Dilin Bir Ülke İçin Önemi
Dil nedir? Kelimeler nedir? İnsanlık tarihi boyunca insanların birbirlerinden ırak olmalarının asıl sebebi midir? Türkiye’de “Deli ve Dahi” adıyla vizyona girecek olan Professor and the Madman, tam da bu konular üzerinden giderek kendine yeni açılımlar elde etmeye çalışıyor. Özellikle sömürgeci bir topluluk olan İngilizler için hayati önem taşıyan dilin, kendi tarihleri açısından kritik bir viraj olduğunu söyleyebiliriz. Ne de olsa fethedilen topraklarda din dışında, kendilerine ait bir şeyi daha empoze etmeleri gerekmektedir. Bu da dilden başkası değildir. Böylece gittikleri her toprakta krallığın dili konuşulacaktır.
Peki bütün bu gösterişe rağmen kendi dilinin ya da kelimelerinin anlamını bilmeyen bir topluluk nasıl cihana hüküm sürebilir ki? İşte bu yüzden James Murray’nin hikayesi son derece değerli bir bellek egzersizine dönüşüyor. Kelimelerin kökeni ve ilk olarak bu kelimelerin hangi kitaplarda yaşadığını keşfetmek tam bir samanlıkta iğne aramaktan farksız bir durumu ortaya koyuyor.
Amaca giden her yol mukaddestir
Bir yandan bu uğurda zamanını, ailesini ve saygınlığını riske atan bir adamın ayakta kalma mücadelesine tanıklık ederken; öte yandan psikolojik problemleri yüzünden kefaretini çeken bir adamın hayata tutunma uğraşı filmin iki koldan seyirciyi sarmalamasına neden oluyor. Sean Penn’in kariyerinin en unutulmaz performanslarından birini verdiği sanrılara gömülmüş bir adamın pişmanlık senfonisi, bir yandan da amacı ve ilgisiyle kaybolan bir ruha hayat veren kararlı bir adamın dostluğu… Hepsi bir İngilizce sözlük için karşımıza sunuluyor.
Uzaktan bakınca anlaması zor olsa da, dilin ve iletişimin anahtarının kendi dilimiz olduğunu fark ediyoruz. Tanımadığımız insanlarla ortak paydada buluşmamızın temel noktası dilin eşsiz çeşitliliğinde anlam arama çalışmamız olduğunu öğreniyoruz. Kurduğumuz dostlukların temelinin birbirini anlayan insanların mutluluğu olarak kabaca özetlememize bile gerek kalmıyor. Çünkü insanların birbirleriyle anlaşmaları üzerinden psikolojik travmaların iyileştirebildiğini görüyoruz.
Usta oyunculardan harika performanslar…
Farhad Safinia adlı yönetmenin ilk işi olması vesilesiyle hikayesine hakim ama yönetmen becerilerinin kısıtlı olduğu ilk anda göze çarpıyor. Filmin dar alanlarda geçen sinematografisi, Oxford’un büyülü mimarisiyle pekiştirilerek odak noktasının bir dostluk hikayesi olduğunu ezberliyoruz. Doksanlardan çıkmış gibi görünen Professor and the Madman, unutmaya başladığımız klasik sinemanın iyi temsilcilerinden biri olarak seyir keyfimizi şenlendiriyor. Bilhassa Sean Penn’in sıradışı performansı ve Mel Gibson’ın koyu İskoç aksanıyla film, yılın sürpriz işlerinden birine dönüşüyor.
Sonuç olarak filmden çıktığınızda aklınızda etkileyici bir üslubun sarmaladığı bir anlatı kalıyor. Biraz demode ama değerini kaybetmeyen… Dilin insan hayatındaki önemi ve kelimelerin iyileştiriciliği üzerine dokunaklı bir dram ruhunuzu besliyor. Mücadele eden, mücadeleden yılmayan ve en sonunda hayata anlam katmaya özen gösteren insanların verdiği çaba ile filmi aklımızda yaşatmaya devam ediyoruz.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.