Filmekimi haftasında gösterime giren Politeknik, şu anda Türkiye’de çok büyük etki yaratmasa da filmin çıkış yeri Quebec’te önemli tartışmalara yol açtı ve beraberinde büyük bir gişe başarısı getirdi. Ne yazık ki Türkiye’deki gişesi festival seyircisiyle kısıtlı kalacak gibi gözüküyor.
Politeknik gerçek bir olaydan yola çıkıyor: 6 aralık 1989’da Kanada Montreal’deki Teknik Üniversite’de okumakta olan Marc Lepine, üniversitedeki bir mühendislik sınıfını basarak ondört kadını öldürüyor ve film, bilinen bu olayı iki öğrencinin gözünden aktarıyor. Filmin senaristi Jacques Davidts, Valérie ve Jean-François’in olay sırası, öncesi ve sonrası hayatlarına yer vererek olayın kişiler üzerindeki etkisini bu iki kişi üzerinden senaryolaştırıyor ve bunu karışık bir zaman örgüsüyle yapıyor. Filmdeki hayal ürünü kişiler için altmetin oluştururken Davidts’in gerçek kişi ve yakınlarına rahatsızlık vermekten kaçındığı anlaşılıyor. Yönetmen Denis Villeneuve ise, kanın seyirciyi rahatsız etmemesi için filmi siyah-beyaz bir teknikle sahnelemeyi tercih ediyor. Bu da filme farklı bir estetik kazandırırken, şiddet sahnelerinin görünürlüğünü azaltıp etkisini artırıyor.
[dailymotion xarxz0&]
“Politeknik Katliamı”nı yapan Marc, arkasında sadece bir not bırakıyor ve feminizme olan öfkesini bu notta anlatıyor. Bu not, katliamı gerçekleştiren kendini kadın öldürmeye programlamış Lepine hakkında bize biraz da olsa bilgi veriyor ama film boyunca Lepine’in neden bu hale geldiğini sormaktan da bizi alıkoyamıyor. Marc Lepine’in ruh halini bu olay örgüsü içersinde ne kadar anlayabilsek de bu olay öncesi gerek ailesi gerek çevresiyle ilişkisini merak etmeden de duramıyoruz. Geride annesine sadece “anne bu kaçınılmazdı” diye bir not bırakması bizim annesiyle ilişkisini sorgulamamıza sebep oluyor. Diğer bir deyişle olaya filmin ilerleyen bölümlerinde katılan üçüncül kişiler bizim olay örgüsü içersindeki yelerini anlamlandırmamızı zorlaştırırken filme odaklanmış seyircinin yer yer filmden kopmasına da sebep oluyor.
Filmin en önemli özelliği ise mühendislik fakültesinde geçmesi. Çünkü Marc’a göre mühendislik erkek meslegi ve kadınlar mühendislik okuyarak erkek liginde top koşturuyor, erkeklere meydan okuyor. Bu ona göre çok eskiden beri sürmekte olan kadın erkek savaşının yeni boyutu ve kendisini bu savaşın erkek kanadının bir neferi olarak görüyor. Bu nedenle Marc’a göre bu kadınlardan intikam almalı. Marc bu kadar ölümün ardından kendi yaşamını da -belki de içten içe sevdiği karşı pencereden hergün izlediği- bir kadının yanında sonlandırıyor. Valeri’nin sonunda dediği gibi Marc bu ölümlerin sonucuna katlanmaktan kaçarak kendini “özgürleştiriyor.” Öte yandan Valérie’nin erkek dünyada “tutsak”lık hali devam ediyor. Bir kadın olarak bu dünyada yaşmaya çalışıyor, bunun için mücadele veriyor. Her attığı adımda karşısına erkekten bir engel çıkıyor. Bu engelleri yadsımadan bu engellerle nasıl mücadele etmesi gerektiğini bulmaya çalışıyor ve bu kadar çok engele rağmen erkek cinsine öfke hissetmek yerine onlarla birlikte mücadele etmeyi tercih ediyor. Diğer ana karakter Jean-François ise arkadaşlarına yardım edememenin verdiği çaresizlik, hemcinsinin yaşattığı acıya şahit olmanın verdiği yüke dayanamayarak kendi yöntemiyle isyan ediyor.
[dailymotion xasg4l&]
Batı-doğu farketmiyor, kadına yönelik şiddet devam ediyor. Çok sayıda kadının şiddete uğradığı ve öldürüldüğü bir toplumda yaşamanın verdiği acıyla filmi seyretmek, filmin etkisini daha da artırıyor. Hergün heryerde ceşitli şekillerde şiddete maruz kalıyoruz ve hepimiz buna karşı kendi tepkimizi, mücadelemizi belirliyoruz. Bu uğurda ölüyoruz öldürülüyoruz. Bu baskıları ifşa ederek gün geçtikçe azaltıyoruz. Bu nedenle eksikleriyle de olsa böyle bir filme imza atmak önemlidir ve ilerde daha da önemli olacaktır diye düşünüyorum. Filmi izlemeyenler Filmekimi haftasında 23 ekim cuma 13:30da Gmall’da, 24 ekim cumartesi yine aynı saatte Emek’te izleyebilirler.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.