Bundan 74 yıl önce doğdu günümüz sinemasının Al Pacino ile birlikte en büyük oyuncusu olarak görülen Robert De Niro. Gençliğinde New York’un karanlık arka mahallelerinde takılır, bazı çeteleri yıllarca uzaktan gözlemler ya da arkadaşlar edinir ama hiçbir zaman bizzat suç eylemlerine katılmazdı. Gençliğinde bu gözlemlerinin sinema kariyerinde ona bu kadar fayda sağlayacağını kim bilebilirdi ki…
Ustanın 74 yılından önemli filmleri bir araya getirerek, saygılarımızı sunalım ve kendimizce küçük bir doğum günü hediyesi verelim dedik.
Martin Scorsese ile tanışma ve ilk önemli çıkış: Mean Streets
1970’lere kadar De Niro çok başarısız ve kötü filmlerde rol alır. Bir partide Harvey Keitel’ın kendisini günümüz sinemasının yaşayan en büyük yönetmeni Martin Scorsese ile tanıştırana kadar. Scorsese’de aynı De Niro gibi İtalyan kökenlidir. 1973’te Mean Streets ile başlayacak ortaklıkları günümüze kadar tam 8 film olacak ve bu ikili sinema tarihinin en bilinen ve sevilen yönetmen oyuncu ortaklıklarını oluşturacaktır. De Niro bundan bir yıl önce 1972’de The Godfather filminin Sonny Corleone karakterinin deneme çekimlerine de katılmış ancak rolü alamamıştır. Coppola kendisini hiçbir zaman unutmayacak ve 1974’teki devam filminde genç Vito Corleone rolünü kendisine vererek De Niro’nun kariyer patlamasını yapmasını sağlayacaktı.
Gelelim filmimize. 1973’te De Niro, Kietel ile birlikte Scorsese’nin Mean Streets filminde oynar ve film büyük sükse yapar. New York’un karanlık arka sokaklarındaki çeteleşmeyi anlatan film festivallerden bolca ödülle döner ve De Niro dahil olmak üzere tüm kadronun adının duyulmasını sağlar. Robert De Niro filmde Johnny Boy adlı genç bir sokak serserisini ustalıkla canladırır ve tabiki role hazırlanırken geçmişteki sokak çeteleri gözlemlerinden çokça yararlanır.
Coppola ile İtalyan sofrası: The Godfather Part 2
Mean Streets’teki hatırı sayılır başarısından sonra De Niro 70’lerde Amerika’nın en aranan oyuncularından biri haline gelir. Zaten biraz önce de bahsettiğim gibi kendisi ilk Baba filminde rol almanın ucundan dönmüştü ancak Coppola De Niro’yu devam filmine almakta kararlıydı ve aldı da. İlk filmden iki yıl sonra 1974’te çekilen The Godfather Part II, sinema tarihinin en iyi devam filmi olarak anılır ve birçok sinemasevere ve eleştirmene göre ilk filmden dahi iyidir. İlk filmden fazla oscar kazanan nadir devam filmlerindendir. En iyi film, en iyi yönetmen, en iyi yardımcı erkek oyuncu, en iyi uyarlama senaryo, en iyi film müziği ve en iyi sanat yönetmenliği olmak üzere 6 oscarın sahibi olan film sinema tarihinin en görkemli filmlerinden biri olarak kabul edilir.
Film, koltuğu babasından devraldıktan sonra aileyi güçlendirmenin yollarını arayan Don Michael Corleone’nin 50’li yıllardaki gelişimini ve genç Vito Corleone’nin 1901 yılında ailesinin Sicilya’da katledilmesinden sonra Amerika’ya gelişi ve suç dünyasında yükselişini anlatır. Filmde De Niro yalnızca 45 dakika genç Vito Corleone’yi canlandırarak en iyi yardımcı erkek oyuncu oscarını alır ve kariyerinde zirveye oturur. Ayrıca filmde kariyeri boyunca hep karşılaştırılmalarına rağmen sıkı dost oldukları Al Pacino ile birlikte rol aldığı ilk film Baba 2’dir ancak ortak sahneleri yoktur. Çünkü Michael’ın sahneleri Amerika ve Küba’da ve 50’li yıllarda genç Vito’nun sahneleri ise 1910’lar ve 20’lerde New York’ta ve Sicilya’da geçer.
Scorsese ile ikinci randevu: Taxi Driver
Geldik Robert De Niro’nun kariyerinin en önemli ve iyi 5 filminden birine. Taxi Driver, 1976 yapımı Martin Scorsese filmidir ve Scorsese – De Niro ortaklığından çıkan en verimli meyvelerden biridir. Film oscar ödüllerinde en iyi film ve en iyi erkek oyuncu dahil toplam 4 dalda adaylık elde etmesine karşın hiçbirini kazanamadı. Ancak her zaman oscar kazanamayan kült filmler listelerinde kendine en üstte yer bulan bir filmdir. Oscar’ın aksine Cannes Film Festivali’nde aldığı büyük ödül Altın Palmiye ile büyük sükse yapar. Filmde De Niro’nun yanı sıra kadın satıcısı rolünde Harvey Kietel, filmin çekildiği dönemde 12 yaşında olan günümüzün 2 oscarlı oyuncusu Jodie Foster, tiyatro kökenli ünlü oyuncu Albert Brooks ve ünlü kadın oyunculardan Cybill Shepherd rol alırlar.
Film Vietnam Savaşı gazisi Travis Bickle’ın savaştan sonra 70’ler Amerika’sındaki savaş karşıtlığı, karanlık sokakları ve çürümüşlüğü kendine düşman edinmesini ve bu sisteme karşı giderek cinnet geçirme noktasına gelmesini anlatır. Ki Travis’te iyi bir adam değildir, aşırı silah merakı vardır, sinemalarda porno film seyretmektedir, herkese karşı kin tutmaktadır. Filmin en büyük okuması ve alt metinleri sistemi böyle davranışları olan bir adamın mı kurtaracağı sorusudur aslında. Filmde Martin Scorsese’de taksiye bir müşteri rolünde oynar. De Niro Travis karakteri için resmi olarak bir süre taksici ehliyeti alarak taksicilik yapmış ve karakter için aşırı kilo vermiştir. Bu filmde metod oyunculuğun derslik niteliğinde bir yansıması olur Robert De Niro.
Sıkı bir Vietnam Savaşı taşlaması: Deer Hunter
Yönetmen Michael Cimino, geçtiğimiz yıl hayata veda etti. Gayet iyi bir yönetmen olmasına rağmen kariyerine bakıldığında sadece Deer Hunter akla gelir. Bunun sebebi hem yönetmenin az filminin bulunması hem de bu film dışında yönettiği filmlerin batması veya kötü eleştiriler almasıdır. Deer Hunter ise bir zirvedir. Filmde Robert De Niro ve Christopher Walken’ın yanı sıra John Savage, John Cazale, Merly Streep, George Dzundza gibi usta isimler yer alır. Film oscarlarda en iyi film ve en iyi yönetmen olmak üzere 5 dalda ödülün sahibi olur. Ayrıca ünlü aktör Christopher Walken da bu filmle en iyi yardımcı erkek oyuncu oscarını alır. De Niro ise yine kendine has oyunculuğunu konuşturur ve en iyi erkek oyuncu oscarına aday olur fakat kazanamaz.
Ayrıca bu filmin De Niro için ayrı bir yeri vardır. Bu film ile ilgili bir başka önemli ayrıntı da usta oyuncu ve aynı zamanda Merly Streep’in büyük aşkı olan John Cazale’nin son filmi olmasıdır. Cazale film çekileceği zaman beynindeki tümör büyük ölçüde ilerlemişti ve kendisi film bittikten kısa süre sonra hayatını kaybetti. Yapımcılar filmde herhangi bir maddi zarar olabileceğini düşünerek Cazale’yi istemiyorlardı ancak De Niro aynı zamanda sinema okulundan arkadaşı olduğu Cazale’nin masraflarını çekim esnasında ölürse kendi cebinden ödeyeceğini söyleyerek yapımcıları ikna etti ve Cazale’nin sahneleri erkenden çekilerek bitirildi.
“Kariyerimde fiziksel ve psikolojik olarak en çok zorlandığım film Deer Hunter’dır”. demiştir De Niro bir röportajında. Film özellikle çarpıcı rus ruleti sahnesiyle hatırlanır.
Film, savaş öncesi üç yakın dost olan Michael (De Niro), Nick (Walken) ve Stan (Cazale)’nin Nick’in düğününde buluşmalarını ve ardından savaş zamanı kendilerini esir halinde bir rus ruleti masasında bulmalarının ardından yaşadıkları travmaları anlatır. Anti militarizm dendiğinde Full Metal Jacket, Apocalypse Now gibi başyapıtlarla birlikte hatırlanan nadir filmlerdendir. Ayrıca filmdeki uzun düğün sahnesi yönetmen Cimino’nun The Godfather I’deki uzun düğün sahnesine saygı duruşudur.
Scorsese ile boks ringlerinde gelen Oscar: Raging Bull
Şimdi geldik De Niro’nun kariyerindeki en görkemli filme… Raging Bull’un çekim hikayesi bile tek başına bir kitaba veya filme konu olabilecek bir şekildedir aslında. Martin Scorsese 1977’de çektiği ancak genel anlamda olumsuz eleştiriler alan ve gişede çakılan filmi New York, New York’tan sıkı bir depresyona girer ve kokain alışkanlığı artık kontrol edilemez hale gelir. Bir gece bu bağımlılık önü alınamayacak hale gelir ve durdurulamayan bir burun kanamasıyla hastaneye kaldırılır. Aynı zamanda yakın dostu olan Robert De Niro da elbette durumu öğrenir ve elinde Raging Bull’un senaryosuyla Scorsese’yi hastanede ziyaret eder. Ancak bir sorun vardır ki Scorsese spor filmlerinden nefret etmektedir. Sonunda De Niro, Scorsese’yi ikna eder ve ortaya gelmiş geçmiş en iyi biyografik spor filmi olarak görülen Raging Bull çıkar.
Raging Bull, 1940’lı yıllarda başlayan boks kariyerini 1964’te sonlandıran efsanevi boksör Jake La Motta’nın kusursuz boks kariyerini ve tepetaklak giden aile hayatını çarpıcı bir şekilde anlatır. Film için Robert De Niro hem kas yapmış hem de La Motta’nın 1964 yılında emekli olup gece kulübü açtığı dönemlerindeki kilolu hali içinde 20 kilo almıştır. Burada kendisinin nasıl bir metod oyunculuğu sunduğunu görürüz. Jake La Motta’nın en büyük sorunu aşırı kıskançlığıydı ki bu öyle noktalara gelmişti ki öz erkek kardeşinin kendi karısıyla birlikte olduğunu düşünmüş ve onu kendi çocuklarının önünde dövmüştür. Filmde de bu sahneler mevcuttur ve filmi izleyen gerçek Jake La Motta ile o zaman ki karısı Vicky ile arasında şu diyaloğun geçtiği rivayet edilir:
Jake La Motta: Ben gerçekten de böyle biri miydim?
Vickie La Motta: Bundan daha kötüydün.
Film boyunca Jake La Motta sette bulunur ve bir nevi De Niro’ya danışmanlık yapar, rolüyle ilgili öneriler verir. Filmden sonra kendisini De Niro’dan iyi kimsenin canlandıramayacağını söylemiştir. Dostlukları da halen sürmektedir. Filmin en önemli özelliği ise Martin Scorsese’yi kurtaran film olmasıdır. Filmin bu denli başarılı olmasının en önemli nedenlerinden biri de Scorsese’nin inanılmaz boks sahneleridir. Bu sahneleri özellikle siyah beyaz çekmiştir ve bu çok etkili olmuştur.
Scorsese ve Jerry Lewis ile Standup : King of Comedy
1983 yılına geldiğimizde ise De Niro ile Scorsese daha önce hiç el atmadıkları bir tür olan komediye yönelirler. Dünyaca ünlü Amerikalı komedyen Jerry Lewis’in de başrolde De Niro’ya eşlik ettiği filmde Niro, Rupert Pupkin adlı bir yeni yetme komedyeni, Lewis ise adı değiştirilerek Jerry Langford adlı dönemin ve Pupkin’in idolü olan komedyeni canlandırır. Film karışık eleştiriler alır ancak bir kahkaha bombardımanı olduğu yadsınamaz. Özellikle De Niro’nun dakikalar süren ve insanı kendinden geçiren kahkahalarıyla hatırlanır King Of Comedy. Ayrıca filmde De Niro’nun ilk eşi olan Diahnne Abbott da rol alır. Filmin bir diğer önemli artısı da eğlence dünyasındaki karanlık ve trajikomik ilişkileri yansıtmasıdır. Bu sayede filmde kara komedi öğeleri de mevcut ve bize de Scorsese’yi bu öğeleri başarıyla harmanladığı için tebrik etmek kalıyor.
Filmin aynı zamanda önemli ödülleri ve adaylıkları da bulunmakta. Bunlardan en göze çarpanı ise Cannes Film Festivali’ndeki Altın Palmiye adağlığı. Ayrıca İngiliz oscarları olarak görülen Bafta ödüllerinde ise en iyi senaryo ödülünü alır King Of Comedy. De Niro’nun da Bafta’da en iyi erkek oyuncu adaylığı bulunur. Scorsese’de en iyi yönetmen dalında Bafta’ya aday gösterilir fakat kazanamaz.
Sergio Leone ile Spagetti Gangsterlik: Once Upon A Time In America
Geldik listenin en önemli filmlerinden birine. Kuşkusuz sadece Amerikan sinemasının değil dünya sinemasının en önemli ve en iyi filmlerinden. Filmde Robert De Niro’nun yanı sıra 1995’te De Niro ile Casino filminde buluşacak olan ve 1983’te aykırı yönetmen David Cronenberg’in başyapıtı Videodrome’da başrol oynayan James Woods, Elizabeth McGovern, De Niro ile 4 yıl önce Raging Bull’da buluşan ve bu filmden sonra da Goodfellas, Casino filmlerinde buluşacak olan Joe Pesci, Treat Williams, Rocky filmlerinin alkolik Paulie eniştesi Burt Young, Tuesday Weld, Leon’da Tony olarak hatırladığımız Danny Aiello, William Forsythe ve film çekildiğinde henüz 14 yaşında olan, günümüzde ise çok başarılı bir aktrist olan Jennifer Connelly yer alır.
Film, ilk gösterime girdiğinde uzunluğu sebebiyle önemli sahneler kesildiği için yerden yere vurulur ve hakettiği saygınlığı elde edemez. Ancak 2000’lerde tam hali gösterildiğinde ise tam bir kült eser haline gelerek sinema tarihindeki yerini alır ancak maalesef filmin efsanevi yönetmeni Sergio Leone bunu göremez çünkü bu film onun son filmi olur, aynı yıl ölür. Ayrıca filmin yapımı çok uzun yıllar sürer. The Godfather II’nin nin yönetmenliği ilk başlarda Coppola istemediği için Leone’ye teklif edilir ancak Leone bu filmin hazırlıklarına o zamandan başladığı için teklifi reddeder. Ayrıca bu film çok yakın dost olan Sergio Leone ile Clint Eastwood’un da arasını açan bir filmdir. Çekimler döneminde Leone kim daha iyi sorusuna De Niro cevabını verince Eastwood kendisiyle uzun bir süre konuşmamıştır.
Film, 1900’lerin Amerika’sından başlayarak 5 yakın dostun çocukluklarındaki ufak serserilik işlerinden 20’lerin sonları ve 30’lardaki yeraltı dünyasındaki yükselişlerine ve 50’lerde büyük bir sır yüzünden ortaya çıkan ve gruptan hayatta kalan son kişi Noodles’ın memlekete dönmesiyle kendi içinde ve geçmişiyle yaşadığı iç hesaplaşmaları ile birlikte Amerika’nın 50 yıllık karanlık tarihini anlatır. Dostluk, aşk, intikam, acı, kan, şiddet, ihanet gibi konular söz konusu olduğunda Once Upon A Time In America her zaman ilk hatırlanan filmler arasında en üst sıralardadır.
Karizmatik Şeytan Robert De Niro: Angel Heart
Aykırı ve tartışmalı filmlerin yönetmeni Alan Parker’ın filmografisinde en önemli filmlerden biridir Angel Heart. Başrollerinde Robert De Niro, 80’lerin ikon ve seks sembolü oyuncularından Mickey Rourke, Lisa Bonet ve ünlü Fransız yönetmen François Ozon’un 2003’teki başyapıtı Swimming Pool ve geçen seneki Başka Sinema filmlerinden 45 Years ile hatırlayacağımız ünlü İngiliz aktrist Charlotte Rampling yer alır. Film özellikle filmde henüz çok genç olan Lisa Bonet ile Mickey Rourke’un kışkırtıcı sevişme sahnesi, De Niro’nun restoran sahnesindeki yumurta sekansı ve finaldeki durmaksızın inen sonsuz asansör sekansıyla hatırlanır. Asansör sekansında yönetmen bir nevi cehenneme inişi resmetmiştir.
Film kusursuz bir noir filmdir aslında. 50’lerin Amerika’sındaki kasvetli sahneler, baş karakterlerin karanlık taraflarının ortaya çıkışıyla aslında çok kıyıda köşede kalan ve konuşulmayan bir kara filmdir Angel Heart.
Film, esrarengiz bir müşteri olan Louis Cypher (De Niro) tarafından Johnny Favourate isimli kayıp bir askeri bulması istenen dedektif Harry Angel’ın (Rourke) üst üste şahit olacağı cinayetlerden voodoo ayinlerine kadar uzanan yolculuğunu anlatır.
Komedi ve Polisiyenin Kusursuz Harmanı: Midnight Run
1992’de çekeceği Scent of A Woman filmiyle kariyerinin zirvesine çıkacak olan yönetmen Martin Brest’in ilk çıkış filmlerinden olan Midnight Run’ın başrollerinde Robert De Niro, Charles Grodin, ilk Matrix filmindeki sinsi Cypher, Chris Nolan’ın Memento’sunda sempatik polis memuru Teddy ve The Sopranos dizisindeki Ralf Cifaretto olarak hatırlayacağımız Joe Pantoliano, geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz ve Snatch filminden hatırlayacağımız Dennis Farina, Roger Moore’un ilk James Bond filmi Live And Let Die’da kötü adam olarak karşımıza çıkan Yaphed Kotto ve John Ashton rol alırlar. Film ayrıca Robert De Niro’nun kariyerinin ileriki yıllarında bol bol ekmeğini yiyeceği komedi türündeki en başarılı ve ilk filmlerinden biridir.
Film, mafyayı dolandıran bir muhasebecinin tek amacı yüklü para kazanmak olan ödül avcısı Jack Walsh’ın eline düşmesini, ikisinin başlarda umursamaz ve soğuk tavırlarıyla başlayan ilişkilerinin kusursuz bir dostluğa varışını ve bu esnada yaşanan komik olayları anlatır. Ayrıca De Niro bu filmdeki ciddi ve sempatik oyunculuğuyla altın küre ödüllerinde en iyi komedi film oyuncusu adaylığı alır. Film de yine aynı ödüllerde en iyi komedi – müzikal film adaylığı kazanır.
Martin Scorsese ile Mafya Toplantısı: Goodfellas
90’lı yıllar Hollywood sineması için çok başka yıllardır. 1990 ile 2000 arasında çekilen öyle çok kült film vardır ki saymakla bitmez. Ama bunları sayarken ilk sıraya her zaman tek film konur. Goodfellas. Scorsese’nin 90’lara gümbür gümbür girişini müjdeleyen Goodfellas, yönetmenin ve De Niro’nun en iyi işbirliklerinden biri olarak görülür. Scorsese bu film için aynı yıl çekilen The Godfather Part III’ü yönetmeyi reddeder. Ve filmi gördüğümüzde de neden reddettiğini anlarız aslında. Film italyan-amerikanyazar Nicolas Pileggi’nin Wiseguy adlı romanından sinemaya uyarlanır. Filmde Robert De Niro’nun yanı sıra genç oyuncu Ray Liotta, Raging Bull’dan tanıdığımız Joe Pesci, bu filmden 9 yıl sonra The Sopranos’ta Tony Soprano’nun psikoloğu Jennifer Melfi olarak ve 1995’te de Leonardo Dicaprio’nun döktürdüğü The Basketball Diaries filminde de onun annesi olarak izleyeceğimiz aktrist Lorraine Bracco ve genellikle gangster filmlerinde gördüğümüz Paul Sorvino yer alır. Film en iyi film ve en iyi yönetmen dahil olmak üzere 6 dalda oscara aday gösterilir fakat tek kazandığı ödül Joe Pesci’ye verilen en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülüdür. Goodfellas’ın oscar’dan bu kadar eli boş gönderilmesi her zaman oscar hataları listelerinde en üst sıralarda yer alır.
Film, “Benim için gangster olmak Birleşik Devletler Başkanı olmaktan bile daha önemliydi” parolasıyla hayatına devam eden çocuk Henry Hill’in gangsterler dünyasına girişini, yükselişini ve çöküşünü Scorsese’nin müthiş hareketli kamerası ve kusursuz fon müzikleriyle anlatır. 1955–1980 arası yılları anlatan film her zaman en iyi gangster filmleri arasında gösterilir ve The Godfather serisi ile karşılaştırılır. Ve film gerçek olayları ve kişileri anlatır. Ray Liotta’nın canlandırdığı Henry Hill, Liotta ile hep dost kalır ve 2013’te hayatını kaybeder. Robert De Niro ise filmde 1996’da hapishanede ölen Jimmy Burke adlı gangsteri canlandırır. Filmin as karakteri Henry Hill olsa da De Niro tamamen ağırlığını koyar ve herkesi unutturur. Filmde ayrıca amerikan tarihinin en büyük soygunu olan Lufthansa Havaalanı soygunu da işlenir. Gerçek soygunun planlayıcısı ve lideri bizzat De Niro’nun karakteri Jimmy Burke’dür. Filmde ismi Jimmy Conway olarak değiştirilir.
Klas Bir Yeniden Çeviri: Cape Fear
Goodfellas’tan bir yıl sonra efsane ikili Robert De Niro ve Martin Scorsese bu kez J. Lee Thompson’ın 1962 yapımı gerilim suç başyapıtı Cape Fear’ın aynı adlı yeniden çevirimde buluşurlar. Orjinal versiyonda tecavüzcü psikopat Max Cady karakterini Hollywood’un efsane aktörü Robert Mitchum’dan De Niro devralır. Cady’in öldürmek için yemin ettiği avukat Sam Bowden’ı ise bir başka efsane kurt aktör Gregory Peck’den Nick Nolte devralır. Sam Bowden’ın karısı rolünde Jessica Lange, kızları Daniella rolünde de bu filmle başlayan kariyerinde özellikle 90’larda çevireceği üst üste hit filmlerle rüştünü ispatlayacak olan Juliette Lewis canlandırır. De Niro bu filmdeki tanrıvari oyunculuğuyla en iyi erkek oyuncu dalında oscara aday gösterilir fakat kazanamaz. Bir diğer adaylık ise en iyi yardımcı kadın oyuncu dalında Juliette Lewis’e aittir. Martin Scorsese, ilk filmin iki efsane başrol oyuncuları Gregory Peck ve Robert Mitchum’a kendi çevirisinde küçük roller vererek saygılarını sunar. Filmde ayrıca Joe Don Baker’da rol alır.
Film, yıllar önce işlediği tecavüz suçunda Max Cady’yi savunan avukat Sam Bowden’ın müvekkilinin kurbanının durumunu görünce dosyaları kayırıp Cady’nin daha fazla ceza almasını, Cady’nin tahliyesiyle birlikte Bowden ailesinin peşine düşüşünü ve aralarındaki akıl almaz kedi fare oyununu anlatır. Film için De Niro o dönem 51 yaşında olmasına rağmen yoğun kas yapar ve ağız yapısını tecavüzcü bir suçluya benzetmek için ön üst dişlerinin hepsini içe doğru oydurarak adeta metod oyunculuğun kitabını yazar. Ayrıca De Niro filmdeki dövmeleri ve başlardaki sinema sahnesinde durdurak bilmeyen kahkaha sekansıyla da oldukça konuşulur.
Bronx’un Arka Sokaklarında İlk Yönetmenlik Deneyimi: A Bronx Tale
1993 yılının en büyük sürprizlerinden biri kuşkusuz Robert De Niro’nun ilk yönetmenlik deneyimini yaşamasıydı. Filminde önceden Scorsese ile çevirdiği Goodfellas filminin esintilerini bolca gördüğümüz A Bronx Tale, bu öğleri görmezden gelirsek gayet akıcı ve iyi bir filmdir. De Niro bu kez filmde sert gangster değil işinde gücünde bir belediye otobüsü şoförün olan Lorenzo’ya hayat verir. Mahallenin gangsteri Sonny rolünde de bu tarz rollerde çokça gördüğümüz gününümüz emektar oyuncularından Chazz Palminteri’yi görürüz. Kendisi bu filmden iki yıl sonra kült film Usual Suspects’de polis memuru rolüyle adından sıkça söz ettirecektir.
Filmde Lorenzo’nun beladan uzak tutmaya çalıştığı oğlu Calogero’yu ise kısa bir dönem The Sopranos’ta boy gösteren İtalyan Amerikalı aktör Lillo Brancato canlandırır. Filmde De Niro’nun yakın dostu Joe Pesci de küçük bir rol alır. Film, evlerinin önünde mafya babası Sonny tarafından işlenen bir cinayeti gören ve gelen polislere Sonny’nin adını vermedikten sonra onun tarafından yavaş yavaş yeraltı dünyasına sokulan Calogero ve onu bu hayattan çekip çıkarmak isteyen babası Lorenzo’yu anlatır.
Altın Yıl 1995 ve Üst Üste İki Kült: Casino, Heat
Casino
1995’te Scorsese – De Niro ikilisi 2018’de Netflix bünyesinde gösterime girecek olan The Irishman’e kadarki son buluşmalarını Casino ile gerçekleştirirler. Casino’da De Niro’nun yanı sıra eski dost Joe Pesci, 80’ler sonu ve 90’ların femme fatale yıldızı Sharon Stone, 1980’de Raging Bull’da da bizzat kafası Joe Pesci tarafından kavga sahnesinde araba kapısına sıkıştırılan, ardından Goodfellas’ta da yine Pesci’nin karakteri tarafından öldürülen iki karaktere hayat veren, yan karakter oyuncusu Frank Vincent, De Niro ile 1984’teki Once Upon A Time In America’dan sonra tekrar buluşan James Woods, geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden Amerika’nın efsane komedyeni Don Rickles ve hep bu tarz filmlerde, Sopranos’ta da oynayan Kevin Pollack yer alır. Film italyan/amerikan yazar Nicolas Pileggi’nin aynı adlı romanından beyaz perdeye uyarlanır.
Film gerçek olaylardan esinlenir. Filmde 1973’te mafya tarafından Las Vegas’ta kumarhanelerin başına geçirilen zeki ve hata yapmayan spor bahisçisi Sam Ace Rothstein’in yanına koruma olarak gelen Nicky Santoro ve tüm dengeleri değiştirecek olan seksi hayat kadını Ginger’ın hikayesini görürüz. Filmde Rothstein’i De Niro, Santoro’yu Pesci ve Ginger’ı da Sharon Stone canlandırır. Gerçek insanların isimleri ise filmde değiştirilerek kullanılır. Frankie Left Rosenthal filmde Sam Ace Rothstein olarak, ünlü mafya tetikçisi ve cesedi halen bulunamayan Anthony Spilotro Nicky Santoro olarak, Geri McGee’de Ginger Mckenna olarak kullanılır.
Al Pacino İle Aynı Sahneler ve Gri Lacivert Bir Los Angeles: Heat
Casino ile aynı yıl olan 1995’te De Niro, kariyerinin en unutulmaz ve en karizmatik karakterine hayat verir: Neil McCauley. Heat filmi, inanılmaz sinematografik atmosferi, kusursuz bir cast seçimi, Robert De Niro ve Al Pacino’nun mükemmel oyunculukları, mükemmel bir yönetmenlik ve hepsinden öte bir ustalık eseridir. 1982’de başrolünde The Godfather’dan hatırlayacağımız James Caan’ın yer aldığı hit polisiye The Thief ile kariyerinde yükselişe geçen, ardından 1992’de The Last of Mohicans filmi ile de yerini perçinleyen yönetmen Michael Mann, Heat ile kariyerinin zirvesine çıkar. Özellikle 90’larda Amerikan sinemasına hediye ettiği içine noir öğeler sıkıştırılmış suç filmleriyle yeri çok ayrıdır Michael Mann’ın. Heat’in kadrosunda Robert De Niro, Al Pacino, 1991’de adeta Jim Morrison’a bürünen ve gene 1995’te Batman Forever filminde Batman olarak karşımıza çıkan Val Kilmer, 1993’te kült film Natural Born Killers’da sadistik polis memuru Jack Scagnetti karakteriyle hafızalara kazınan ve Heat’ten sonra daha 90’larda birçok kült ve hit filmde yer alacak olan Tom Sizemore, 1978’de Coming Home filmiyle en iyi erkek oyuncu dalında oscar kazanan ve bir yıl sonra kült film Midnight Cowboy’da oynayan, günümüzün en çok konuşulan aktristlerinden Angelina Jolie’nin de babası olan Jon Voigt, 90’ların ünlü karakter oyuncularından Diane Verona ve Amy Breannen yer alır.
Heat, soygun yapmaktan başka bir şey bilmeyen ancak asla keyfi can alan bir cani olmamış, prensiplerine göre yaşayan karizmatik ve sert soygun çete lideri Neil’in aynı kendisi gibi bir polis memuru olan Vincent ile arasındaki kedi fare oyununu anlatır. Ancak bu film sadece bir soygun filmi değildir. Filmin bu denli bilinmesini ve sevilmesini sağlayan çokça faktör vardır. İki düşman olmalarına karşın Neil ve Vincent’ın birbirlerine saygı duymaları, unutulmaz restoran sahnesi, gelmiş geçmiş en gerçekçi çatışma sahnelerinden birine sahip olması, soygun ekibinin ve peşlerindeki polislerin aile hayatlarının da seyirciye gösterilmesi gibi pek çok faktör Heat’i başyapıt haline getiren unsurlar olarak göze çarpar. Bize de bu muhteşem filmi izlemek kalır.
Tarantino İle Buluşma: Jackie Brown
Jackie Brown, Quentin Tarantino’nun 3.filmidir. Yönetmen 1992’de yönettiği Reservoir Dogs ve onun ardından 1994’te çektiği Pulp Fiction ile kariyerinin zirvesine çıkar. Üçüncü filmi Jackie Brown’da ise Pam Grier, Tarantino’yla Pulp Fiction’da da beraber çalışan Samuel L. Jackson, 1989 ve 1992’de oynadığı iki Batman filminde Batman olarak hatırlanan Michael Keaton, 2001’de sıradışı yönetmen David Lynch’in Mulholland Drive filminde oynayacak olan emektar aktör Robert Forster, Robert De Niro ve efsanevi aktör Henry Fonda’nın torunu Peter Fonda’nın da kızı olan Bridget Fonda yer alır. Fonda filmde özellikle Robert De Niro ile olan absürt sevişme sahnesiyle hatırlanır bu filmde.
Film, hosteslik yapan Jackie Brown’un uçakta bulduğu uyuşturucu parasının ardından başına gelen olayları anlatır. Robert De Niro filmde başrolde değildir ve fazla sahnesi yoktur ancak bulunduğu sahnelerde gene kendine has oyunculuğunu sergiler. Canlandırdığı karakter saf ve biraz akılsız olan Luis Gara adlı hapistan yeni çıkmış gangsterdir.
Güney Fransa’da Patronsuz Ajanlık: Ronin
60’lar ve 70’lerin efsane yönetmenlerinden John Frankheimer’ın 1998’de çektiği Ronin yönetmenin kuşkusuz 90’lardan günümüze bıraktığı yıllanmış şarap gibi bir filmdir. Filmde Robert De Niro, Fransız sinemasının kült oyuncularından, 1994 yılında oynadığı Leon filmiyle gönüllerde taht kuran Jean Reno, Natasha McElhone, İsveç sinemasının Max Von Sydow’dan sonra en ünlü oyuncusu olan, son olarak Lars Von Trier’in aykırı ve tartışmalı iki bölümlük filmi Nymphomaniac filmlerinde ve Pirates of the Caribbean’ın son iki filminden de hatırlayacağımız Stellan Skarsgard, bu filmden bir yıl önce 1997’de James Bond filmi Tomorrow Never Dies’da kötü adam olarak izlediğimiz ve 1985’te yönetmen Terry Gilliam’ın kült filmi The Brazil’de izlediğimiz İngiliz aktör Jonathan Pyrce, Lord of the Rings’te ve günümüzde ünlü dizi Game Of Thrones’ta rol alan Sean Bean alır.
Film, Güney Fransa’da soğuk savaş sonrası lidersiz kalan ajanların kendileri arasındaki kedi fare oyununu ve çatışmalarını anlatır. 90’ların en iyi aksiyonlarından biri olarak görülen Ronin’in en önemli yanlarından biri ise ustaca çekilen araba kovalamaca sahneleridir. Ronin ismi geçmiş çağlarda efendisiz savaşan samuraylara verilen bir addı. Keanu Reeves’in 2014 yapımı 47 Ronin filmi de adını buradan alır. Sonuç olarak Ronin genellikle iyi eleştiriler alan ve iyi hasılat yapan bir aksiyon olarak Robert De Niro’nun özellikle 90’lardaki en verimli işlerinden biri olarak anılır.
Yüksek Hasılatlı Mafya Parodileri: Analyze This, Analyze That
Analyze This
Analyze This De Niro’nun kariyerinde en çok hasılata ulaşan filmidir. 1999 yapımıdır ve yönetmenliğini geçtiğimiz yıl hayatını kaybeden yönetmen Harold Ramis yapar. Filmde Robert De Niro’nun yanı sıra komedi filmlerinin ünlü oyuncusu Billy Crystal, Lisa Kudrow, 2002’de ikinci filmden sonra hayatını kaybeden emektar oyuncu Joe Viterelli ve gangster filmlerinin tanıdık yüzü Chazz Palminteri gibi oyuncular yer alır. Filmin iki dalda altın küre adaylığı vardır. Bunlar en iyi komedi dram filmi ve Robert De Niro’nun adaylığı olan en iyi komedi drama oyuncusu dallarıdır.
Film, psikolojisi bozuk olan ve son dönemde babasının ölümünü hatırlayıp ağlama krizlerine girmeye başlayan mafya babası Paul Vitti ve kendisine psikiyatr olarak seçtiği Ben Sobel’in başlarından geçen komik olayları anlatır.
Analyze That
Devam filmi de tamamen aynı kadroyla çekilir. İkinci filmde kadroya eklenen ünlü isim ise Raging Bull filminde Jake La Motta’nın karısı Vicky rolüyle hatırlayacağımız aktrist Cathy Moriarty’dir. Film, ilk filmin sonunda hapise giren komik mafya babası Paul Vitti’nin depresyon numarası sayesinde hastaneye nakledilip kaçması ve yolunun gene çok sevdiği psikiyatırı Ben Sobel’a düşmesi ve sonrasında yaşanan komik olayları anlatır.
Marlon Brando ve Edward Norton İle Soygun Planı: The Score
The Score, Star Wars filmlerinde usta Yoda’yı canlandıran aktör Frank Oz’un şimdiye kadar ki ilk ve tek yönetmenlik deneyimidir. Filmde Robert De Niro, 1996’da The Rounders, 1998’de kült film American History X ve 1999’da bir başka kült film Fight Club’da oynayan genç Edward Norton ve kariyerini yazmaya sayfalar yetmeyecek, tartışmanın gereksiz olduğu aktör Marlon Brando ve Angela Bassett rol alır.
Film, eski patronu Max’in borcunu kapatmak için son bir soygun işine girişen eski soyguncu ve günümüzün bar işletmecisi Nick Wells’in yanına bir çırak alarak Jack Teller’ı da almasıyla yaşanan olayları anlatır. Film özellikle ters köşe finaliyle hatırlanır.
Eşcinsel Kaptan Sheakespeare: Stardust
Stardust, günümüzde aksiyon, absürd, komedi ve fantastik gibi türleri en iyi harmanlayan yönetmen olan ve ilk filmi olan Layer Cake’i 2004’te çeken yönetmen Matthew Vaughn’un ikinci filmidir. Filmde Robert De Niro yan fakat unutulmaz bir roldedir. Filmde onun dışında Charlie Cox, Clarie Danes, Michelle Pfeiffer, Siena Miller ve Mark Strong gibi oyuncular yer alır.
Film genç bir prensin sevdiği kadına kavuşmak için kayan bir yıldızı kurtarmaya çalışırken başına gelen fantastik maceraları anlatır.
Yıllar Sonra Gelen Oscar Adaylığı: Silver Linings Playbook
2010’lu yılların en iyi yönetmenlerinden biridir David O. Russell. 2010’da yönettiği oscarlı film The Fighter ile çok konuşulan David O. Russell bu filmden iki yıl sonra gene çok ses getirecek olan filmi Silver Linings Playbook’u çeker. Filmde büyük usta Robert De Niro’nun yanı sıra Hangover filmleriyle tanınırlığı artan genç aktör Bradley Cooper, 2 yıl önce oynadığı roman uyarlaması Winter’s Bone ile çok genç yaşta oscar adaylığı elde eden ve Silver Linings Playbook ile bu ödülü kazanacak olan günümüzün en çok tanınan aktristi Jennifer Lawrence, 2010’da rol aldığı Animal Kingdom ve bu filmle oscar adaylıkları alan emektar aktrist Jackie Weaver rol alır.
Film, beyzbol hastası ve çok sert bir babanın oğlu olan Pat’in karısını yaşça büyük bir adamla yakaladıktan sonra adamı feci şekilde dövmesini ve terapiden çıktıktan sonra hayatına giren Tiffany ile birlikte kendini düzeltme çabalarını anlatır. Robert De Niro bu film ile 1991’den yıllar sonra ilk kez oscar adaylığı elde eder. Filmde beyzbol fanatiği baba rolünde unutulmaz bir performans sergiler.
Yaşlı ve Sempatik Bir Stajyer: The Intern
De Niro 2015’e geldiğimizde aldığı puanlar olarak çok yukarılarda olmayan ancak seyirciler tarafından çok sevilen filmi The Intern’de sevilen aktrist Anne Hathaway ile başrolü paylaşır. Filmin yönetmenliğini ise Amerikan komedilerinin tanınan yönetmeni olan Nancy Meyers üstlenir. Meyers’in bu filmden önceki son ses getiren filmi ise Jude Law, Kate Winslet, Jack Black ve Cameron Diaz’ın buluştuğu The Holiday’di.
Film, karısını kaybettikten sonra tek başına çok sıkılan ihtiyar Ben’in çok uluslu bir şirkette Jules Ostin adında genç ve disiplinli CEO’nun yanında staja başlamasını ve aralarında gelişen sıkı dostluğu sıcak ve içten bir dille anlatır. Film kesinlikle De Niro’nun 2010’lu yıllarda yaptığı en verimli iştir.
Yüzyılın Buluşması: The Irishman
Efsanevi yönetmen Martin Scorsese ilk olarak 2008’de bu projeyi duyurmuştu. Ancak bu sene iyi bir film olmasına rağmen gişede hayal kırıklığı yaratan The Silence filminden sonra Paramount’un sahadan çekilmesiyle son yılların flaş şirketi Netflix’in araya girmesiyle bu proje tamamlanacak. Robert De Niro, Al Pacino, yıllar önce sinemayı bırakan Joe Pesci, Harvey Keitel ve Boardwalk Empire dizisiyle ve Al Pacino ile 2015 yapımı Danny Collins filminde başrolü paylaşan genç İtalyan Amerikalı aktör Bobby Cannavalle’nin oynayacağı film Amerika’nın mafyayla yakın ilişkileri sonucu 30 Temmuz 1975’te bir restoran çıkışında ortadan kaybolan ve 1982’de öldüğü ilan edilen sendika lideri Jimmy Hoffa’nın hikayesini anlatacak. Robert De Niro mafya lideri Frank Irish Sheeren’a, Al Pacino Jimmy Hoffa’ya ve Joe Pesci’nin de tetikçi Russel Bufalino’ya hayat vereceği filmin çekimleri 2017 Ekim ayında başlayacak ve 2018’de Netflix bünyesinde vizyona girecek.