırakılmış bir açık kapıdır sanrı olasılığı.
Filmin başından itibaren, sürekli yakınplanda gösterilen Leonardo Da Vinci’nin Müneccimlerin Tapınışı olarak bilinen bitmemiş tablosu gösterilir. Postacıyı da korkutan bu tabloda Hz. Meryem’in kucağında Hz. İsa’nın bebekliğini görürüz. Kral olarak resmedilen müneccimlerin bazısı Hz. İsa’ya tapınırken, bir tanesi Hz. İsa’ya bir hediye sunar. Bu tablonun yarattığı hissiyat üzerinde ahkâm kesmek bize düşmez.
Fakat postacının Alexander’a getirdiği hediyenin anlamı biraz daha aşikardır. 1600lü yıllardan kalma orijinal Avrupa haritasının yarattığı atmosfer kandırılmışlıktır. Alexander’ın hissettiği gibi, gelecekte şimdi için de aynı kandırılmışlığı hissedeceğiz.
Tarih, inanç, varoluşçuluk, aile, aidiyet, fedakarlık gibi kavramların çevresinden süzülerek akan film hakkında söylenebilecek o kadar çok söz var ki… Alexander kurban olarak hastaneye götürülürken itiraz etmeye çalışan Maria karakteri gibi çaresiz hissederiz biz de seyirci olarak. Kendini bizim için kurban etmiştir Alexander. Belki Tarkovski de, çoğu sinefilin hayat akışını değiştiren İz Sürücü filmini çekmek için kurban etti kendini. Kimbilir, o filmi çekmese akciğer kanserinden ölmeyecekti belki de…
Tarkovski, Offret filmine kadar yaşamayı salık vermişti bizlere. Peki, son filminde neden kurban olmayı ve fedakarlığı anlatma ihtiyacı hissetti? İnandıklarımız uğruna yaşamayı öğreten, savaşmayı öğreten Tarkovski neden son dakika golüyle ters bir yön gösterdi?
Sanatın, felsefenin ve dinin nihai amaçlarının insanı ölüme hazırlamak olduğunu metinlerinde anlatan Tarkovski bu sefer daha kişisel bir meseleye mi girişmişti? Önceki filmlerinde insanları ölüme hazırlayan yönetmen, son filmini de kendisine ayırarak kendisini mi ölüme hazırlıyordu? Ölümünü anlamlı kabul etmesinin bir yolu olabilir mi Offret?
Evet, bir nevi sürgünde olan, ailesinin hasretiyle yaşayan ve akciğer kanseri olan Tarkovski bu sefer kendi ölümüne hazırlıyordu oğlunu, bizleri ve kendisini. Oğluna ve bizlere miras olarak inancı bırakarak gidiyordu.
Önce söz vardı… varoluş hep ardından geldi.
One response to “Offret: Kurban Olmak mı Lazım?”
Çok güzel yorumlamışsınız.teşekkür ederim.Filmde anlam veremediğim bir kaç nokta var aslında,o noktalardan biri Maria'nın rolüydü ,hizmetçi kadına gitmesi ve onunla yatmasının altında daha derin bir mana olduğunu düşünüyorum.Filmin o kısmı hala bir muamma olarak kaldı bende.