Sessiz sakin bir Macar filmi, bu Cuma izleyiciyle buluşacak 12 yeni film arasında haftanın en prestijlisi ve en alışılmadık aşk öyküsü unvanıyla kendine seyirci arayacak. Aslında On Body and Soul (Teströl és lélekröl, Beden ve Ruh) uysal ve telaşsız bir film olsa da, 2017’nin geride kalan kısmında sinema çevrelerinde yeterince ses getirmediğini söylemek haksızlık olur. Zira film, Berlinale’de büyük ödül Altın Ayı’yı kazanmanın yanı sıra FIPRESCI, Ekümenik Jüri ve Berliner Morgenpost Okuyucu Jürisi ödüllerine layık görüldü.
61 yaşındaki yönetmen Ildikó Enyedi toplamda 6’ncı, 1999’dan beri ilk uzun metraj filmiyle karşımıza çıkıyor. Olağandışı bir mekânda (Budapeşte’de bir mezbaha), sıra dışı bir aşk hikayesini anlatan filmin merkezinde Endre ve Mária var. Endre tesiste personel şefi veya muhasebe müdürü tarzı bir görevle çalışıyor. Orta yaşlarını aşmış, kendi halinde birisi. Mária ise kesilen hayvancıkları ve kırmızı et üretim sürecini denetlemeden sorumlu yeni kalite kontrol uzmanı.
Mária yeni çalışma ortamında insanlara karşı öyle ilgisiz, o kadar soğuk davranıyor ki, adeta mezbahanın ‘buz kraliçesi’ olma yolunda efsanevi Sonja Henie ile yarışıyor! Fakat Endre ve görür görmez etkilendiği, kendisi gibi içine kapanık Mária, öğle yemeklerindeki kısa sohbetler sayesinde yakınlaşmaya başlıyorlar. Mária’nın asosyalliğinin ve antipatikliğinin ardında esasen gayet masumane bir ‘nasıl iletişim kuracağını bilmeme’ hissinin yattığını anlıyoruz.
Bu esnada filmin mizahi yönünün hayli yükseldiği bazı gelişmeler yaşanıyor. Endre ve Mária bir tesadüf eseri, geceleri Budapeşte’nin farklı iki mahallesindeki evlerinde uykuya daldıklarında aynı ve eşzamanlı rüyaları gördüklerini fark ediyorlar. Rüyalarında erkek ve dişi geyik olarak karlı bir ormanda beraber dolaşıyorlar. Bu durum başlarda doğal olarak onları biraz korkutsa da, yavaş yavaş rüya âlemindeki bu birlikteliği gerçek hayata taşıma çabasına girişiyorlar.
“Beden ve Ruh” pek müzikleriyle öne çıkan bir film değil lakin Mária’nın ‘bir aşk şarkısı öğrenme’ hedefiyle yolunun düştüğü müzik ürünleri mağazasındaki sahne ve Laura Marling’in “What He Wrote” şarkısı, filmin en can alıcı unsurlarından birine dönüşmeyi başarıyor. Mária karakterini müthiş bir başarıyla canlandıran Alexandra Borbély’nin Laura Marling ile benzerliği de bu dakikalarda dikkatlerimizden kaçmıyor ve yüzümüzde hafif bir tebessüm toplanıyor.
Son yıllarda sinemalarımıza uğrayan Macar filmlerinin sayısı, bir elin parmaklarını bulmayacaktır. Bildiğim kadarıyla bu sayı ‘2’: “Son of Saul (Saul fia, Saul’un Oğlu)” ve “White God (Fehér isten, Beyaz Tanrı)”. Yani Tuna nehrinin Budin ve Peşte yakalarından; Robert Capa, ZsaZsa Gábor, Ferenc Puskás’ın memleketinden bizim topraklara bir film uğradıysa, gönül rahatlığıyla seyre girişebilirsiniz.
Bitirirken naçizane bir not: Orası bir mezbaha ve bu durum, yönetmen tarafından filme hayli gerçekçi bir biçimde yansıtılmış. Dolayısıyla filmdeki hayvan kesim sahnelerinin konu hakkında hassasiyeti olanları bir miktar rahatsız etme olasılığı mevcut.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.