Ryan Murphy’nin 2006 çıkışlı filmi “Running with Scissors” (Elde Makas Koşmak) Amerikan toplumunu merkeze alan filmlerden bir tanesi. Filmin kadrosuysa adeta yıldızlar geçidi: Alec Baldwin, Annette Bening, Brian Cox, Joseph Fiennes, Gwyneth Paltrow, Evan Rachel Wood, Joseph Cross başrolleri üstlenirken Brad Pitt filmin yapımcılığını üstleniyor. Murphy yıldız oyuncularla dolu filmini Augusten Burroughs’un “Running with Scissors: A Memoir” adlı otobiyografik kitabından uyarladı. Film 1972 yılında başlayıp 79’a kadar ilerliyor ve iki ailenin kesişen hikayeleri ekseninde Amerikan aile kurumunun / toplumunun çürümüşlüğünü resmediyor.
Kısaca hikayesinden bahsedelim. Deirdre (Bening) ve Norman (Baldwin) evli ve mutsuz mu mutsuz bir çift. Kavga etmedikleri gün geçmiyor. Deirdre kafayı şiirle bozmuş, ünlü olup alkışlanmayı takıntı haline getirmiş bir kadın. Bu arzusu gerçekleşmediğinden, büyük dergilere şiirlerini yolladıktan kısa süre sonra ardı ardına gelen red mektupları yüzünden kriz geçirmeye ve alkolik kocasına saldırmaya başlıyor. Çareyi psikiyatristte (Cox) aramaya karar veriyor. Ne yazık ki gittiği psikiyatristin de bir psikiyatra görünmeye fazlasıyla ihtiyacı var.
Murphy’nin Running with Scissors’ı bana sürekli Sam Mendes’in şahane filmi American Beauty’yi ve genç yönetmen Wes Anderson’ın The Royal Tenenbaums’unu hatırlattı. Bunun nedeni üç filmin de Amerikan aile kurumunu merkeze alıp bu kurumun sorunlarını işlemelerinden kaynaklanıyor. Mendes bunu yaparken şiddete fazlasıyla abanıyor ve ortaya dramatik bir film çıkarıyor. Mendes filminde mizahı önemsememesine rağmen ‘kafayı kırmış’ o aile gene de yer yer güldürüyor. Mendes’in aksine Anderson The Royal Tenenbaums’ta mizahı epey önemsiyor ve dramıyla mizahı dengede olan bir film yapıyor. Murphy’nin Running with Scissors’ı Anderson’ın filmine daha yakın: Çıldırmış, kafayı iyiden iyiye kırmış karakterlerle dolu olan hikayede mizahı buluyor ve dramla harmanlamayı başarıyor. Mizah bu derece önplanda olunca filmi izlemek daha keyifli hale geliyor doğrusu.
Üç film de Amerikan toplumunu ele alır. Murphy’nin filminde sağlıklı karakterlere denk gelmek pek mümkün olmuyor. Alkolik bir baba, kafayı sanatla, ünlenmekle bozmuş, takıntılı bir anne, hastalarını tedavi etmekten çok daha da hasta eden vergi kaçakçısı bir doktor, bu doktorun velayetini üstlendiği 35 yaşında psikolojisi bozuk bir adam (Fiennes), doktorun velayetini üstlendiği, açık saçık giyinmekten hoşlanan bir kız (Wood), açık saçık giyinen üvey kardeşinin aksine her yerini kapatmayı tercih eden, dinle kafasını bozmuş bir kadın (Paltrow), eşcinsel bir genç (Cross) ve doktorun eşi (Jill Clayburgh). Görüldüğü üzere filmde sağlıklı hiçbir karakter yok. Herkes kafayı bir şeyle bozmuş. Bu da filmin ilerleyen dakikalarında bambaşka olayların patlak vermesini sağlayacak. Çok büyük bir evde yaşayan bu insanlar neden kafayı bir şeylerle bozmuşlar ve neden sağlıklı değiller? Murphy sorunlarının nedeni olarak konformizmi gösteriyor. Hepsinin hayatları dışarıdan bakıldığında çok iyi. Deirdre’nin şahane bir evi var. Doktorun evi dubleks. Herkes bu derece rahatken neden mutsuzlaşır? Rahatlık batıyor. Bir doktora görünmesi gerektiği halde görünmeyen doktor, hastalarına fazlasıyla özgürlük bahşediyor. Sadece hastalarına da değil, herkese, ailesinden Deirdre’ye kadar herkese özgürlük tanıyor. Öte yandan Deirdre de epey özgür birisi olarak yansıtılıyor. Murphy sorunlarının temelinde özgürlüğün ve rahatlığın olduğunu belirtiyor filmde. Sınırları çizilmeyen bir özgürlük hep rahat olma isteği/konformizme duyulan istekle birleşince karakterleri delirtiveriyor.
Film, The Royal Tenenbaums gibi mutlu bir sonla veya American Beauty gibi tüyleri diken diken bir sonla nihayete ermiyor. Murphy “bu ailelerden elini eteğini çektiğin vakit mutsuzluğunun sona ereceği vakittir” demeye getirip kimi karakterlerine mutluluğu bahşederken kimilerinin hayatını aynı çizgide devam ettiriyor. Murphy’nin Running With Scissors’ı kısmen başarılı. Barındırdığı mizahla yer yer epey güldürüyor ama ne yazık ki iki saatlik süresinin altında eziliveriyor. Murphy karakterleri ilmek ilmek işleyeyim derken bir süre sonra temponun düşmesine, sürükleyiciliğinin azalıp sıkıcılığın artmasına neden olurken hikayeyi ilerletmek adına tekrarlara bel bağlaması kaliteyi düşürüyor. Özellikle Deirdre’nin şiir takıntısını eline geçen her fırsatta gözümüze sokması bir süre sonra hem karakterle, hem de filmle aramıza mesafe girmesine neden oluyor. Gerçi böylesi çılgın bir karakterle özdeşlik kurmak imkansız olsa da bir yere kadar karakteri anlıyoruz.
“Running with Scissors” vasatın üstüne çıkmayı başaran, sorunlarına rağmen eğlendirip düşündüren bir film. Bir şans tanınıp izlenmeyi hak ediyor.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.