İstanbul Film Festivali’nin çevrimiçi gösterimleri devam ediyor. Gösterimin dokuzuncu gününde, Schwesterlein adlı İsviçre filmi yayınlandı.
Türkçeye Kız Kardeşim adıyla çevrilen bu yapım, ikiz kardeşlerden kanser olan Sven üzerinden öteki kardeş Lisa’nın hayatla boğuşmasını bizlere sunuyor. Neredeyse ömrünü Sven’e adayan Lisa, kardeşiyle, annesiyle ve eşiyle yaşadığı problemlerle başa çıkmaya ve her ne olursa olsun Sven’i hayatta tutmaya çalışıyor.
Yönetmen, kısıtlı bir hikayeden, derinlikli bir aile çatışması çıkarmaya çalışsa da senaryonun eksik kalmasından dolayı bunu pek beceremiyor. Film merkezine Lisa’yı alarak, ikinci bir gözle yaşanılan trajik durumu bizlere anlatmaya çalışsa da Lisa’nın içinde bulunduğu konum itibariyle karakterin yapısı buna pek uygun değil. Lisa, henüz kendi hakkındaki kararları dahi tek başına alamayan, eşinin aldığı ve herkesi etkileyen kararın, değişmesini bile sağlayamayan bir karakterken, Sven’i içinde bulunduğu durumdan, yalnız başına kurtarabilmesi mümkün değil. Hikayenin arka planında, bu çağda bile kadınların ne kadar özgür olduğunu bizlere sorgulatmaya çalışan bu yapım, vermek istediği mesajı dahi seyirciye aktaramıyor.
Lisa, annesinden, eski sevgilisinin isteklerini yerine getirmediği için azar işitiyor, Kocası ondan habersiz iş teklifini kabul ediyor, tiyatro yönetmenliği yapan eski sevgilisi ise Lisa’nın insani bir yardım isteğine dahi, olumsuz bir cevap veriyor. Lisa, kendi çizdiği hayatı yaşamaktan çok, diğer erkek karakterlerin ona verdiği hayatı yaşayabiliyor. Bir de bunun üstüne kardeşinin bakımı onun üzerine kalıyor. Yönetmen ve senaristin elinde toplumsal mesaj içerebilecek bir hikaye varken, bu öyküyü çok basit ve fazlasıyla üstü kapalı bir biçimde izleyiciye sunuyor. Durum böyle olunca, bizlere sıradan bir hastanın trajik öyküsünü anlatan bir yapımdan öteye gidemiyor.
Harika bir müzik eşliğinde başlayan bu yapım, filmin devamında müzik açısından da sınıfta kalıyor.
Lisa karakterine hayat veren Nina Hoss ve Sven karakterini canlandıran Lars Eidinger, harika bir performans sergiliyor. Özellikle Hamlet oyununun, oynanmayacağını öğrenen Sven’in duygu durumundaki değişiklik ve ardından gelen dibe batma sahneleri hem çok iyi çekilmiş hem de Lars Eidinger tarafından kusursuza yakın oynanmış. Geriye kalan oyunculuklar ise vasat altı olmaktan kurtulamamışlar.
Yönetmenlik becerisi açısından bizlere pek fazla bir şey sunmayan bu yapım, paraşüt sahnesiyle de eline geçen fırsatı geri tepiyor. Oradaki sahnede, Sven ve Martin atladıkları an da görüntü kesilmese ve bizlere, karakterler gözünden ziyade üstten bir çekim ile o sahneler sunulsa daha görkemli bir sahne görebilirdik.
Film, genel olarak hikayesini olabildiğince kısıtladığından ötürü elindeki cevheri beyazperdeye yansıtamıyor. Hem senaryo bakımından hem de yönetmenlik açısından vasatı aşamayan bu yapım, izlenildikten hemen sonra unutulmaya yüz tutacak bir filme dönüşüyor. Beni filme puanım 50/100.
Filmin başlangıcında çalan müzikle sizleri baş başa bırakıyoruz.Bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle.