Ressam olan Marianne (Noémie Merlant), varlıklı bir ailenin kızı olan Héloïse’in (Adèle Haenel) gizlice portresini yapmakla görevlendirilir. Fakat birbirleriyle geçirdikleri zaman aralarında tutkulu bir aşkın doğmasına neden olur. İkisi de portrenin hiçbir zaman tamamlanmamasını ister… Yönetmen ve senarist koltuğunda Céline Sciamma’nın oturduğu Portrait of a Lady on Fire, Cannes Film Festivali’nde En İyi Senaryo ve Queer Palm ödüllerine layık görüldü. Film, isminde de söylediği gibi gibi iki kadının da ruhu ve hayatı aralarındaki tutkulu aşk ile alev alıyor. Toplumsal cinsiyet kalıplarını ve geçtiği döneme ait gelenekleri oldukça başarılı bir şekilde yansıtan film 2 saatlik bir süreye sahip olup akıcılığından taviz vermiyor.
Senaryosu itibariyle gerçekten çok güçlü bir ilerleyişe sahip. Son yarım saatine kadar yavaş yavaş iki kadın arasındaki cinsel çekimi ustalıkla işliyor. Bunu yaparken de diyaloglara ve mimiklere yükleniyor. Aralarındaki tutkuyu göstermek için ayrıntılı sevişme sahnelerine ihtiyaç duymuyor. Sinema sanatını ustalıkla kullanıp tutkuyu oldukça şiirsel ve tensel bir şekilde sunuyor. Bunları yaparken de döneme ait unsurları ve gelenekleri göstermeyi de ihmal etmiyor. Hizmet eden kadının hamile kalınca o dönemin şartlarında doğal yollarla hamileliğini sonlandırmaya çalıştığını görüyoruz.
Portrait of a Lady on Fire, sinematografik açıdan her biri tablo niteliğinde olan karelere sahip. İzlerken bizleri kendine hayran bırakmayı başarıyor. Çekildiği mekanlar ve kullanılan renk tonları da bunda oldukça etkili… Canlı ve ayırt edilebilir renkler kullanılıyor. Özellikler kadınların elbiseleri her mekânda öne çıkıyor. Bu renklerin de öylesine kullanılmadığını düşündürüyor film. Marianne’nin elbisesinin kırmızısı, tutkuyu, arzuyu ve artmakta olan enerjiyi temsil ediyor. Héloïse’in başlarda giydiği elbisenin mavisi, sessizliğini temsil ediyorken sonradan giymeye başladığı elbisenin yeşili kalbi ile aklının uyumunu ve büyümesini, olgunlaşmasını temsil ediyor. Tabii ki kesin bir şey söyleyemeyiz fakat bu çarpıcı renkler bu anlamları bizlere düşündürüyor.
Film boyunca müzik kullanımı oldukça az ve sadece önem derecesi yüksek sahnelerde kullanılıyor. Kadınların toplanıp birlikte söyledikleri şarkı filme ait orijinal bir parça iken kalanları klasik müzik olarak tercih ediliyor. Fakat film yapısı itibariyle zaten eşlik edecek bir müziğe ihtiyaç duymuyor. Yarattığı dingin fakat yavaş yavaş yükselen atmosfer oldukça tatmin edici oluyor.
Filmin görselliği bir yana senaryosu nedeniyle oyuncuların omzuna büyük bir yük biniyor lakin bunun altından başarıyla kalkıyorlar. İki başrol oyuncusu da bakışlarıyla, hareketleriyle, suskunluklarıyla karakterlerin yaşadıkları duyguları bizlere en etkili şekilde aktarmayı başarıyor. Özellikle son sahne klasik müzik eşliğinde bizleri koltuğumuza çiviliyor.
Portrait of a Lady on Fire, iki kadın arasında gelişen tutkulu aşkı hali hazırda ve geçtiği dönemde bulunan kalıpları sorgulayarak, dönemini de yansıtarak adeta bir tablo olan sinematografisi ile bizlere sunulan bir dramatik romantizm filmi. Seneler geçtikçe bir başyapıt haline gelecek olan bir filmi kaçırmadan sinemada izlemenizi tavsiye ederim.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.