Jesse Richards Röportajı: Remodernist Film

Biraz tesadüf eseri de olsa, nette gezerken remodernist film akımının manifestosuna denk geldim. Stanley Kubrick’e giydirmelerinin yanısıra, kusuru övmeleriyle de dikkat çeken bu akımı biraz karıştırınca kafam da karıştı. Ben de iş edindim, manifestonun yazarına ulaşayım da, işin aslını ondan öğreneyim dedim; iyi ki de demişim. Zira anlatmaya çok hevesliymiş; yazdığı manifestoyu yayacak olmanın verdiği sevinç ve heyecanla kabul etti Jesse Richards talebimi.

Ben de bu röportajın içtenlik ve dürüstlük vurgusundan etkilenerek, çok da hazırlık yapmadan bu röportaja giriştiğimi belirteyim. Hatta röportajı ve manifestoyu çevirmekle harcadığım zamanın yanında,  yaptığım araştırma ve sorular hiç kalır.

Neyse… ben daha da fazla uzatmadan sizi Jesse Richards’la başbaşa bırakayım.

Jesse Richards kimdir?

Aslında sorduğunuz bu soru bir cevap. Benim film çekme, resim yapma ve fotoğraf çekmemin sebebidir bu soru. Sanırım kim olduğumu anlatabilmek o kadar kolay değil. Bu aralar japon estetiğiyle ilgilenen biriyim, fakat yarın sadece 1930ların banka soygunları haricinde hiçbir şey konuşmak istemeyen biri olabilirim; Bonnie and Clyde ya da 70lerin vampir filmleri… Pek odaklanabilen biri değilim ya da öyle işte.

Her ne kadar ilişki içinde oldukları anlaşılsa da; birbirinden ayrı olarak remodernizm ve stuckizmin ne olduklarını anlatabilir misiniz?

Artık üyesi olmadığım stuckizm, 1999 yılında Billy Childish ve Charles Thomson tarafından İngiltere’de kurulan bir akımdır. Kavramsal ya da postmodernist sanata karşı, sembolik sanatı öne çıkarmak amacı güder. Fakat son zamanlarda sanatsal ürünler ortaya koyarak bir şeyleri değiştirmek yerine, Turner Prize ve Tate* ile iyice kafayı bozduklarını düşünüyorum. Böyle konuşarak akıma dahil olan herkesi eleştirmek değil niyetim. Zira gruba dahil olan, Remy Noe, Joe Machine, Kim Richardson, Phil Absolon gibi pek çok iyi ve yaratıcı insan var. Benim asıl problemim genel olarak grubun gidişatıyla alakalı. Yanlış insanlar ve sıkıcı işler stuckizm adına önplana çıkarıldı. Ayrıca tüm savaşları stuckizmin Tate Modern’de neden sergilenmediğine döndü. Ben de en doğru kararın gruptan ayrılmak olduğuna karar verdim.

Remodernizmin ise duyguların ve tinselliğin sanatta yeniden önplana çıkmasını savunan bir akımdır -ki stuckistler tarafından başlatılmıştır. Bu akımın amacı ise artık iflas etmiş görülen, dalgageçilir hale gelmiş postmodernizmin yerine geçmekti. Bu durum bana çok mantıklı geldi çünkü postmodernizm adı altında yapılanların hepsi Dada ve sürrealistler tarafından 70-80 yıl önce yapılanların yeniden düzenlenmesinden başka işler değil; yeni hiçbir şey üretilmez halde.  Tabi remodernizmin bu girişimi hemen her alanda kendi biçemini buldu: sanattan felsefeye ve hatta hayatın kendisine kadar.

Tinsellikle kastettiğiniz, dinî öğeleri de içeriyor mu?

Kesinlikle hayır! Tinsellikle kastım insanların kendileriyle ve başkalarıyla iletişim kurma biçemlerine dair bir şey. Bu tüm zırvalıklardan kurtulup, gerçekliğe ulaşmakla alakalı.

Bu iki akımın kesiştiği noktalar nelerdir?

Sonuçta remodernizmi başlatanlar stuckistler. İrlanda ve Fransa’daki defastenistler de remodernism kapsamında değerlendiriliyor. Aslında gruplara ayrılmış olarak görünse de pek çok insan birbirleriyle iletişim halinde ve pek çok ortak üretim söz konusu. Herkesin farklı bir yaklaşımı var gibi görünse de sadece detaylarda ayrılıyoruz. Sonuçta çoğumuzun derdi özgün bir şeyler ortaya koyabilmek; bu konuda da iyi olduğumuzu düşünüyorum.

Hem resimle, hem fotoğrafla, hem de filmle uğraşıyorsunuz. Sanatsal amacınızı nasıl tanımlarsınız?

Benim temel derdim anladığım (çok zaman da anlamadığım) noktaları paylaşmak; insanlararası bağlantının bir parçası olmak ve hayata daha bağlı olmak.

İlk başta iyi bir yönetmen olmak adına oyunculuk, resim, fotoğraf gibi yaratıcı alanlarla uğraştım. Fakat bu alanlarda yaratıcılığın sınırlarını daha iyi zorladığımı farkettiğimden olsa gerek son filmimi yapalı epey oldu. Sonuçta film ciddi para isteyen bir sanatsal aktivite. Aslında şu anda 8mm ya da 16mm bir kısafilm çekmek istiyorum fakat son rötuşlarıyla uğraşıyorum. Bu süre zarfında da özellikle fotoğraf devam ediyor.

Remodernizmin sanatta ne gibi bir anlam teşkil ettiğini düşünüyorsunuz?

İnsanların birbiriyle bağlantısını anlamanın ne kadar önemli olduğunu gösteren bir akım remodernizm. Yaratıcı enerjinizi resimle, filmle, hikayelerle paylaşmanın bence tek yolu. Bu bağlantıyı, bu iletişimi önemseyen bir akımın sanatsal anlamda da, insanî anlamda da önemli olduğunu düşünüyorum.

Sizin bu akımlarla tanışmanız ne zaman ve nasıl gerçekleşti?

1990ların ortasında Billy Childish’in bir albümüyle yayınlanan ‘HangmanCommunications’ argümanlarına denk geldiğimde çok şaşırmıştım. Bu tam da bizim film okulunda arkadaşlarla konuştuğumuz şeylerle örtüşür gözüküyordu. Daha sonra remodernizme dönüşen, duygulanım (emotionalism) gibi yeni bir akım kurmanın peşindeydik biz de. Neyse, Charles’la yazışmaya başladık ve sonra o Amerika’ya geldiğinde uzun uzun görüştük, konuştuk. Amerika’da da yayılmaya başladı bu akım. 2001 – 2006 arasında hep bu grupla birlikte hareket ettim. Sonrasında remodernist film grubunu kurdum ve bir manifesto yayınladım.

Remodernist film fikri nedir tam olarak?

Aslında manifestoda daha detaylı bir şekilde anlatıyorum tabi. Remodernist bir film önce bir tin arar. Tin de bize insanın en basit gerçeklerini gösterir. Bu filmler minimâl ve şiirsel olmalıdır. İlham, öznellik ve akış önplanda olmalıdır. ‘Wabi-sabi’ (kusurluluğun güzelliği) ve ‘mono no aware’ (her şeyin geçici olduğunun bilinci ile akışa eşlik etme) gibi japon estetiği de yol gösterici olabilir bu konuda. [Manifestonun tamamına sayfanın sonundaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz.]

Peki remodernist bir üreticinin, tüketicisinden beklentisi nedir?

Kendi gerçeği arayan biri olmalı önce. Ayrıca samimi olmalı; çünkü ben samimi bir süreç sonucunda eserimi sunuyorum.

Size göre remodernizmin sinemadaki en iyi örnekleri  nelerdir?

Zaten çok az örneği olduğu için en iyilerini seçmek şu an için bir lüks. Benim filmin Shooting at the Moon; Harris Smith’in Youngblood ve Modern Young Man filmleri; eski stuckistlerden Billy Childish ya da Wolf Howard’ın çektiği tüm filmleri sayabiliriz.

Fakat remodernizmi tetikleyen ve üzerinde büyük etkisi olan filmlerden örnekler verebiliriz: ‘The Foreigner’ (yönetmen: Amos Poe), ‘Zero For Conduct’ (yön: Jean Vigo), ‘The Mirror’ ve ‘Nostalghia’ (yön: Andrei Tarkovsky), ‘Tokyo Story’ ve ‘Tokyo Twilight’ (yön: Ozu Yasujiro), ‘Ugetsu’ ve ‘Life of Oharu’ (yön: Mizoguchi Kenji), ‘In The Mood For Love’ ve ‘Chungking Express’ (yön: Wong Kar-wai), ‘L’Eclisse’ ve ‘The Passenger’ (yön: Michelangelo Antonioni), ‘Mouchette’ (yön: Robert Bresson), ‘Paranoid Park’ ve ‘Elephant’ (yön: Gus Van Sant).

Ayrıca Jean Rollin’in yaptığı erotik vampir filmleri de kapsam dahilinde değerlendirilebilir. Ayrıca Georges Franju’nun ‘Eyes Without a Face’ filmi de çok iyi bir remodernist korku filmidir diyebiliriz. Sanırım bu kadar örnek yeterli, yoksa sayfalarca yazmak mümkün.

* Tate ve Turnur Prize:

Tate, İngiltere’de  bulunan modern sanat müzeleri oluşumudur. 1984’ten beri de İngiltere’de elli yaşın altındaki modern sanatçılara Turner Prize ismindeki ödülü verir.


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Yorumlar

Bir cevap yazın