”Dolu dolu yaşanmış bir hayatın aranması, çelişkili gözükse de, yalnızlığa mahkumdur. Sanıyorum ki yalnızlık dediğimiz şey, bir insan için çok önemlidir. Yeter ki ona gerçekten zarar vermesin.”
Nicholas Ray
Cahiers du Cinéma’da Jean-Luc Godard “Sinema Nicholas Ray’dir”(*) diye yazmış, amerikalıların pek takdir etmediği Nicholas Ray’i epey övmüş, ona amerikalılardan daha fazla sahip çıkmıştı. Godard’ın Ray’e bu denli övgü dizmesinin nedeni Ray’in Bitter Victory adlı filmiydi. Filmi izleyip beğenen Godard, dergisinde Ray’i epey övüyordu. Nicholas Ray çektiği 20 filmle sadece çağdaşı sayılabilecek Godard’ı etkilemedi. Günümüzü yaşayan efsanelerinden Martin Scorsese de röportajlarında Ray’i yere göğe sığdıramıyor. Wim Wenders, François Truffaut, Curtis Hanson, Jim Jarmusch… Hepsi de Ray’in hayranı olduklarını çeşitli röportajlarında dile getirmişlerdi. Onca yönetmeni etkileyen Ray bunu Bitter Victory, Bigger Than Life, In a Lonely Place, Johnny Guitar ve Rebel Without a Cause’taki sağlam yönetmenliğiyle başarmıştı. Tüm bu yönetmenler Ray’in adını anarlarken yukarıdaki filmlerini es geçmiyor ve o filmlerin ne denli başarılı olduklarını belirtiyorlardı.
Başarılı filmlere imza atıp sinema tarihine kazınan Nicholas Ray’in en bilinen filmi şüphesiz Rebel Without a Cause… Hem gencecik yaşlarında hayata veda eden üç başrol oyuncusundan, hem Ray’in sinemaskopu ve kamerayı kullanım şeklinden, hem de değindiği konudan ötürü film bir klasik haline geldi. Filmin başrolü bilindiği gibi üç film çekip hızlı yaşayıp genç ölen James Dean’e ait. Filmde ona 43 yaşındayken vefat eden Natalie Wood, 37 yaşında vefat eden Sal Mineo eşlik ettiler. Ray bu filminde çoğu filminde değindiği ve işlemekten hep haz aldığı yalnızlık, bunalım, anlaşılamama temalarını işledi. Los Angeles’a ailesiyle birlikte taşınan Jim’in bir günden biraz fazla bir sürede başından geçen olaylar anlatılıyor filmde… Gençler, ergenlik, aileler üzerine güçlü söylemlere sahip olan film bana göre o kadar da güçlü bir film değil.
Ray, Jim ile, ailesiyle sorunları olan ergen karakterleri anlatır filminde… Jim’in ne annesi, ne de babası onu anlamaktadırlar. Onu anlamayınca da “Boş ver, geçer, ergenlik neticede” deyip Jim’le ilgilenmezler. Jim’in ilk isyanı da bu yüzden ortaya çıkar. Annesi “On yıl sonra bugünlere dönüp güleceksin” deyince Jim sinirlenir ve “Ben on yıl sonrasını düşünmüyorum. Ben şimdiyi düşünüyorum” der. Sorunlarına “şimdi” çözüm istemektedir. Ailesi Jim’e anlayış göstermez. Sürekli kurallarla onu “korumaya” çalışırlar. Özellikle annesi… Bir olay patlak verdiğinde olayın üzerine gitmek yerine kolaya kaçmayı ve taşınmayı daha uygun görür annesi… Jim buna itiraz eder. Jim’in diğer isyanı da yumruğunu masaya vurmaktan aciz babasına yöneliktir. Babası “sahip olması gereken” iktidarını annesine kaptırmış, süt dökmüş kedi gibi davranmaktadır. Jim babasını bu şekilde görmeğe dayanamaz. Jim’in ailesinde patlak veren kavgadan sonra hemen diğer “sorunlu” aileye geçiş yaparız. Judy ergenlikte olan bir diğer karakter. Onun sorunuysa babasının Judy’yi kendisinden uzaklaştırmasıdır. “Beni artık öpmüyorsun. 16 yaşıma girdim diye seni öpemeyecek miyim?” gibi haklı bir serzenişte bulunur. Babasının eskisi gibi onu öpmemesi, ona soğuk davranması Judy’yi ailesinden uzaklaştırır. Judy’den sonra diğer karakter bizlere anlatılmaya başlanır. Eflatun takma isimli John da sorunlu bir genç olarak yansıtılır perdeye. Babası kendisini bırakıp gitmiş, ayda bir nafaka yollamaktadır. Annesi de babası gibi oğlunu hizmetçiye bırakmış, soluğu dünyanın bir ucunda almıştır. John kolu kanadı kırık bir şekilde hayatını devam ettirmekte. Bu üç karakterin yolları okulda kesişir.
Ray filminde gençlerin aileleriyle olan sorunlarına başarıyla değinir ve ailelerin tutumlarını eleştirirken iğneyi gençlere de batırır. Özellikle serseri gençleri yaptıkları kötülüklerden ötürü cezalandırır Ray. Jim’e meydan okuyan ve ona kötü davranan Buzz çok geçmeden rahmetli olur. Buzz’ın bıraktığı iktidar koltuğunu sahiplenip Buzz’ın intikamını(!) almak isteyen arkadaşı finale doğru yaralanır. Adam yerine konmamaktan muzdarip Jim finalde adam yerine konur. Sevgilisi ve ona anlayış göstereceğini anladığımız ailesiyle birlikte evin yolunu tutar ve “mutlu” son. Bütün film boyunca ezilen baba tek bir bakışla anneden iktidarı devralır. Bu kadar basit değil kanımca. Dönemden ötürü mü, yoksa Ray’den ötürü mü bilemiyorum, ama ailenin iktidarının illa babaya ait olması gerektiği gibi bir sonuç çıkıyor. Buna pek katılmıyorum. Ayrıca Ray eşcinselliğe de dokunmadan edemez. Ama dönemin muhafazakarlığından ötürü bunu gizli bir şekilde yapar. John terk edilmiş bir genç. Muhtemelen de yıllardır bu durumda… Baba-anne, yani aile açlığı çekmekte. Kendisine ceketini veren Jim’e sevgi beslemeye başlar. Onu ve tabi ki Jim’in sevgilisi Judy’yi ailesi yerine koyar. Jim’e duyduğu sevgi eşcinselliği çağrıştıracak kadar fazladır. Eşcinsellik iğrençtir diyen Hays Yasalarından ötürü de finalde John öldürülür. John’ın ölümü eşcinselliğin de ölümü anlamına gelir. Böylelikle toplumda “eşcinselliğin kötü olduğu” algısı oluşturulmaya çalışılır. Eşcinsellerin öldürüldüğü onlarca filmden bir tanesi aynı zamanda Rebel Without a Cause.
(*) “There was theatre (Griffith), poetry (Murnau), painting (Rossellini), dance (Eisenstein), music (Renoir). Henceforth there is cinema. And the cinema is Nicholas Ray.”
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.