Restless: Zamansız Ölümler ve Ölümsüz Aşklar

Konuk Yazar: Nevin Ferhat

1952 doğumlu Gus Van Sant, deneysel sinemanın önde gelen yönetmenlerinden biridir. Van Sant yönetmen olmanın yanı sıra hem senarist hem müzisyen hem de ressamdır. Yetenekli yönetmenin sineması dostluk, birliktelik, varoluşçu bir anlamda yolda olmak halini işler.(¹) Bunun yanında varoluşçuluğun diğer problemlerinden biri olan ölüm imgesini filmlerinde ağırlıklı olarak kullanmıştır. Usta yönetmen ölümün beklenmedik olduğunu düşünür, ölümle yüz yüze gelen kişinin de mekan içinde tek bir sığınak bulamaz. Onun bu görüşü Heidegger’in ölüm düşüncesiyle benzeşmektedir. Ona göre ölüm belirsizdir ve ölümün belirsizliğinden ötürü de ne zaman olacağını bilemeyiz. Dolayısıyla kişi kendini o eyleme, ölüme doğru çekilmiş bulur. Van Sant ölüm hakkındaki düşüncelerini Death Trilogy (Ölüm üçlemesi) olarak adlandırılan filmlerle cisimleştirmiştir. Ölüm üçlemesinin ilk filmi Gerry(2002) arkasından Elephant (2003)’ ve son olarak Gus Van Sant’s Last Day(2005) filmini çekmiştir. Bu filmlerin dışında ölümle ilgili diğer filmleri Mala Noche ve Drugestore cowboy, Paranoid Park (²) ve son filmi Restless’i de sıralayabiliriz.

Van Sant’ın önceki filmlerinde karakterin ne zaman öleceğini bilmememize rağmen Restless filmin ana karakterlerinden biri olan Annable’ın öleceğini filmin en başında itibaren öğreniriz. Ölümün, ne zaman gerçekleşeceğini bilsek de ölüm belirsizliğini hep korumaktadır ve bütün görünmez canlıcı melekleri insanın başına üşüşür. Bir anda, göz açıp kapayıncaya kadar ya da bir karelik sıçrama anında ölürüz. Filmde de son vedalaşma sahnesinden sonra Annable ölmüştür ve onun ölüme doğru giderkenki kıvranışlarını, görmeyiz. Çünkü ölümün kendisi bir anlıktır, bir süreç değildir. Ölüm, zamana uymaz ve bütün ölümler zamansız ölümlerdir.

Yaşamın henüz başında olan Annable ölümcül bir hastalığa yakalamıştır. Annable kendi yaşam süresinin ne kadar olduğunu bildiğini söyler. Bilim tarafından yaşam süresi ölçülmüş ve ona biçilen yalnızca 3 üç aylık bir ömürdür. Bu kısa bir zamana da olsa Kafka’nın dediği gibi “Sonsuzdur yol ne çıkartacak ne de eklenecek bir şey vardır. Ama yine de herkes kendi çocuksu karışını tutar yol üstüne, gerçekten de bu bir karışlık yolu gitmen gerekir. Bu senden esirgenmez.”(³)

Filmde ani ölümlerin kucağına düşen yalnızca Annable değil Enoch ve Hiroshi de bu türden bir ölümü tatmıştır. Enoch ailesini bir trafik kazasında kaybeder. Kendisi de üç dakikalığına ölmüş ve dünyamıza geri dönmüştür. Uyandığındaysa yanıbaşında Hiroshi’yi bulur. Hiroshi de başka bir öykünün kahramanı ve zamansız ölülerden biridir. İkinci dünya savaşında intihar pilotu olarak savaşmıştır. Bedeni gökyüzünden kayarken, ruhu itiraf edemediği bir aşkın bütün acısı ve huzursuzluğuyla yüklenmiştir.

Enoch ailesinin ölümüyle bir türlü yüzleşemez, geçmiş yaşantısını da anne ve babasını gömdüğü yere gömer. Hayalet arkadaşı Hiroshi ile vakit geçirir, tanımadığı insanların cenazelerine gider. Öte dünya ile bu dünyanın arasında dolaşır fakat iki dünyaya da yabancıdır. Enoch yolda kalanlardan sadece biridir.

Annable, yaşamaya o mahzun gülüşüyle devam etmeye çalışır. Başına her ne gelirse gelsin cesur olmaya çabalar. Ancak ölüm düşüncesi Annable’ın yaşamını kesintiye uğratır. Hiroshi de yaşamın akışına karışamamış bir şekilde dışında kalmıştır. Üç karakterin yaşamı eksik ve parçalanmıştır. Hangi parçamız eksik, kahramanlarımız adı konmayan bir eksikliğin verdiği huzursuzlukla kesintili yaşamlarına devam ederler. Sinemadaki garip akımın karakterleri gibi yarı mutludurlar. Ancak gökten bir elma düşer ve üçe bölerler. Elmanın adı aşktır. Yaşamaya başlamak için yaşamın o içkin gücünü hissetmenin özel bir yolu olan eksik parçanın ta kendisidir.

Aşk ve yaşam birlikte evrim geçirirler. Darwin’in filmin sonuna kadar karakterlerimize eşlik etmesiyse evrimin tamamlanmayan ve yaratıcı gücünü bir kez daha bize duyumsatır. Aşkı ve yaşamı olumlayan bu güç başka uzuvlarda, bedenlerde yeniden doğar. Aşk Annable ve Enoch da tekrar dünyaya gelmiştir. Bu aşk Hiroshi’nin ellerinden kaçırdığı, yaşamadığı aşktır. Van Sant’ın bir röportajında ifade ettiği gibi, Hiroshi arkadaşının manifestosudur. Hiroshi ve Hiroşima tekrar doğuyormuşçasına Cadılar bayramında Enoch Hiroshi’nin kıyafetini, Annable ise kimono giyer. Ruhların ölümden sonraki bir yaşama kavuştukları kutsal gecede Enoch ve Annable aşklarını ölümsüzleştirir ve Eternal Sunshine of the Spotless Mind’dan hatırladığımız sahneyle ölümsüzlüklerini pekiştirirler. Kuşbakışı diğer bir adıyla Tanrının bakış açısıyla çekilmiş sahnede, yol ortasına (siyah zemin üzerine) sırt üstü uzanan iki sevgili, bedenlerinin konumlarının bir kopyasını çıkarırlar. Enoch, bu sahnede başına gelen kazayı anlatır. İki sevgilinin yol üzerinde aldığı bu pozisyon, Enoch’un geçmişindeki kaza yerini seyircinin gözünde canlandırır. Bununla beraber Tanrının bakış açısıyla çekilen sahne Eternal Sunshine of the Spotless Mind’da dünyayla birleşmeyi, harmoniyi anlatırken Restless’ta ise iki sevgili ile dünya; yaşam ve ölüm arasındaki ayrımı, sınırı belirtir. Ayrıca aşkın ölümsüzlüğünü ve ölümüne aşkın ne olduğunu gösterir.

“Godot’yu Beklerken” tiyatro eserinin, sinema formu olarak düşünülen Gerry’de ise sırtüstü uzanan ikilinin üst bakış ve geniş açıyla çekilmiş bir başka şeklini görürüz. Bu bakış açısı ise izleyiciye uzamın ezici boşluğunda kaybolmuş iki insanı anlatır.

Toprağın altındaki ölüler bu darı dünyanın bütün hallerini giymişlerdir. Annable ve Enoch’un morgda olduğu sahnede yıldızlara bakarcasına ölülerin saklandığı bölmelere bakarak “acaba nasıl bir hayatı vardı” diye tahmin yürütürler. Sonra ışıklar yanar ve Annable’a benzer bir kadın sedye üzerinde morgdaki yerini almak için hazırlanmıştır. Annable, kendi ölümünü görmüşçesine, ölü kadının yüzüne bakar. Ölümü anlamaya, kendi ölümünü hissetmeye çalışır. Fakat, ne bir başkasının ölümünü ne de kendi ölümümüzü anlayabiliriz. Ardından Annable mutlu gibi gözüküyor der. Sanki mutluluk ölü kadının dudaklarıyla birlikte bu dünyada kalmıştır. Enoch’un da dediği gibi orda romantik aşk hikâyeleri yoktur, orada yalnızca hiçlik vardır. Ağıtlar, cenaze törenleri hiç içindir. Yok olan bir dünyaya adanmıştır. Dolayısıyla yalnızca kendi kendimizi kandırırız. Yine de kaybetmenin, sevdiğimiz varlığın yokluğunun acısını derin bir kederle hissederiz. Kaybetmenin, yitirmenin acısı ağıtlar yakmaya zorlar, daha çok acı çekmek isteriz. Acıdıkça bedenimiz, ölümle hesaplaşacağımızı zannederiz. Fakat film böylesine kederli duyguları anlatan görüntülerle sonlanmaz. Çünkü yönetmen aşkı, yaşamı, ölümü döngüsel bir zamana yerleştirmiştir. Keltler’den kalma bir inanışla huzursuz ruhların, ölümsüzlüğe kavuştukları mevsim olan sonbaharla film başlar ve Annable yaşamının sonlandığı ölüm mevsimi kış ile biter. Anlıyoruz ki, aşk ve yaşam mevsimler eşliğinde yolculuğa devam edecektir. Öte taraftan Enoch, Annable’ın ölümünün ardından onunla hayal(!) ettikleri gibi cenaze törenini hazırlar. Krakerler, şekerlemeler ve milkshake cenaze salonunu süslemektedir. Enoch son bir konuşma yapmak ister. Ancak konuşma kürsüsüne geçtiğinde suskunlaşır. Aşk ile yaşamın akışı içinde kaybolduğu anları getirir gözlerinin önüne. Flashback ile yapılan geçmişe yolculuk, yakın geçmişin sevinçli parıltılarını yeniden hatırlatır.

Böylelikle filmin sonundaki geriye dönüşlü sahneler hem geçmişi özlemle anma hem de belleğin yaşanmış zamana dolaysız yönelişi gösterir. Karşılaştığımız bir koku, madlen bizi geçmişin o tatlı anılarına doğru sürükler ve geçmişi bir anlık da olsa yeniden şimdiki zamanda yakalama fırsatı buluruz. Yarım bir gülümseme yayılır Enoch’un yüzüne; siyah gözlerinde neşe halkaları belirir. Bu anımsayışın etkisiyle ölümün arkasından bakmak artık eskisi kadar yıkıcı değildir. Enoch yaşamaya yönelmiş, bu dünyanın içine doğru çekilmiştir.

Film bitmiş, kayıp zamanın peşinde olan üç ruh yol üstüne tuttukları bir karışlık yolu gitmişlerdir. Ancak Kafka’nın da belirttiği gibi yol sonsuzdur.

1- Lobrutto, vincent, Gus Van Sant, s. 96
2- A.g.y. s.106
3- Kafka, Franz, Aforizmalar,s.22

Yorum Gönderin