Matt Weston Güney Amerika’da “safe house” olarak adlandırılan CIA’in kullandığı bir evde olay istihbarat memuru olarak çalışmaktadır. Henüz çiçeği burnunda bir ajan olan Matt dünyanın bir ucunda ve pek de hareketli olmayan bir ülkedeki bu görevinden epeyce bunalmışken birçok gizli servisin peşinde oluğu eski bir CIA ajanı olan Tobin Frost’un adı geçen ülkede Amerikan büyükelçiliğine teslim olması ve ülkeden tahliyesi için çalıştığı eve getirilmesiyle sıradan hayatı beklemediği bir şekilde hareketlenmeye başlar.
Matt’in çalıştığı ev kimliği bilinmeyen kimseler tarafından saldırıya uğrar. Tobin Frost’u eve getiren ajanlar öldürülür. Matt, Tobin Frost’u da yanına alarak evden kaçmayı başarır. Bundan sonra yapması gereken şey üstleriyle irtibata geçip yanındaki kaçak CIA ajanını destek gelene kadar güvenli bir yerde saklamaktır. Gelin görün ki bu, sanıldığı kadar kolay olmayacaktır çünkü Tobin Frost hiç kimsenin açığa çıkmasını istemediği bilgilere sahiptir.
Safe House daha adından başlayarak anlattığı hikâyeye dair bir ironiyi dillendirmeye çalışıyor. Aslında, içinde bol miktarda istihbarat görevlisinin olduğunu da göz önünde bulundurursak, karşımıza çıkacak hiçbir şeyin sürpriz olmayacağını daha en başta bilerek seyrediyoruz filmi. Hiç kimsenin masum olmadığı, masum olmak bir yana herkesin boğazına kadar pisliğe battığı bir meslekte insanların birbirlerini ilk fırsatta satması, karşı taraftaymış gibi görünenlerin aslında diğer tarafta olduğunu anlamanız ya da dost sanılan insanların en azılı düşman olduğunu fark etmeniz filmdeki atmosferin gerilimini yansıtmak, zeminin kayganlığını vurgulamak ve filmin temposunu üst düzeyde tutmak adına bu tür filmlerde har daim kullanıldığı gibi Safe Hose’da da kullanılıyor.
Filmin bunu yapmasının yanında denediği başka bir şey de vicdanı olan ajanlar yaratmaya çalışmak olmuş. Devletinin kendilerinden yapmalarını istediği her kirli işi sorgusuz sualsiz yerine getiren, yeri geldiğinde masum insanları gözünü kırpmadan öldüren bu yasal katillerin zamanla yıpranan ve artık onları iyice rahatsız eden vicdanları için de kendince bir bakış oluşturmaya çalışmış. Bu bakış daha çarpıcı hale getirmek içinse işine yeni başlamış ve kariyer peşinde olan bir ajanla mesleki yozlaşmanın doruğuna çıktıktan sonra yaptığı hatalarla ve adına çalıştığı teşkilatla yüzleşmeyi seçmiş bir ajanı karşı karşıya getirmiş.
Bununla beraber filmin hikâyesinde bu konuda yeterince alan oluşturulmayınca da iş filmin anti kahramanını oynayan Denzel Washington’un oyunculuğuna kalmış. Hikâyesine inanmış olacak ki bu filmde rol almayı kabul etmiş olan Denzel Washington da oyunculuğunu bu konuda sonuna kadar kullanmış. Ama az önce de belirttiğim gibi senaryoda bu, “vicdan” ya da “doğru-yanlış” meselesi yeterince işlenememiş, olaylar karakterlerin oluşumuna ve onların çarpıcı hale getirilmesi adına yeterince geliştirilememiş olduğu için beyazperdeye yansılatılan ajanlar yaptıklarından pişman ya da yaptıklarının doğruluğunu sorgulayan karakterlere tam olarak dönüşememiş.
Buna rağmen hem Tobin Frost’un hem de Matt Weston’un baştan sona karton kahramanlar olduklarını söylemek de yanlış olur. Denzel Washington’un yanı sıra onun çömezi Ryan Reynolds’ın da kendini ajanlık işine adamış yeni yetmeyi oynarken rolünün gelgitleri ve doğru olanla yanlış olan arasında bocalayan kahramanı başarıyla oynadığını söyleyebilirim. Filme özgünlük katan bir başka şey de olayın bilinenin aksine Amerika ya da Avrupa’da değil seyircinin görece az tanıdığı Güney Afrika’da geçiyor olması ki bu da seyircinin filme nispeten yabancılaşmasını, filmle arasına belli bir mesafe koymasını sağlamış.
Safe House atraksiyonunun hakkını veren kendi türünün benimsediği birçok anlatım kalıbını kullanan, bunun yanında hikâyesine tam olarak değilse de “kendince” yenilikler getirmeye çalışan orta karar bir aksiyon olarak kabul edilebilir.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.