Rush: Hızlı Yaşa, Genç Öl

Kanımca o kadar da müthiş bir yönetmen olmayan Ron Howard’ın son yıllarda dişe dokunur bir filme imza atamadığını düşünüyorum. The Dilemma ve ondan önce çekilen Angels & Damons’ın yönetmenin filmografisine yakışmadığı bir gerçek. Zira çok kötü filmlerdi. O yüzden Rush filmine giderken beklentim yüksek değildi. Lakin Howard beni şaşırttı. Bu iki kötü filmden sonra tekrar kaliteli bir filme imzasını atmayı başarmış Howard.

rush

Dönemlerine damgalarını vurmayı başaran Niki Lauda ile James Hunt’ın mücadelelerine odaklanıyor Howard. Formula 3’te başlayan rekabet Formula 1’e sıçrıyor, Niki’nin yarıştan çekildiği Japonya Grand Prix’ye kadar devam ediyor. Howard bu mücadeleyi pistlerle sınırlamıyor. Senaristiyle birlikte elinden geldiğince genişletmeye çalışıyor. İki hayat biçimini karşı karşıya getiriyor yönetmen. Bir tarafta yatmadık kadın, içmedik içki, çekmedik uyuşturucu bırakmayan, disiplinsizin ve sorumsuzun önde gideni, hızlı yaşayıp genç (45 yaşında) ölen James; diğer tarafta riskleri yüzdeye kadar hesaplayan, risk almaktan fazla hoşlanmayan, kadınlarla pek de işi olmayan, disiplinli Niki. Bu iki kişi sadece pistte yarışmıyorlar. Mücadele kişiselleşiyor bir süre sonra ve birbirlerine takıntılı hale getiriyorlar. Birbirlerine taban tabana zıt olan bu iki kişinin mücadelesini izlemek epey hoş oluyor.

Film iki karaktere de eşit mesafede yaklaşıyor. Yani daha önceki filmlerin yaptığını yapmıyor Howard-Peter Morgan ikilisi. Bir taraf seçip bu tarafı izleyene dayatmıyorlar. Tam tersi, iki karakterin eksiklerini ve artılarını ortaya koyup taraf seçimini izleyiciye bırakıyorlar. Bu iki karaktere objektif bir şekilde yaklaşılsa ve taraf tutulmamış olsa da Niki’nin daha fazla derinleştirildiğini söylemek mümkün.

Dolayısıyla filmin en iyi performansı da Daniel Brühl’den geliyor. Kadınların hikayedeki varlıkları ise “sevgili”, “eş”ten ötesine geçemiyor ne yazık ki. Natalie Dormer, Olivia Wilde, Alexandra Maria Lara kısa süre gözüküp kayboluyorlar. Morgan’ın Formula 1’in tehlikelerine, hava durumu yarış için müsait değilken bile yarışa izin verilmesi ve sürekli yaşanan can kayıplarına da değinmesi filmin önemini daha da artırıyor.

rush film

Howard kurgusuyla yarışları heyecanlı hale getirmeyi başarıyor. Lauda ile Niki’nin bütün karşılaşmaları önemseniyor ama özellikle Niki’nin kaza yaptığı yarış daha heyecanlı. Howard’ın kurgusu, Hollywood’un en iyi müzisyenlerinden Hans Zimmer’ın müzikleriyle birleşince mücadeleyi kaliteli bir futbol maçını izler gibi izlemek mümkün hale geliyor. The Dark Knight Rises ve Man of Steel’de pek iyi bir işe imzasını atamayan Zimmer bu kez döktürüyor. Bazı besteleri önceki işlerini hatırlatsa da genelde farklı müziklere imzasını atmış Zimmer. Anthony Dod Mantle’ın başarılı sinematogrofisini de unutmamak gerek.

Rush’ın şimdiden en kaliteli F-1 filmlerine dahil olduğunu, bu sene çekilmiş 30 biofilm arasından rahatlıkla sıyrılıp kaliteli bir biofilm de olmayı başardığını söyleyebiliriz. İzlememek için pek bir neden yok gibi.


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Yorumlar

Bir cevap yazın