Rob Dawber anısına yazan: Ken Loach
Rob Dawber, “hayır” yanıtını kabul eden bir insan değildi. İlk olarak benimle 1997’de temas kurdu ve “Bir senaryo yazıyorum ve bu filmi ancak sen çekersin” dedi. “Çok önemli bir senaryo, demiryollarının özelleştirilmesi hakkında, bu filmi çekmek senin görevin” diye de ekledi.
Bir an zorlama ve kabadayılığa uğradığımı hissetsem de Rob’un hakkı vardı. Ama “Daha önce hiç senaryo yazdın mı? diye sormadan da edemedim. “Hayır” yanıtını aldım. Kendine olan güveni inanılmazdı. Rob hayatı boyunca demiryollarında çalışmış ve dışarı itilmişti. Demiryolları özelleştirilmişti ve yeni şirket çalışanları uzaklaştırıp, deneyimsiz çalışanlarla yerini dolduruyordu. Rob “gönüllü emeklilik” paketini kabul etmeye zorlanmıştı. Tekliflerine ret yanıtı verse de emekli edilmişti. Film için düşündüğü isim “Freedom of Choice” (Seçim Özgürlüğü) idi. Hep söylediği “Sadece emekli olmayı seçersen veya istifa edersen” seçme özgürlüğü verdikleriydi.
İşçi sınıfı bir ailenin çocuğuydu ve üniversiteye gitmişti. Siyaset ve ingilizce okumuştu. Orta sınıf kölelikten sıkıldığı için işçi sınıfında yer almayı seçmişti. Birlikte büyüdüğü, çocukluğunu birlikte yaşadığı insanlarla olmayı bilinçli olarak tercih etmişti. Daha farklı şeyler yapma olanağı varken bir “demiryolcu” olmayı kendisi seçmişti. İşini seviyordu, hayatını işine adamıştı ama onu daha 40’lı yaşlarının başında işinden ayırdılar. 18 yıldır demiryolu işçisi ve sendikalı bir aktivistti. Demiryolu İşçileri Sendikası’nda işçi temsilcisiydi. “Socialist Organiser” ve “Off the Rails”te yazılar yazıyordu.
Demiryollarından uzaklaştırıldıktan sonra daha fazla yazmaya başlamış. “Socialist Organiser”daki yazılarını okuduğumu senaryosu elime geçtiğinde hatırladım. İçinde iyi küçük bölümler vardı ama aşırı diyalogları esas planladığı senaryoyu biraz kamufle etmişti. Ondan senaryoyu küçük öyküler halinde yazmasını istedim. Böylece elindeki malzeme daha net ortaya çıkacaktı. Yeni yazdıklarını çok kısa bir sürede elime ulaştırdı. Benim için fazla hızlıydı çünkü o aralar bir yandan My Name Is Joe ve Bread and Roses’la uğraşıyordum.
Rob’un her zaman olumlu bir insan ve bir savaşçı olduğunu görmüştüm. Zorla emekli edilip işi elinden alınmıştı. Ama kendisine acımadı. Kendisinin başına gelenin daha büyük bir siyasi resmin bir parçası olduğunu biliyordu. Sadece kendisi için değil, işsiz bırakılan tüm insanlar için çalıştığının farkındaydı. En sonunda biraz da maddi kaynak bulduk ve Rob’u işe aldık. Senaryosunu tamamlaması için süresi vardı. Bize mailler atarak, telefon ederek görüşlerini aktarıyordu. Birden aramayı kesti. Herşey sessizleşti. Bazı şeylerin kötü gittiğini o zaman hissettik…
Birkaç hafta sonra, bizi ofiste ziyaret etmek istediğini belirtti. Eşiyle birlikte geldi. Hasta olduğunu söyledi. Nefes almakta zorluklar yaşadığını, bunu ilk başta pek önemsemediğini anlattı. Check-up için doktora gitmiş. Teşhis mesothelioma’ydı. Asbest nedeniyle oluşan bir akciğer kanseri. Tıp tarihinde sadece bir kişi bu hastalıktan kurtulduğu söyleniyordu ama bunun da şehir efsanesi olma ihtimali yüksekti. Doktorlar 1 yıl ömrü kaldığını söylemişlerdi.
Rob ve ailesinin üzüntüsünü paylaşmaya çalışıyorduk. Ama Rob, geride kalan zamanını en iyi şekilde kullanmaya kararlıydı. Eşi ve onlu yaşlardaki iki kızına olanları tüm açıklığıyla anlattı. Hastalığının gölgesinde yaşamayı reddetti.
Onun için “Zamanını en iyi şekilde geçirmek” tedavi sürecine devam etmek değil, filmi tamamlamaktı. O sıralarda Bread and Roses’ın ortasındaydık ve çekimleri yarıda bırakma şansımız yoktu. Navigators maalesef ona biçilen ömüre sığmıyordu. En azından finansal destek bulmak için çalışmalara başladık. Solcu bir yönetmen ve tanınmayan demiryolu işçisi bir senarist, yapımcılar için pek iyi bir yatırım gibi görünmüyordu. Ama en sonunda Channel 4’u ikna ettik.
Geride altı ayımız kalmıştı. Başlasak bile filmi yetiştirmemiz olanaksızdı. Ama Rob, doktorların kendisine biçtiği süreyi kabul etmemişti. Teşhisin şokunu atlattıktan sonra, hastalığı yenmek için çalışmaya başladı. Internette hastalığıyla ilgili yeni tedavileri buldu. Araştırmadan, çalışmadan pes etmeyi reddediyordu. Aynı zamanda asbest yüzünden işçiler için bir fon kurdu.
Kendisine bir yıl ömür biçen doktorlara rağmen iki yıl daha yaşadı. Teşhisinin yıl dönümlerinde partiler veriyordu. Yaşama sevinci dolu partiler… Hayatının son yılında hem filmle uğraşıyordu, hem de kendisi ve çalışma arkadaşları için açtığı tazminat davalarını sürdürüyordu.
Demiryolları tazminat ödemeye karşı çıktı. Ancak en sonunda ortaya bir iç yazışma çıktı. Bu yazışmada çalışanların yoğun asbestle çalışmalarına rağmen, tehlikeyi ortadan kaldırmanın veya işçileri eğitmenin çok “pahalı” olacağı yazıyordu. Demiryolu yönetimi daha sonra utanmadan Rob’un hayatına değer biçmeye çalıştı. Ben ve çalışma arkadaşlarım mahkemeye giderek Rob’un olağanüstü bir senarist olabileceğini ve hayatını değiştirme şansının elinden alındığını söyledik. Demiryolu yönetimi bunun yanlış olduğunu, işçi sınıfından birinin bu kadar yetenekli olamayacağını söylese de eski madenci Jim Allen’ın başarılarını örnek göstererek bu tezlerini çürüttük. Davayı kazandı. Zaferi aynı zamanda diğer mağdur işçiler için de emsal oldu.
The Navigators’ı olabilecek en hızlı şekilde çektik. Zamanla yarışıyorduk. Rob sık sık sete ve kurgu odasına geliyordu. İlk kurguyu tamamlayıp, beraber seyrettik. Çok yapılı ve sağlıklı bir adam olmasına rağmen, film süreci onu çok etkiledi. Filmin son kurgu çalışmalarına katılamadı.
Rob duygusal bir adam değildi, duygularını pek göstermezdi. Ama sanırım film onu tatmin etti. Anlatılmasını istediği hikayeyi anlattı. Film gösterildiğinde, insanların “özelleşmiş cehennemlerde” çürümeye bırakan politikacıların kıçına tekmeyi bastı. Bu duyguyu yaşamasını isterdim.
Rob Dawber 20 Şubat 2001’de aramızdan ayrıldı.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.